• --- carl sagan'ın kozmik bağlantı kitabından ---

    ...

    beş milyar yıl önce güneş ilk kez dönmeye başladığında, mürekkep karası bir siyaha gömülü güneş sistemi bir ışık seline boğuldu. güneş sisteminin iç kısımlarındaki ilk gezegenler, güneşin patlarcasına tutuşmasından sonra bile fırlayıp gitmeyen maddelerden, kaya ve metal karışımı ilk bulutun küçük birimlerinden oluştu.

    bu gezegenler oluşurken ısı yaydılar. iç kısımlarındaki hapsedilmiş gazlar kurtuldu ve sertleşip atmosferi oluşturdu. gezegenlerin yüzeyleri erimişti ve volkanlar oldukça çoktu.

    ilk dönemlerin atmosferi, bol bulunan atomlardan oluşmuştu ve hidrojen bakımından zengindi. erken dönem atmosferine düşen güneş ışığı molekülleri uyararak, bunların hızlanıp çarpışmalarına yol açtı, sonuçta daha büyük moleküller ortaya çıktı. kimya ve fiziğin değişmez kanunları uyarınca bu moleküller birbiriyle etkileşti, okyanuslara düştü ve gelişerek daha büyük moleküllere dönüştü. kendilerini meydana getiren ilk atomlardan çok daha karmaşık moleküller oluşmuştu, ancak hala bir insanın algılayabileceğinden çok küçük, mikroskopik boyutlardaydılar.

    bu moleküller bizim de yapıtaşlarımızdır: kalıtımsal bilgiyi taşıyan nükleik asitlerin ve hücrenin görevini sürdürmesini sağlayan proteinlerin birimleri, dünya'nın erken devirlerindeki atmosfer ve okyanuslardan üretildi. günümüzde o ilkel şartları tekrar yaratarak, bu molekülleri deneysel olarak ortaya çıkarabiliyoruz.

    sonunda, milyarlarca yıl önce, belirgin bir yeteneği olan molekül oluştu. çevredeki sularda bulunan molekülleri kullanarak kendisinin bir kopyasını üretebilecek yetenekteydi. bu moleküler sistemin sahip olduğu yönergeler dizisi, moleküler kod sayesinde, büyük bir molekülü oluşturan yapı taşlarının dizilişi bilinebilir. kazara, dizilişte bir hata meydana gelirse, kopya da aynı olamayacaktır. böyle, replikasyon, mutasyon ve mutasyonlarının replikasyonu yeteneğine sahip moleküler sistemlere canlı diyebiliriz. bu moleküller topluluğu doğal seleksiyona açıktır. daha hızlı türeyen ya da çevresindeki yapıtaşlarını daha uygun bir şekilde kullanabilen moleküller, rakiplerinden daha etkin türediler ve sonunda baskın nitelik kazandılar.

    ancak şartlar değişmeye başladı. hidrojen uzaya kaçtı. yapıtaşlarının oluşumu yavaşladı. daha önce rahatça temin edilen gıda maddeleri bulunmaz oldu. moleküler cennet bahçesi' nde hayat tükeniyordu. sadece çevresindekileri değiştirebilen (transforme edebilen), basitten karmaşık moleküllere geçişi sağlayan moleküler mekanizmayı yeterli kullanabilen molekül toplulukları yaşama devam etti. çevresi zarlarla çevrili, ortamdan kendini soyutlayabilmiş, ilk dönemlerin saflığını sürdürebilen moleküller avantajlıydı. böylece ilk hücreler oluştu.

    yapıtaşları artık kolay temin edilemediklerinden organizmalar bunları üretmek zorunda kaldı. bunun sonucu bitkiler oluştu. bitkiler hava, su, güneş ışığı ve mineralleri alarak karmaşık moleküler yapıtaşları meydana getirir. insanlar gibi hayvanlar da bitkiler üzerinde parazit yaşam sürdürür.

    iklim koşullarının değişmesi ve rekabet nedeniyle çeşitli organizmalar daha da uzmanlaşmaya, işlevlerini geliştirmeye ve biçim değiştirmeye zorlandı. zengin bitki ve hayvan türleri dünyayı kaplamaya başladı. hayat okyanusta başlamıştı. oysa şimdi toprak ve havayı da içeriyordu. günümüzde, everest' in tepesinden denizin derinliklerine kadar her yerde yaşayan organizmalar var. sıcak, yoğun sülfürik asit çözeltilerinde ve antarktika' nın kuru vadilerinde organizmalar yaşıyor. tek bir tuz kristaline emdirilmiş suda organizmalar hayat sürdürebiliyor. özgün çevresine hassasiyetle bağlı ve uyarlanmış yaşam biçimleri gelişti. ancak çevre koşulları değişmişti. organizmalar aşırı özelleşmişti, bunlar öldüler. daha az uyarlanmış ancak daha genel özelliklere sahip olanlar da vardı. değişen koşullara, iklim farklarına rağmen bu organizmalar hayatta kalabildi. dünya tarihinde, yok olan organizma cinslerinin sayısı bugün canlı olanlardan çok daha fazladır. evrimin sırrı zaman ve ölümdür.

    adaptasyonların içinde faydalı olanlardan birisi de zekadır. çevreyi kontrol etme eğilimi şeklinde, zeka, en basit organizmada bile görülebilir. kontrol eğilimi yeni nesillere kalıtım ile aktarıldı: yuva yapma, düşmekten, yılanlardan, veya karanlıktan korkma, kışın güneye uçma gibi bilgiler nesilden nesile nükleik asitlerle taşındı. ancak zeka tek bireyin ömrü içerisinde uyarlanmış bilgileri ögrenmesini gerektirir. dünyadaki organizmalarin bir kısmı zekaya sahiptir, yunuslar ve maymunlar gibi. fakat zeka en fazla insan adlı organizmada belirgindir.

    insan, adaptasyon için gerekli olan bilgileri kitaplar ve eğitim yoluyla da ögrenir. insanı bugünkü durumuna, dünyada kontrolü elinde tutan organizma haline getiren en önemli etken öğrenme yeteneğidir.

    biz, 4.5 milyar yıl süren rastlantısal, yavaş bir biyolojik evrimin ürünüyüz. evrimin artık durmuş olduğunu düşünmek için hiçbir sebep yoktur. insan bir geçis hayvanıdır. yaratılışın doruğu değildir.

    dünya ve güneşin daha milyarlarca yıl yaşayacağı tahmin ediliyor. insanın gelecekteki gelişimi kontrol altında biyolojik çevre, genetik mühendislik ve organizmalar ile zeki makinalar arasında yakın ilişkinin ortak ürünü olabilir. ancak bu gelecekteki evrimi kimse şimdiden kesinlikle bilemez. herşeye rağmen, durağan kalamayacağımız açıktır.

    bildiğimiz kadarıyla, tarihimizin ilk dönemlerinde, on ya da otuz kişiyi geçmeyen ve grup bireylerinin hepsinin arasında kan bağı olan kabileler halinde yaşıyorduk. zaman ilerledikçe, daha büyük hayvanları ve daha geniş sürüleri avlayabilmek, tarım yapabilmek, şehirler kurabilmek için gittikçe büyüyen gruplar içinde yaşamaya başladık. dünyanın yaratılışından 4.5 milyar yıl ve insanın ortaya çıkışından milyonlarca yıl sonra, bugün, millet dediğimiz grupların içinde yaşıyoruz (ancak en tehlikeli politik sorunlardan birçoğu hala çatışmalardan kaynaklanıyor).

    insanların bağlılığının sadece milletine, dinine, ırkına, ya da ekonomik grubuna değil ama tüm insanlığa olacağı devrin yakın olduğunu söyleyenler var. yani on bin kilometre uzakta farklı cinsiyet, ırk, din ya da politik eğilimde olan birinin çıkarı, bizi komşumuza ya da kardeşimize bir iyilik yapılmış gibi sevindirecek. eğilim bu yöndedir fakat tehlikeli şekilde yavaştır. yukarıda sözedilen tutuma ulaşmadan zekamızın ürünü teknolojik güçler türümüzü yok etmemeli.

    insanı, daha fazla nükleik asit türetmek için nükleik asitlerden kurulmuş bir makinaya benzetebiliriz. en güçlü dürtülerimiz, en asil girişimlerimiz, en zorlayıcı gereksinmelerimiz ve sınırsız arzularımız aslında genetik materyalimizde kodlanmış bilgilerin sonucudur. bir yerde, nükleik asitlerimizin geçici ve hareketli deposuyuz. bu neden yüzünden insancıllığımızı —iyiyi, doğruyu ve güzeli aramayı— inkar edemeyiz. ancak nereye gittiğimizi bilmek için nereden geldiğimizi anlamamız gerekir.

    kuşku yoktur ki yüzbinlerce yıl önce avcı - toplayıcıyken taşıdığımız içgüdü mekanizmamız biraz değişmiştir. toplumumuz o günlerden bu yana dev adımlarla gelişmiştir. içgüdülerimiz bazı şeyleri, kalıtım dışı öğrenmeyle edindiğimiz bilgiler başka şeyleri yapmamızı söylüyor, sonuçta çatışma doğuyor.

    bir dönem sonra tüm insanlara karşı aynı özdeşleştirici duyguları besliyor duruma gelebilmemiz bile ideal olmayacak. eğer tüm insanları dünyanın 4.5 milyar yıllık tarihinin ortak ürünü olarak görebileceksek, neden aynı tarihi paylaşan diğer organizmalara da aynı özdeşleştirici duyguları beslemeyelim. yeryüzünde bulunan organizmalardan çok azını gözetiriz —köpekler, kediler, sığırlar gibi —çünkü bu canlılar bize faydalıdır ya da dalkavukluk yaparlar. ancak örümcekler, kertenkeleler, balıklar, ayçiçekleri de eşit derecede kardeşlerimizdir.

    bence, tümümüzün yaşadığı özdeşleştirici duygu yoksunluğunun nedeni kalıtımdır. bir karınca sürüsü diğer bir karınca grubu ile öldüresiye savaşabilir. insanlık tarihi deri rengi farkı, inanç değişiklikleri, giyim ya da saç modeli ayrıcalıkları gibi ufak değişiklikler nedeniyle çıkmış savaşlar, baskınlar ve cinayetlerle doludur.

    bize oldukça benzeyen ama ufak farkları —örneğin üç gözü ya da burnunda ve alnında mavi tüyleri— bulunan bir yaratık yakınlık duygularımızı hemen frenler. bu tür duygular bir zamanlar küçük kabilemizi düşmanlar ve komşular arasında koruyabilmek için gerekli uyarlanmış değerler olabilirdi. ancak şimdi az gelişmişlik örneğidir ve tehlikelidir.

    artık, yalnızca tüm insanlara değil bütün canlılara saygı duyma devri gelmiştir. nasıl bir başyapıt heykele ya da zarif bir şekilde donatılmış makinalara hayranlık ve saygı duyuyorsak... ancak elbette, bizim yaşamımızı tehdit eden şeyleri görmezlikten gelemeyiz. tetanoz basiline saygı göstermek için gövdemizi ona kültür yeri olarak sunamayız. ancak, bu organizmanın biyokimyasının gezegenimizin tarihinin derinlerine uzandığını hatırlayabiliriz. bizim serbestçe soluduğumuz oksijen, tetanoz basilini zehirler. dünyanın ilk dönemindeki oksijensiz ve hidrojence zengin atmosferin altında bizler yokken tetanoz basili yaşıyordu.

    yaşamın tüm örneklerine saygı dünyadaki dinlerin birkaçında, örneğin hindu dininin bir kolunda (jainler) vardır. vejeteryanlar da buna benzer bir duyguyu taşırlar. ama, bitkileri öldürmek hayvanları öldürmekten niye daha iyidir?

    insan yaşayabilmek için diğer canlıları öldürmek zorundadır. fakat buna karşılık, başka organizmaları yaşatarak doğada bir denge sağlayabiliriz. örneğin, ormanları zenginleştirebiliriz; endüstriyel ya da ticari değeri olduğu sanılan fokların ve balinaların katledilmesini önleyebiliriz; yararlı olmayan hayvanların avlanmasını yasaklayabilir, doğayı tüm canlılar için daha yaşanabilir duruma getirebiliriz.

    günün birinde uzak bir yıldızda milyarlarca yıl süren evrimden sonra gelişmiş, bize bedenen hiç benzemeyen ancak bizim gibi düşünebilen yaratıklarla tanışabiliriz. canlılarla özdeşleşme duygumuzun ufuklarını genişletmeliyiz. yalnızca kendi gezegenimize ait yaşam biçimlerine değil geniş galaksimizin yıldızlarında yaşayan ekzotik ve gelişmiş yaratıklara da aynı saygı ve hayranlığı gösterebilmeliyiz.

    ...

    --- carl sagan'ın kozmik bağlantı kitabından ---
hesabın var mı? giriş yap