*

  • daha akademik bilgi için (bkz: zeine n zeine)
  • bilgeliğin yedi sütunu adıyla chiviyazilari'ndan çıkmış, türkçeye çevirisi bilal çölgeçen tarafından yapılmış olan eser.
  • t. e. lawrence'ın arap yarımadası'nda görev yaptığı yılları anlattığı otobiyografik roman. şurda bir kopyası var: http://www.gutenberg.net.au/ebooks01/0100111.txt
  • rezil bir çeviri, korkunç bir dil bilgisi, dipnot ve haritalar eklemek akla bile gelmemiş.

    okumak istiyorsanız satın almayın. kütüphaneden ödünç alın, ilk birkaç sayfada zaten hevesiniz kaçar.
  • sabaton'un 19 temmuz 2019 tarihinde çıkan the great war albümünün 2. şarkısı.

    adından da anlaşılacağı üzere arabistanlı lawrence olarak bilinen t. e. lawrence'dan ve yaptıklarından bahseder. ancak şarkının en ilginç sözleri sonlara doğru geliyor.

    after the war has been won, deception or treason?
    who can tell?
    who stood to gain?
    who stood to lose?
    who did the dying?
    betrayal of trust from within or compelled?

    burada anlatılmak istenen lawrence ve ingilizlerin araplara savaş bittiğinde kendilerine bağımsızlık verecekleri sözü vermeleridir. lawrence ve onun gibilerle birlikte osmanlı'ya karşı silahlandırıldılar.

    ama savaş sona erdiğinde sykes-picot anlaşması ile ingilizler ve fransızlar arabistan'ı kendi sömürge çıkarları doğrultusunda parçalara böldüler. arap toprakları, birleşmek yerine farklı hükümetler altında devletlere bölündü ve uzun bir şiddet, yıkım ve sefalet geleceği ortaya çıktı.

    sözleri de yazalım tam olsun.

    [verse 1]
    far from home, a man with a mission
    ın the heat of the glistening sun
    ın the heart of ancient tradition
    this man's journey has only begun

    [pre-chorus]
    lead the charge
    a raider has entered the battlefield
    sabotage
    the game is about to unfold

    [chorus]
    as the darkness falls and arabia calls
    one man spreads his wings, as the battle begins
    may the land lay claim on to lawrence name
    seven pillars of wisdom lights the flame

    [verse 2]
    a revolt to gain independence
    hide and seek, hunters hot on their trail
    joined their ranks, obtained their acceptance
    side by side raid the ottoman rail

    [pre-chorus]
    lead the charge
    tafilah, medina, damascus calls
    sabotage
    demolish the bridges to dust

    [chorus]
    as the darkness falls and arabia calls
    one man spreads his wings, as the battle begins
    may the land lay claim on to lawrence name
    seven pillars of wisdom lights the flame

    [bridge]
    after the war has been won, deception or treason?
    who can tell?
    who stood to gain?
    who stood to lose?
    who did the dying?
    betrayal of trust from within or compelled?
    the pillars of wisdom can tell
    back home where a new life awaits, whispers of past
    the sands of arabia calling

    [guitar solo]

    [chorus]
    as the darkness falls and arabia calls
    one man spreads his wings, as the battle begins
    may the land lay claim on to lawrence name
    seven pillars of wisdom lights the flame
    as the darkness falls and arabia calls
    one man spreads his wings, as the battle begins
    may the land lay claim on to lawrence's name
    seven pillars of wisdom lights the flame
  • ankara’da satılık aradığım kitap.
  • t. e. lawrence’ın otobiyografik eseri. ortadoğu’daki devletlerin osmanlı’da ayrılıp bağımsız olmadaki serüvenlerine yakından şahit olan ingiliz istihbarat ajanının hatılarını ihtiva eder. şu an bile doğuya dair fikirleri bugün bile büyük öneme haizdir.
  • (bkz: t. e. lawrence)'ın bir dönem ülkemizde yasaklanan ancak her türk gencinin okuması gereken otobiyografik eseridir. lawrence bu kitapta bizlerin ve arapların birbirleri hakkında neler düşündüğünü , kendisinin bu iki ulus ve yöneticileri hakkındaki fikirlerini ve arap isyanını başarıya ulaştırmak için ne dolaplar çevirdiğini anlatır.
    araplar hakkında günümüzde de geçerli olabilen görüşleri şu şekildedir;

    --- spoiler ---

    "daha başlangıçta, bu insanlarla ilk karşılaşmanızda, kendi sınırlamaları içinde neredeyse matematik gibi olan ama aynı zamanda sempatik olmayan biçimiyle de itici olan evrensel bir inancın sertlik ve açıklığının farkına varırdınız. samilerin görüş perdesinde ara tonlar yoktu. onlar, dünyayı her zaman dış hatlarıyla gören, temel renklerin ya da daha doğrusu siyah ile beyazın egemen olduğu bir halktı. kuşkuyu, bizim modern dikenli tacımızı, hor gören dogmatik bir halktı. bizim metafizik zorluklarımızı, içebakışla ilgili sorgulamamızı anlamazlardı. bizim daha ince nüanslar hakkında tereddüt eden heyetimize aldırmaksızın, sadece doğruyu ve yalanı, inanç ile inançsızlığı biliyorlardı. bu halk, sadece görüşleri bakımından değil ama en içteki giysilerine kadar, siyah ve beyazdı. sadece açık ve basit olması bakımından değil ama yan yana gelmesi bakımından da siyah ve beyazdı. düşünceleri, sadece uç noktalarda rahat ediyordu. tercihli olarak abartmalı bir şekilde yer etmişlerdi. bazen anlaşmazlıklar, ortak bir sallantıda birden onlara hakim olur gibi görünür ama asla uzlaşmazlardı. birbirleriyle uyumsuz çeşidi görüşlerin mantığını uyumsuz olduklarını anlamaksızın, saçma sonuçlarına kadar sürerlerdi. serinkanlı ve sakin bir hüküm ile soğukkanlılıkla uçtuklarından habersiz, asimptottan asimptota salınırlardı.

    umursamaz bir tevekkülle zihinlerini boş bırakan, sınırlı, dar kafalı insanlardı. hayal güçleri canlıydı ama yaratıcı değildi. zümre olarak liberal sanat koruyucusu olmalarına ve mimarlıkta, çinicilikte veya diğer el sanatlarında komşularının veya kölelerinin sergiledikleri her ne yetenek varsa teşvik etmelerine rağmen, asya' da arap sanatı öylesine az bir yer tutuyordu ki, neredeyse hiç sanata sahip olmadıkları söylenebilir. üstelik büyük sanayilerle de uğraşmıyorlardı. zihin veya bedene ilişkin hiçbir örgütlenmeleri yoktu. bir felsefe sistemi veya karmaşık bir mitoloji icat etmemişlerdi. kabilenin fikirleri ile mağaranın fikirleri arasında yollarını izliyorlardı. onlar, uluslar arasında en az hastalıklı olanıydı. sorgulamaksızın, aksiyomatik olarak yaşam armağanını kabul etmişlerdi. onlara göre yaşam, bir insana vakfedilen, kontrol edilemeyen, bir yararlanma hakkı, kaçınılmaz bir şeydi. intihar, olanaksız bir şeydi ve ölüm için kederlenmeye gerek yoktu.

    kendine özgü bir dehası, fikirleri, kargaşaları ve heyecanları olan bir halktı. hareketleri, her günün olağan sessizliğine karşıt olarak daha sarsıcı, büyük adamları, kalabalıkların insanlığına karşıt olarak daha büyüktüler. kanıları içgüdüsel, faal niyetleri ise sezgiseldi. en büyük yapımları, inançlarla ilgili olanlardı, açıklanan dinler üzerinde neredeyse tekelci konumdaydılar. bu çabalardan üçü, insanlar arasında yaşamıştı. günümüze kadar taşınan ikisi (değişik biçimlerde) sami olmayan halklara ihraç edilmişti. yunanca, latince ve tötonik (germen halkına ait) dillerin farklı ruhlarına aktarılan hıristiyanlık, avrupa ve amerika'yı fethetmişti. islam çeşitli dönüşümlerle afrika ile asya'nın bazı bölümlerini hükmü altına almıştı. bunlar, samilerin başarılarıydı. başarısızlıklarını kendilerine sakladılar. çöllerin etekleri, kırık inançlarla kaplıydı.

    yok olan dinlerin kalıntılarının çöl ile ekili alanların buluştuğu yerlerde yatıyor olması anlamlıydı. bütün bu inançların yer aldığı kuşağa işaret etmektedir. bu inançlar kanıtlama değil, iddialardı. bu yüzden onları açıklayacak bir peygambere ihtiyaç duyuyorlardı. araplar, kırk bin peygamber olduğunu söylerler. en azından yüzlerce olduğuna ilişkin kayıtlarımız vardır. hiçbiri, kırsal bölgenin insanı değildi. ama yaşamları, bir örnek peşinden gidiyordu. doğumları kalabalık yerlerde olmuştu. anlaşılmaz ateşli bir arzu, onları çöllere sürüklemişti. çöllerde uzun ya da kısa bir süre derin düşünce (meditasyon) ve bedensel bir vazgeçişle yaşamışlar ve oradan açıklanması tasarlanan mesajlar ile önce yaşlılara ve şimdi de tereddütle arkadaşlarına aktarmak için geri dönmüşlerdi. üç büyük inancın kurucuları, bu çevrimi tamamlamışlardı. daha az gerçek savlara sahip olmadıklarını kestirebileceğimiz ama zamanın ve hayal kırıklıklarının yanıp tutuşmaya hazır kuru ruhları, yeterince bir araya getiremediğinden dolayı başarısız kalan diğer binlerce talihsizin birbirine paralel yaşam öyküleri sayesinde, bir yasa çevrimlerdeki olası çakışmalar, kanıtlanmıştır. kimi düşünürlerine göre nitria'nın içine işleyen etkiye, karşı konulamazdı, muhtemelen orada otururken tanrı'yı bulamamışlardı ama yalnızlıkları sırasında kesinlikle daha canlı sözler duyup yanlarında getirmişlerdi.

    kazanan veya kaybeden, tüm sami inançlarının ortak temeli, dünyanın değersizliği fikrine dayanıyordu. özlerinden kaynaklanan derin tepkileri, onları çıplaklık, dünya nimetlerinden vazgeçme ve yoksulluk vaaz etmeye götürdü. bu buluşun yarattığı atmosfer, çöl insanlarının zihinlerini acımasızca boğdu.

    çölde doğup yetişen bedeviler, hissedebildikleri ama dile getiremedikleri ve orada kendilerini kesinlikle özgür gördükleri, birçok nedenden dolayı gönüllüler için çok sert olan bu çıplaklığı, tüm ruhları ile kucaklamışlardı. açlık ve ölümün hiç yakalarını bırakmadığı kişisel özgürlüklerini kazanmak için maddi bağları, rahatlıkları, diğer tüm bolluk ve zorlukları yitirmişlerdi. kendi yoksulluklarında bir üstünlük görmüyorlardı. hala sürdürebildikleri küçük kusurlar ve lüksten kahve, taze hava ve kadınlardan zevk alıyorlardı. yaşamlarında hava ve rüzgar, güneş ve ışık, açık alanlar ve büyük bir boşluk vardı. ne insan emeği ne de doğada verimlilik, sadece yukarıda cennet ve aşağıda lekelenmemiş bir yeryüzü vardı. orada, farkında olmaksızın tanrı'ya yaklaşmıştı. tanrı, onlara göre ne insan biçimli, ne dokunulabilir, ne doğal, ne manevi, ne ahlaki, ne onunla ne de dünyayla ilgiliydi. ama mutlak varlıktı. böylece tanrı, çıkarsama yapılarak değil ama paye verilerek kapsayıcı bir varlık, tüm etkinliklerin tohumu olarak tanımlandı. doğa ve madde, sadece onu yansıtan bir aynaydı.

    bedeviler, tanrı'yı kendi içlerinde aramazlardı, kendilerinin tanrı'nın içinde olduğuna gayet emindiler. bir şeyi ya tanrı, ya da değil diye düşünmezlerdi, tek olan o, büyüktü. ancak, bu iklime uygun düşen arap tanrı'nın bir sadeliği, bir alışılmışlığı vardı. onların yiyeceği, kavgası ve arzusuydu. onların düşünceleri, bilinen zenginlikleri ve arkadaşlarıydı. onun karşısında hissettikleri bedensel değersizliklerine ilişkin umutsuzlukları ve biçimsel ibadetin gerekleri ile onlardan öylesine istekle gizlenen tanrıları, bir bakıma imkansız bir şeydi. araplar, en düşük onurlu davalarının iştahı ve zayıflıkları içine tanrı'yı sokmakta bir uyumsuzluk görmüyorlardı. o, sözcüklerin en bilineniydi ve biz, onu tek heceli sözcüklerimizden en kısa ve en çirkinini yaparak gerçekten güzel söz söyleme sanatını da yitirdik. bu çöl inancı, sözcüklerle ve doğrusu, düşüncelerle de ifade edilemez gibi görünüyor. bir etki olarak kolaylıkla hissedilebilir ve çölün açık alanlarını ve boşluğunu unutacak kadar uzun süre çöle gidenlere tanrı fikri, kaçınılmaz bir biçimde kendini varlığın tek sığınağı ve ritmi olarak kabul ettirecektir. sami çevrelerde, bir bedevi, ismen bir sünni veya bir vehhabi ya da başka bir şey olabilir. biraz da siyonist olduklarından dolayı sion'da bira içip eğlenen sion kapısındaki bekçilerin tavrıyla buna fazla aldırmazdı. her göçebe bireyin sözle, gelenekle veya ifade edilerek değil ama içgüdüsel olarak kendisine açıklanmış bir dini vardı ve böylece bütün sami inançlarını (karakter ve öz olarak) dünyanın boşluğu ve tanrı'nın tamlığı üzerine yapılan bir vurgu ile kavradık. inançlı insanların güç ve fırsata göre kendi açıklamaları böyleydi.

    ...

    araplar, bir ipe olduğu kadar bir fikre de asılabilirlerdi, çünkü zihinlerinin taahhüt edilmemiş sadakati, onları itaatkar bir köle haline getiriyordu. hiçbiri başarı kazanılıncaya kadar bağlarından kaçmaz. sorumluluk, görev ve borçlarına sadık kalırlardı. daha sonra, fikirler gider ve iş harabe halinde sona ererdi. inanç olmaksızın dünyanın zenginlikleri ve zevkleri gösterilerek dünyanın dört bir köşesine (ama cennet hariç) götürülebilirlerdi ama bu modayı izlerken yolda eğer başını sokacak bir yeri olmayan ve yiyeceği merhamete veya kuşlara bağlı olan bir fikrin peygamberine rastlarsalar zenginliklerinin tümünü onun esini için terk ederlerdi. beden ve ruhlarının her zaman ve kaçınılmaz bir şekilde karşı çıktığı, cansız ve renk körü fikirlerin ıslah olmaz çocuklarıydılar. zihinleri garip ve karanlıktı, çökkünlük ve coşkunluklarla dolu ve kuralları yoktu ama inanç bakımında dünyadaki başka herhangi bir şeyden daha gayretli ve daha verimliydiler. fikirlerin soyutluğu, çok güçlü bir güdü, sınırsız cesaret ve çeşitlilik isteyen bir süreç olduğundan, bir başlangıçlar milletiydiler, sonuç ise hiçbir şeydi."

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap