• tam adı bitmeyen yolculuk oğuzhan müftüoğlu kitabı olan, adnan bostancıoğlu'nun oğuzhan müftüoğlu ile yaptığı nehir söyleşiden derlenen kitap. ayrıntı yayınlarından yeni piyasaya sürüldü.

    oğuzhan müftüoğlu 1944 yılında anamur’da doğdu. 60’lı yıllarda ankara üniversitesi hukuk fakültesi öğrencisiyken dev-genç hareketine katıldı. kızıldere öncesinde mahir çayan ve arkadaşlarıyla birlikte thkp-c saflarında mücadele etti. dev-genç ve thkp-c davalarından yargılandı, ceza aldı. 1974 affıyla birlikte tahliye edildi. 70’li yıllarda önce devrimci gençlik, ardından devrimci yol hareketinin kurulmasında öncelikli rol oynadı. 12 eylül’den sonra açılan devrimci yol ana davasında 1 numaralı sanık olarak yargılandı. 11 yıllık cezaevi yaşamının ardından 1991’de tahliye oldu. toplumsal araştırmalar kültür ve sanat için vakıf’ın, özgürlük ve dayanışma partisi’nin ve birgün gazetesinin kuruluşunda yer aldı.
    adnan bostancıoğlu, 2008 yılında başladığı ve muhtelif fasılalarla yaklaşık üç yıl süren görüşmelerde, oğuzhan müftüoğlu ile çocukluğundan başlayarak bugüne kadar olan yaşamını konuştu. müftüoğlu’nun yaşamı, türkiye’de devrimci hareketin yükseliş ve yenilgi dönemlerinin de tarihi... dolayısıyla söyleşinin eksenini, 60’lı yılların dev-genç’inden 70’li yılların devrimci yol’una uzanan mücadele süreci ve 12 eylül sonrası oluşturdu. döneme damgasını vurmuş olaylar, öne çıkmış ya da gölgede kalmış insanlar; solun tarihinin ayrılmaz bir parçası olan işkenceler, mahkemeler, cezaevleri bitmeyen yolculuk’un kilometre taşları oldu.
    “bizim yaşadığımız dönem, 1960’lardan 2000’li yıllara kadar uzanan bir süre. 40 küsur yıl. bu süre boyunca benim yaşadıklarım, tanık olduklarım, birinci dereceden sorumlu olduğum olaylar sadece bana ait şeyler değil. bu dönem hem ülke açısından hem de devrimci mücadele açısından önemli bir dönem. (...) ben kendi adıma bir anı kitabı yazmayı düşünmüyorum; ama yaşadığım veya tanığı olduğum şeylerin, bir şekilde yazılı hale getirilmesinin gerekli olduğunu da kabul ediyorum. belki böyle bir söyleşiyle bu ihtiyacı bir ölçüde karşılayabiliriz diye düşünüyorum.” (oğuzhan müftüoğlu) site

    http://www.kitapyurdu.com/…sp?id=575533&sa=74756485
  • sehirlerarası otobüste; horlayan birinin yanına oturmak, önündeki insanın*koltuğu arkaya doğru abanması, bebek(ler) olup sırayla ağlaması, bitmeyen ve bitmeyecek olan yolculuktur.
  • herşeye rağmen öğretici bir kitaptır ortaya çıkan.

    özellikle devrimci yol'un liderlik anlayışı ve politika yapma tarzı ile ilgili pek çok bölüm var. bazı bölümlerde insanın umutları cidden yokoluyor ama aslolan mücadele değil mi zaten? yolun sonunun ne önemi var.
  • tkp'nin 1980 darbesi sırasında devrimci yol'a yönelik operasyonlardan sonra kızılay meydanında "bir devin çöküşü" şeklinde "bir bildiri gibi birşey" dağıttığına dair asılsız bir iddia içeren kitap. oğuzhan müftüolğu'nun işkence sırasında polisin kendisine gösterdiği bu sahte "bir bildiri gibi birşey"i gerçek birşey gibi aktarmasından dolayı, 1974 yılından bu yana tkp kadrolarının ve militanlarının sesi olan ürün sosyalist dergi'de bir kınama yazısı yayınlanmıştır:

    "oğuzhan müftüoğlu ve arkadaşlarına açık mektup

    devrimci yol-ödp hareketinin lideri oğuzhan müftüoğlu'nun yaşamı ve mücadelesiyle ilgili büyük söyleşi kitabı şubat 2011'de ayrıntı yayınları tarafından yayınlandı. kitap, bitmeyen yolculuk. oğuzhan müftüoğlu kitabı başlığını taşıyor.

    adnan bostancıoğlu'nun oğuzhan müftüoğlu'yla yaptığı büyük söyleşi, 1960'lardan bu yana devrimci hareket içinde yer alan, 1970'lerin ikinci yarısında devrimci demokrat hareketin en güçlü ve en yaygın örgütü olan devrimci yol'un önderliğini yapan, 12 eylül faşizmine esir düşüp zindanda 11 yıl yattıktan sonra 1996'da özgürlük ve dayanışma partisi'nin kurulmasına öncülük eden oğuzhan müftüoğlu'nun anılarını ve değerlendirmelerini içeriyor.

    1970'lerin ikinci yarısında türkiye işçi sınıfının, yoksul ve topraksız köylülerin, kamu emekçilerinin, şehir yoksullarının, başta kürt halkı olmak üzere ezilen halkların, öğrencilerin, kadınların, aydınların, emperyalizme ve kapitalizme karşı büyük ve görkemli atılım yıllarında, işçi sınıfının komünist hareketi içinde en güçlü ve en yaygın örgüt, türkiye komünist partisi'ydi.

    o sıralarda, komünist hareket ile devrimci demokrat hareket arasında, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele ediyor olmaktan kaynaklanan dayanışma ve güçbirliği olduğu gibi, ideolojik, politik ve örgütsel görüş ayrılıklarından kaynaklanan çekişme ve rekabet de vardı. üstelik bu rekabet, dönemin sekter havasının etkisiyle zaman zaman yıkıcı boyutlara da ulaşıyordu.

    emperyalizmin ve kapitalizmin tezgâhladığı 12 eylül 1980 darbesini önleyebilecek birleşik bir cepheyi kuramayan komünist ve devrimci hareketler, 12 eylül faşizminin zulmünü birlikte yaşadılar. dışarıda devrim cephesini örememenin acısını, aynı zindanları, aynı işkence odalarını, aynı hücreleri paylaşarak ödediler.

    1970'lerin devrimci atılım yıllarını ve 12 eylül faşizminin baskılarını tkp saflarında yaşayan kadrolar olarak, oğuzhan müftüoğlu'nun söyleşisini merakla okuduk. bu dönemleri “dost ve rakip” devrimci yol'un liderinin gözünden izlemek, ilginç ve öğretici bir deneyim oldu. geçmiş bilgilerimizi tazelemek, devrimci hareketin güçlü ve zayıf yönlerini görmek, ortak hatalarımızdan ders çıkarmak fırsatını bulduk. kitaptan yararlandık ve yeni dönemde mutlaka başarıya ulaşacak olan türkiye devriminin tarihinin yazılmasında önemli bir kaynak olacağı düşüncesine vardık.

    ancak kitabın 251.-252. sayfalarında, “dal'da karşılaşma” başlığını taşıyan bölümde okuduklarımız bizi irkiltti ve derinden üzdü. ilgili bölüm şöyle:

    -dal'da bulunduğunuz süre içerisinde başka siyasi hareketlere yönelik operasyonlar da oldu. bu sırada geçmiş yıllardan tanıdık insanlar gelip gitti mi?

    -cuntanın en çekindiği grup devrimci yol olduğu için ilk operasyonu bize karşı düzenlemişlerdi. diğerlerini sonraya bıraktılar. devrimci yol operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, mart ayına doğru diğerlerine yöneldiler. dev-sol ekibi zaten 12 eylül'ün hemen arkasından yakalanmıştı. bir ara tkp'liler bizim yakalanmamızla ilgili kızılay’da bir bildiri gibi bir şey dağıtmışlar, “bir devin çöküşü” diye. polislerden biri herhalde moralimi bozmak için o bildirilerden birini getirip bana göstermişti. çok tuhafıma gitmişti. solcu bazı gruplar, demek, kendilerine rakip gördükleri bir sol grubun faşist cunta tarafından ortadan kaldırılmış olmasına çok sevinmişlerdi. bir de sol neden yeniliyor diye uzun uzun sebep aranır.

    -sonra tkp’ liler de geldiler değil mi?
    -evet, sıra onlara gelince onlar da geldi.

    bu bölümde söylenenler düpedüz yalandır, kuru iftiradır. bu yalanı, bu iftirayı kategorik olarak reddediyoruz. tkp'liler böyle bir bildiri dağıtmamışlardır. tkp'liler, dev-yolcuların yakalanmasına asla sevinmemişlerdir.

    tkp'lilerin o dönemdeki politikasına yön veren temel belge, daha ilk gün, darbe günü yayınlanan “cuntaya karşı direnişte birleşelim!” çağrısıydı. türkiye komünist partisi merkez komitesi'nin çağrısı, “milli güvenlik konseyi denilen cunta, yönetime el koydu. parlamentoyu dağıttı. tüm politik partileri kapattı. anayasayı kaldırdı. böylece burjuva parlamenter sisteme son verdi ve yerine açık askersel bir diktatörlük getirdi. saldırının sivri ucu işçi sınıfına, emekçilere, ilerici partilere, sınıf sendikalarına, demokratik örgütlere, demokratik basına, kürt ulusal hareketine, anti-amerikan dindar yığınlara yöneliktir. cuntanın arkasında amerikan emperyalizmi, işbirlikçi tekelci burjuvazi var.” diye başlıyor ve “amerikancı cuntaya karşı direnişte tüm yurttaşlar birleşin!” cümlesiyle bitiyordu.

    oğuzhan müftüoğlu'nun söylediğinin tersine, daha o gün, ülkenin çeşitli yerlerinde tkp kadroları ile diğer devrimci kadrolar arasında cuntaya karşı ortaklaşma ve dayanışma örnekleri yaşandı. bir gün önce bile duvara yazı yazmak gerekçesiyle birbirleriyle kapışan kadrolar, cuntanın baskısına karşı direniş ruhunu yaymak, halka salınan ağır korku ve panik havasını dağıtmak, sıkıyönetim bildirileri ve polis baskınlarıyla aranan insanlarını korumak için harekete geçtiler.

    12 eylül döneminde örgüt ve grup ayrımı olmadan aranan insanlarımızı karşılıklı olarak güvenli yerlerde barındırdık, aynı evlerde saklandık, ekmeğimizi, suyumuzu paylaştık. içeriye alınan insanlarımız için hukuksal yardım ve dayanışma girişimlerinde bulunduk.

    yakalanıp aynı dönemde işkenceye alındığımızda, hücrelerde birbirimize moral ve tüyo verdik, yaralarımızı sardık. hiçbir şey yapamadığımızda, baygın yoldaşımızın elini tuttuk. devrimci onurumuzu savunduk, birlikte slogan attık, birlikte marş söyledik. devrim ruhunu unutmadık, unutturmadık. savunmalarımızı birlikte hazırladık. geçmiş kapışmalarımıza üzüldük, incir çekirdeğini doldurmayan titizlenmelerimize güldük, yanlış anlamalarımızdan ve kabalıklarımızdan utandık. birbirimizden çok şey öğrendik, derin dostluklar kurduk.

    bu söylediklerimizi karşılıklı olarak doğrulayacak insanlar çok şükür hâlâ yaşıyor.

    tabii ki, oğuzhan müftüoğlu'nun tkp'lilere kasten iftira attığını söylemiyoruz. ancak, polisin işkencedeki bir insanı çözmek için her türlü yalanı kullanabileceğini, sahte belge imal edebileceğini düşünmemesini, devrimci bir hareketin liderine asla yakıştıramıyoruz.

    daha önceki dönemleri bir yana bırakalım, 12 mart faşizmi döneminde de, 12 eylül faşizmi döneminde de, bugün de, işkenceci odakların, kontrgerillanın, psikolojik savaş aygıtlarının en olmadık belgeleri imal ettiğine, en akla sığmaz yalanlara dayanarak kitleleri şartlandırdığına, insanları kandırdığına, medyayı ve yargıyı yönlendirdiğine oğuzhan müftüoğlu da tanık olmuştur.

    hadi, o gün işkence altında oğuzhan müftüoğlu'nun basireti bağlandı, işkencecilerin yalanına inandı diyelim; fakat, aradan 30 yıl geçti. 30 yıl boyunca bu konuyu kafasında tartıp nasıl bir sonuca ulaştıramadı? niçin bu olayın doğrusunu yanlışını sorup soruşturmadı?

    üstelik, oğuzhan müftüoğlu, zindanda tkp'lilerle birlikte kaldığı gibi, çok daha sonraları ödp'de tkp kökenli kadrolarla birlikte yan yana çalıştı.

    oğuzhan müftüoğlu, işkencecilerin yalanına inanmış, bu yalanı hiç sorgulamadan kabul etmiş ve 30 yıl sonra pek matah bir şeymiş gibi devrimcilerin ve halkın kafasına boca etmekten kaçınmamış. bu tutumunu devrimci ahlaka sığdıramıyoruz. akla, mantığa, sağduyuya açıkça aykırı düşen bu iftirayı ortaya atmasını açıkça kınıyor ve ondan özür bekliyoruz.

    sorularıyla söyleşiye yön veren adnan bostancıoğlu'nu da, sanki tkp'liler açısından çok olağan bir şeyden söz ediliyormuş gibi, hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden, sorgusuz sualsiz bu iftirayı kabullenip kitapta aktarması nedeniyle kınıyor ve tkp'lilerden özür dilemeye davet ediyoruz.

    biz oğuzhan müftüoğlu ve arkadaşlarını siyasal yaklaşımları, mücadele yöntemleri açısından çok eleştirdik ve hâlâ eleştiriyoruz. devrimci demokrat bir platformu savundukları dev-yol döneminde de eleştirdik, dünya kapitalizminin neoliberal saldırısının başladığı dönemde gorbaçov revizyonizminin rüzgârından etkilenip tkp ve başka örgütlerden gelen kadrolarla reformist demokrat bir platforma savruldukları ödp döneminde de eleştirdik. bu konulardaki eleştirilerimiz arşivlerde duruyor.

    ama, devrimci bir hareketin faşizmin baskısına uğramasından sevinç duymak bambaşka bir şeydir. biz zulme uğrayan her devrimciyle dayanışma içinde olduk ve oluruz. bırakın devrimcileri, zulme uğrayan reformcularla, burjuva demokratlarıyla da dayanışma içinde olduk ve oluruz. hatta egemen sınıfın içinde anti-demokratik baskılarla karşılaşan, hukuk dışı yöntemlerle saf dışı edilen çevrelerin de demokratik, yasal haklarını savunduk ve savunuruz. tkp, oğuzhan müftüoğlu'nun hiç sorgulamadan aktardığı iftirayı asla hak etmiyor.

    iftiraya daha yakından bakalım isterseniz. oğuzhan müftüoğlu, 12 eylül'den sonra en zor koşullarda faşizme karşı mücadele eden tkp'lilerin, başka hiçbir işleri güçleri yokmuş gibi, dev-yolcuların yakalanmasıyla ilgili olarak “kızılay'da bir bildiri gibi bir şey” dağıttıklarını söylüyor. ne kadar lastikli bir dil, değil mi? ne demek bildiri gibi bir şey? bildiri mi, başka bir şey mi? bir değerlendirme yazısı mı, bir broşürün içinde bir cümle mi, ne?

    doğrudur, tkp'liler o dönemde cuntaya karşı bütün halkı birleşmeye çağıran, işkenceleri ve baskıları teşhir eden bildiriler dağıttılar. yeni kurulan yök'e karşı, idamlara karşı, nato'ya karşı kuşlama yaptılar. duvarlara yazı yazdılar, pankart astılar. faşist şeflerin cakasını en güçlü olduklarını sandıkları dönemde bozdular. faşist anayasayı kabul ettirme oylamasında hayır oyu verilmesi için taksim'de, kadıköy'de, maltepe'de, şişli'de, mecidiyeköy'de, gültepe'de, levent'te, hisarüstü'nde, ortaköy'de, istinye'de, hasköy'de, alibeyköy'de, eyüp'te, bakırköy'de, merter'de, beyazıt'ta, aksaray'da, topkapı'da, kartal'da, beykoz'da, paşabahçe'de, kızılay'da, mamak'ta, izmit'te, gebze'de, izmir'de, bursa'da, zonguldak'ta, çukurova'da, birçok şehir ve kasabada, fabrikalarda, işyerlerinde, işçi semtlerinde, üniversitelerde, liselerde, her fedakârlığı göze alıp bildirilerini insanlara ulaştırdılar. devrimci umudu ayakta tuttular. ama kafalarını peynir ekmekle yemedikleri için, ancak cuntayı güçlendirecek bir gelişmeye güya sevinip saçma sapan bir bildiri dağıtmaya kalkmadılar.

    oğuzhan müftüoğlu, kendini akıl mantık ölçülerini unutacak kadar çok önemsiyor. şu cümlelere bakar mısınız lütfen: “cuntanın en çekindiği grup devrimci yol olduğu için ilk operasyonu bize karşı düzenlemişlerdi. diğerlerini sonraya bıraktılar. devrimci yol operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, mart ayına doğru diğerlerine yöneldiler.” böyle saçma bir böbürlenme olur mu? faşizmden operasyon yeme kıdemine mi bel bağlıyorsunuz bu yaşta? bu kadar keskin “biz ve diğerleri” ayrımı, bu kadar yılın olumlu olumsuz deneyiminden sonra, ayıp kaçmıyor mu?

    ne var ki, bu kibirli dilin gerçeğe aykırı olduğunu, tarihi düpedüz tahrif ettiğini, bir cümle sonra kendisi de söylemek zorunda kalıyor: “dev-sol ekibi zaten 12 eylül'ün hemen arkasından yakalanmıştı.” hani ilk olarak size yönelmişti cunta? hani ilk operasyon size karşı yapılmıştı? bakın, sizden önce operasyon yiyenler de var.

    “bir devin çöküşü”, faşist cuntanın devrimci örgütlere yönelik operasyon yapma sırasından bile kendine sahte bir pay çıkarmaya çalışmaktır.

    “bir devin çöküşü”, 30 yıl sonra bile işkencecilerin yalanını gerçekmiş gibi ortaya salmaktır.

    tkp'liler, sizin yakalanmanızla ilgili olarak “bir devin çöküşü” diye herhangi bir bildiri dağıtmadılar, sizin yakalanmanızdan sevinç duymadılar. ama siz, bu akla mantığa aykırı iddianız ve kibirli dilinizle bir devi çökertiyorsunuz. bizi, sadece gerçeğe sadakat adına, tarihe doğru not düşmek adına, bu acı mektubu yazmak zorunda bırakıyorsunuz.

    tüy dikmek

    biz oğuz müftüoğlu'nun, söyleşi kitabında, bir işkencecinin iftirasını 30 yıl sonra tekrarlamasının üzüntüsünü yaşadık. bugünün ağır koşullarında, dünyanın her yerinde devrim ile karşıdevrim arasındaki kapışmanın sertleştiği dönemde, akp'nin saldırısına, emperyalist müdahale ve savaşa karşı elimizden geleni yapmaya çalışır ve bütün devrimcileri yeni bir bilinçle ortak yürüyüşe davet ederken, dost bildiğimiz bir hareketin liderinden gelen bu saçma iddiaya anlam veremedik.

    her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz diyerek, o dönemi yaşayan kadrolar arasında bu konuda ayrıntılı bir araştırma yürüttük. zaten daha önce hiç duymadığımız, hiç aklımızdan geçirmediğimiz, aramızda hiç gündeme gelmemiş böyle bir olayın asla yaşanmadığına emin olduk.

    tam üzüntümüzü ve tepkimizi belirtmeye hazırlanırken, hep dayanışma içinde olduğumuz birgün gazetesinin 9 mart 2011 tarihli sayısında mehmet süha alparslan imzalı, “bir devin çöküşü!” başlığını taşıyan bir yazıya rastladık. doğrusu, “entel magandalar” gibi yakışıksız bir dil kullansa da, yazarın asıl amacı kolayca anlaşılıyor. yazar, sözü günümüze getirip işbirlikçi liberalleri eleştirmek istiyor. şöyle diyor:

    bu ülkenin aydın geçinen kimi entel magandaları da bir acayiptir. gericilere başka bir yelpazeden hep destek vermek adetleridir. şimdi kendine sol maske takan “dsip”çiler gibi, “yetmez ama evet”çiler gibi.

    ve hemen ardından, oğuzhan müftüoğlu'nun söyleşisinden yukarıda verdiğimiz bölümü aynen aktarıyor, tkp'lilere yönelik iftirayı bu kez birgün okurlarının üstüne boca ediyor. herhalde türkçedeki “tüy dikmek” deyimi, ingilizcedeki “hasara hakaret eklemek” deyimi böyle bir şey olsa gerek. tkp'lilerin 12 eylül 2010'daki anayasa referandumunda hayır oyu kullandığını, “yetmez ama evet” tutumunu sistemli biçimde eleştirdiğini bile bilmeden, tkp'lileri dsip'lilere benzetiyor.

    oğuzhan müftüoğlu, işkencecisinin akla mantığa sığmaz yalanını hiç sorgulamıyor, kabul ediyor. inandığı bu yalanı 30 yıl boyunca içinde saklıyor, 30 yıl sonra yaptığı büyük söyleşide dile getiriyor. adnan bostancıoğlu, bu olmadık iftiraya, herkesin bildiği olağan bir şey muamelesi çekiyor, aslını astarını araştırmadan kitapta yer veriyor. tkp'lilere yargısız infaz yapmak anlamına gelen bu iftiraya yer veren kitabı, ayrıntı yayınları, hiçbir araştırma ve düzeltme zahmetine katlanmadan, yayınlıyor. mehmet süha alparslan, dsip'i eleştirmek istiyor. eleştirisini temellendirmek için tarihe dalıyor. oğuzhan müftüoğlu'ndan aldığı sözüm ona “bilgi”yle tkp'lilere kara çalıyor. birgün gazetesi bu kara çalmaya sayfalarında ve sitesinde yer veriyor. çember tamamlanıyor. ankara dal'daki işkencecinin yalanı tekrarlana tekrarlana medyatik gerçeğe dönüştürülüyor. tarih çarpıtılıyor. tkp'lilere karşı linç uygulanıyor.

    dürüst medyanın en temel kuralları, gerçeğe sadakat, devrimci gazetecilik ilkeleri, devrimci yayıncılık gelenekleri, devrimci sorumluluk, devrimci ahlak ayaklar altına alınıyor. sadece egemenlere özgü olduğunu düşündüğümüz “ben yaptım, oldu” kibri benimseniyor. gözlerimizin önünde, bir dev, hakikaten, sapır sapır dökülüyor.

    oğuzhan müftüoğlu'nu, adnan bostancıoğlu'nu, ayrıntı yayınları'nı, mehmet süha alparslan'ı, birgün gazetesini, işkencecilerin 30 yıl önceki bir yalanıyla tkp'lilere kara çaldıkları için, bütün tkp'lilerden özür dilemeye çağırıyoruz.

    türkiye devrimini gerçekleştirmek, kapitalist sömürüye ve emperyalist zulme son vermek, yeni bir dünya kurmak için, daha birlikte yürüyecek çok uzun yolumuz var. sizi sorumluluğa davet ediyoruz.

    dostlukla."

    http://www.urundergisi.com/haber.php?newsid=7473
  • "türkiye devrimci hareketi neydi, ne oldu?" sorusunu soranlar açısından sadece örnek değil, aynı zamanda ibret de alınması gereken bir tarihe dair anı-söyleşi kitabıdır.

    türkiye devrimci hareketinin tarihinde en kayda değer enerjiyi biriktirmiş akımın ve bu birikimi muhafaza edemeyişinin öyküsünün anlatıldığı söyleşide hikayeyi birinci ağızdan dinliyoruz. kimi noktalarda spekülatif iddialara yer verilse ve son derece öznel bir dil kullanılmış olsa bile, böylesi bir tarih anlatımının bunlardan muaf olamayacağını bilerek okudum kitabı. darbenin mağduru değil muhatabı ve hedefi olunması gerçekliği etraflıca ortaya konabilmiş. ancak bugün bunu ifade etmek zaten genel olarak bilinen bir doğruyu tekrarlamaktan öteye gidemiyor.

    gözüme ilişen şeylerden birisi de muhataplarınca hala aşılamayan bir eşik gibi duran, siyasal ve örgütsel kapasite itibari ile devrimci yol'a duyulan özlem... gözüme ilişemeyen şey ise bu özlemi nostaljik bir öğe olmaktan çıkartacak bir muhasebe. elbette bir anı kitabında örgütsel bir muhasebe aramıyorum ama kitapta geçmişe dair eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşım da göremedim. yani esas olarak ciddi bir siyasal değerlendirme eksikliği sürüyor ve bu anlatılanlara yansımış.

    anlatılanlardan çıkarttığım kadarıyla oğuzhan müftüoğlu geçmişe dönüp iki şeyi değiştirebilseydi herşeyin farklı olabileceğini düşünüyor. ilki, sonrasında devrimci sol'un ortaya çıkacağı istanbul ayrışması, ikincisi ise; 12 eylül'ün hemen sonrasında, tıpkı 12 mart'ta olduğu gibi karakol kurulan bir eve giderek yakalanışları... bu kısımlar, özellikle ikincisi anlatılırken ciddi bir iç çekme hali hakim. ama ben aynı kanaatte değilim, zira her iki durumda da yaşanılanlar siyaset ve örgüt algısından bağımsız değil.

    bir diğer ilginç nokta da oğuzhan müftüoğlu'nun "12 eylül arefesinde gidişatı değiştirmek için ne yapılabilirdi?" anlamına gelen soruya "yasal kitlesel parti kurulabilirdi" manasına gelen bir cevap vermesi. dünden bugüne çıkartılabilen sonuçlar buysa, mevcut sonucun böyle olmasına şaşırmamak gerekiyor sanırım.
  • ayrıntılarda boğulmayıp çok temel iki-iki buçuk çizgiyi yakaladığınızda kızgınlık içinde değil acıyarak okumaya başladığınız hatırat. evet, acınarak okunması gereken bir hatırat bu. neredeyse 30 yıla yakındır inanmadığı bir işi yapan, bu işi yapmak için ilyas aydın olayı gibi kendi kuşağından herkesin yalan olduğunu bildiği bir olayda bile resmi tarihi tekrarlamak zorunda kalan, bunları yaparken de gerçeklik algısını büyük ölçüde yitirmiş bir adam söz konusu. inanmıyorsa bu boku yemeyebilir denebilir. öncelikle bir numara olarak davaya en su koyamayacak adam durumunda. ki "bir numara" olmak gibi bir sorumluluğu hiç olmasaydı bile başka sorumlulukları vardı. ertelendikçe daha da ağırlaşan bir yüzleşme sorumluluğu ve devrimci yol'un bir numaralığını bırakıp hayata bin numaradan başlamanın zorluğu. evet, bu boku yemesi şart değildi belki ama zorluklarını ve zorunluluklarını da görmek durumundayız. bunları da değerlendirmeye dahil ettiğimde ben üzüldüm ne yalan söyleyeyim. aslında oğuzhan müftüoğlu'ndan çok rahat bir yunan tragedya karekteri çıkar.

    hiç öyle dev sol ayrılığıymış, karakol kurulan eve girmeymiş gibi detaylarda boğulmaya gerek yok. hiç girme bir girersen boğulursun. ama oğuzhan'ın bölük pörçük anlattığı parçaları birleştirdiğinizde ortaya çıkan çok temel iki olgu şunlar:

    1- 1974'te yeniden toparlanırken bu böyle olmayabilirdi belki ancak şurası kesin, 12 eylül'e karşı ne yapılabilirdi sorusuna cevap yasal partiyse artık mahir çayan'ın stratejisine inanılmıyor demektir. pass'yi sorguladığınız vakit üçüncü bunalım dönemi tahlilini de sorgularsınız ki mahir çayan'ın bütün teorisinin sil baştan yazılması anlamına gelir bu. muhattabımız açık konuşmadığı için bu durumun miladı tam olarak neresidir bilmiyoruz. ama en azından müftüoğlu'nun fatsa'daki başarıdan sonra böyle bir parti kurmayı ciddi ciddi düşündüğünü kendi anlatımından biliyorsak pekala 1980 diyebiliriz.
    2- ama yıl olmuş 2016 hala yolumuz çayanların yolu demekten vazgeçilmedi. çünkü bugün ödp'yi ayakta tutan anlatı devrimci yol. devrimci yol da 1974'lerde mahir çayan'ın anlatısı üzerine inşa edilmiş, en azından ilk birikimini gençlik içindeki thkp/c sempatisini örgütleyerek yapmış bir hareket. sonrasındaki süreçte belki iç savaş gibi öncü savaşıyla çelişen tespitler yapmış, belki öncü savaşını uygulamamış ama sürekli gelecek zaman kipinde yapacağız-edeceğiz demiş, öncü savaşını hiç bir zaman reddetmemiş bir hareket. bu saatten sonra çayanların yolundan başka bir yol açmalıyız demek de kolay bir şey değil. ve zaman geçtikçe güçleşiyor.

    bu yüzleşme yapılamadığı için ortaya bugün hdp legal siyaset yaptığında "çözüm sandık değil sokak" diyen ama 12 eylül'e panzehir olarak yasal partiyi öneren bir ucubelik çıkıyor. sanki 12 eylül devrimcileri içeri tıkarken legal-illegal ayrımı yapmış gibi.

    yüzleşme yapılmadıkça devrimci yol asla ulaşılamayacak bir fetişe dönüşüyor. devrimcilik de sadece beli bir zamana ve mekana özgü bir mefhum haline geliyor. o güzel devrimciler o güzel atlarına binip gidince devrimcilik de gitmiş sayılıyor. biz yeni kuşaklara da sadece o günlerin anlatısını tekrar ve tekrar üretmek kalıyor. iş salt pasif hikaye anlatıcılığıyla kalsa iyi. bugün türkiye halkının yüzde doksan beşi için hiç bir anlam ifade etmeyen dev genç'in mirası için birbirlerini vurdu ödp'li ve sdp'li gençler. siz bu yüzleşmeyi yapamadıkça ceremesini genç kuşaklar çekiyor. tamam, şu saatten sonra her şey çok daha zor artık bunun farkındayım. ama yapın artık şu yüzleşmeyi bir gözünüzü seveyim. geçmişin ölülerinin karabasanı daha kaç tane genç kuşağın üstüne çökecek?
hesabın var mı? giriş yap