• alalade, belki de önünden geçtiğinizde bile fark etmediğiniz bir sokak lambasının anılarıdır.
    sokak lambalarının hepsinin yeryüzünden silindiğini düşünsenize... dünya ne kadar karanlık bir yer olurdu geceleri.
    aslında bir şey itiraf edeyim mi, ben insanken sokak lambalarından nefret ederdim! belki de budur benim ironim...
    ışıklarıyla yıldızları örterlerdi, göremezdim. sonra anladım ki bizim elimizde değilmiş. hatta ben lambayken bile yıldızları izlemeyi çok sevdim. elektrikler kesilince ise sevincimi paylaşabileceğim bir dostum bile yoktu.

    bir sokak lambası, tahmin ettiğinizden çok çok daha fazla şey yaşamış olabilir, çok fazla şey görmüş, duymuş olabilir. anıları belki de sizinkileri katlayacak düzeydedir.

    uzun süre lamba olarak kaldım. aynı yerde kıpırdamadan etrafı inceleme olanağınız olsaydı elinizde, n'apardınız? insan sarrafı oldum dediğimde de inanmıyorlar şimdi. ben olmayayım da kim olsun?

    keşke aramızda ben gibi başkaları da olsa da onlar da paylaşabilse anılarını. umarım bu başlıkta yapayalnız kalmam.

    onlarca yıl önceydi, kara bir kış gecesi benim boyuma rağmen değemediğim o yüce, yüksek gökyüzünden düşen kar tanelerini hizzama geldiklerinde aydınlatıyordum yine. ankaradaydım, kar tipisi bittikten sonra ayazı kesilmişti. kar taneleri ağır ağır, acelesiz düşüyordu yer yüzündeki milyarlarca kardeşlerinin üstüne.
    onları izliyor, onları inceliyordum ben de. benim için en zevkli geçen mevsimdir kış. seyirliği çoktur, sıkılmam. hele kar yağıyorsa daha mutlusu yoktur benim için.
    ben kar tanelerinin güzelliğini izlerken, 2 çocuk koşa geldi umarsızca o eşsiz karları eziyorlardı. akşamın karanlığında çocuk cıvıltısı, karanlığı ortadan ikiye bölen bir gökkuşağı gibidir. ya da benim için öyleydi. gülümseyerek izliyordum manzarayı. ışığım fevkalade güzel tamamlıyordu bu tabloyu. çocuklar dibimde oynuyor, anne ve babası onlardan bir kaç adım geride onları izliyordu.
    yürümeye devam etti 1 fazlalıklı çekirdek aile. cıvıltılar git gide azalırken gökyüzüne baktım, yıldızlar apaçık ortada benimle birlikte aydınlatıyorlardı etraflarını.
    acaba ben de bir yıldız mı olmuştum? dünyaya hapsolmuş biçare bir yıldız. halbuki onlara eşlik edebilseydim, çok mu özgür olurdum? sonra vaz geçtim, uzayın karanlığı aydınlatılamayacak kadar büyüktür. ve ben karanlıkları sevmem. hem de hiç sevmem.
    karşımdaki ağaca baktım, kahverengi dalları çırılçıplaktı. üstünde kalan 1-2 yaprak da kımıldamıyordu. rüzgarsız, sessiz, sakin, bembeyaz bir geceden daha güzel ne olabilir ki?
    belki şöyle bir müzik de olsaydı o gün, daha hoş bir gece olurdu benim için. sonra sıcak şarap! evet sıcak şarabım da olsaydı keşke.
    ama yine de mutluydum o günlerde. yetinmeyi bilmeli bir lamba. aksi takdirde mutsuzlukla geçer tüm ömrü...

    https://www.youtube.com/watch?v=mqoanesq4cq
  • tesadüfler kader midir? sorusunu kim sormuyor ki kendine? öyle imkansız tesadüfler sıralanıyor ki önünüze, "kader" demekten başka bir şey gelmiyor elden.
    durup dururken gelmiyor mu "o" aklınıza? aradan epey zaman geçmiş olmasına ve onu çoktan unuttuğunuzu düşünmenize rağmen.
    ertesi gün onun adını bir tabela'da dükkan ismi olarak görmediniz mi yani hiç? veyahut bir yere yazılı bir biçimde? sanki önünüze bilerek getirilmiş gibi ama adı tesadüf olsun diye alelade bir yerlere kazınmış halde...
    otobüse bindiğinizde, onun parfümünü tanımadınız mı hemen? ve o nerede acaba diye gizlice bakmadınız mı sağınıza solunuza? daha da acınası olanı, onu göremediğinize hüzünlenmediniz mi tam o an?
    gazetede onun memleketiyle ilgili bir haber görmediniz mi? haberi boşverip onu düşünmeye dalmadınız mı istemsizce?
    art arda yaşamadınız mı hiç bu "tesadüfler"i sahiden?
    gecenin bir yarısı yastığa başınızı koyduğunuzda uykusuz bırakacak kadar içli içli düşünmediniz mi onu?
    hayatın acımasızca önünüze sürdüğü "zaman" kavramının en derin hallerini hazmede hazmede ve bir o kadar zorlanarak yaşayıp en nihayetinde unutmuşken, bu tesadüf denilen cezaya sövmediniz mi?
    evet,
    geldi.
    gördünüz.
    tanıdınız.
    hüzünlendiniz.
    daldınız.
    düşündünüz.
    başladınız.
    ve
    sövdünüz...

    ben bir lambayken hiç tesadüf yaşamadım ama insanken, kaç kez sevdiysem ve kaç kez unutmaya çalıştıysam aynı sayıya eşit olarak defalarca ve defalarca yaşadım bu tesadüfleri. acaba diyorum, bu insanlara özel tasarlanmış bir ceza mıdır, yoksa beynin duygusal lobunun ağırlığından mıdır?
    bence ikisi de değil, olamaz.
    ceza sayamam, anılara saygısızlık olur.
    beyin loblarının bilmem nesiyle ilgili bilimsel bir açıklama da yapamam, duygusallık katsayısının erkek ve kadında değiştiğini ve hatta erkekte çok az bulunduğunu söylüyorlar.
    halbuki, erkekler de ağlar... erkekler de bu tesadüfleri pekala yaşar.
    bir zat-ı muhterem beton kaplı ruhuma başını dayayıp ağladığında anladım.
    peki o zaman, nedir bu?
    kaderin cilvesi mi dersiniz...

    https://www.youtube.com/watch?v=khwrkn273fs
  • yıllar yıllar öncesinin hayaline dalmış gitmişim, akşam olmuş yine. sahi neydi saatlerimin kayıtsızca geçmesine neden olan; tıpkı kocaman bir kumsalda kıyıya vurup kaybolmuş köşesi kırık bir deniz kabuğu gibi içinde kaybolduğum anı? geçmiş işte. geçmiş bir zihni bu kadar oyalamamalı.
    peki deniz kabukları nereden çıktı bu buz gibi havada? ah, habitatı; buz gibi sular, engin denizlerken kendini bir anda kızgın kumların arasında bulan, şaşkınlıkla ait olduğu yerden istemsizce çok uzaklaştığını gören ve bunun çaresizliğiyle kendisini cehennem sıcağı kumlara çabalamadan teslim etmiş bir deniz kabuğu gibi kendi habitatıma ölesiye uzağım işte. yine tıpkı o kırık deniz kabuğunun yaptığı gibi, canı sıkılan bir canlının beni alıp tekrar denize fırlatmasını bekliyorum aslında. peki ya daha acımasızı gelir de bambaşka bir yere götürür ve beni olmak istediğim yerden ebediyen ayırırsa? evet bu da bir ihtimal. hep ihtimaller ipinin üzerinde yürümüyor muyuz zaten? ya biri gelecek beni ben yapacak tekrar, ya da biri gelecek beni benden tamamen alacak, götürecek. ben de ben olmaktan çıkacağım o zaman. evin tatsız bir köşesinde unutulmuş kırık bir deniz kabuğu olacağım. ya da kumsalın tam ortasında kimsenin dikkatini dahi çekmeden gömülüp kalacağım. şansım varsa denize fırlatılırım belki. neden olmasın tabii? ama bir sokak lambası tercih yapmamalı bence, sadece öylesine, ölesiye beklemeli. hangi seçeneğe maruz kalacağını merakla beklemeli. fakat boş verelim şimdi bu gevezelikleri. 5 yıl mı? 2016’dan beri hiç mi dönüp kendime bakmadım ve kendimi görmedim? kendimi unutmuşum, gitmişim tıpkı bugünkü anıda saatlerimi kaybettiğim gibi, kim bilir nerelerde yıllarımı kaybetmişim…
    hatırlıyorum birazını, içim o kadar boştu, bomboştu ki sanırım gerçekten tam bir direk olarak geçirdim onca zamanı. o her gün gördüğüm diğer beton direkler gibi, tıpkı bir sokak lambası direğinin yapması gerektiği, olması gerektiği gibiydim. boş, bomboş. duygusuz, hissiz. dümdüz. sevinçlerim ve hüzünlerim olmadı mı? eh o kadar da değil, elbette oldu. ah hem de neler neler oldu. ama içimdeki tarifsiz boşluk hep baki kaldı.
    peki şimdi beni geri döndüren ne? içim mi doldu? o gitmeyi hiç aklına bile getirmeyen yüzsüz boşluk, ışık hüzmelerimden akıp gitti mi? karıştı mı havaya? bir anda, öylece… zannetmem. henüz ben de bulamadım sebebini esasen, lakin içimdeki bir ses durmadan bir şeyler söylüyor gibi. durmadan durmadan. diyor ki; “geldin ama sevinme, bir 5 yıl daha hatta kim bilir kaç 5 yıl daha yok olacaksın, bomboş kalacaksın. şimdi geldin ama pek yakında tekrar gideceksin.”
    hak verir gibi oluyorum ona. ama şimdilik onu susturup, bizim laflama zamanımız.

    an adagio
hesabın var mı? giriş yap