• geceleri oynarken yerimizden hoplamamıza neden olmuş, bazı yerlerde ufak detayları gözünüzden kaçırdığınız için saatlerce çıkış yolunu bulmaya çalışabileceğiniz süper oyun. kanımca ilki* daha korkutucu ve vahşi idi.
  • blood'un devamı olarak çıkarılmış sadece isim olarak, yani sözde blood 2..
    blood 1 ile arasındaki ter fark grafiklerin kaliteliliği. ba$ka da hiçbir efecti, olayı be$ para etmez..
    bizde ne ilk cd yi aldığımızda ne hayallere kapılmıştık kendimizce. kan banyosu yaparız diye geçirmiştik içimizden ama olmadı.
    oyunda,
    yapay zeka hemen hemen yok
    seviye tasarımları iğrenç denebilecek kadar kötü.
    bazı bölümlere hiç ama hiç kur$un konmamış, herhalde adamları tükürerek veya osurarak öldürmeye çalı$acağız bu durumlarda..

    o kadar da reklam yapıldı, edildi, çizildi. ama ne oldu bir hiç. seriyi bok ettiler.
  • -this is gideon
    you are guest conducter
    hold on tight!
    the ride might get a little blooddyy!!

    replikleriyle kendinizi bi metronun içinde bularak başlayacağınız keyifli kan dolu süfer bi oyundu zamanında.
  • oyunda belirli bir hasar aldıktan sonra yere yatıp sırtındaki sıvıyı vucudüne enjekte edip bombaya dönüşen cobalco askerleri vardı; ilk oynadığımda hep kaçmıştım onlardan. ancak daha sonra allah'ın mı yoksa quake'in takdiri midir, hoplaya zıplaya oynayarak onlar patlayıcı hale gelmeden paramparça edebiliyordum.
  • oynadığım ilk zamanlarda sanat eseri dediğim ancak buglar çorap söküğü gibi geldikçe tiksindiğim 3d zırvası.
  • ilkinin eline su bile dökemeyecek bir oyun. ha mütiş silahlar var ama ilk oyundaki maranattoo diye bağiran pompali tüfekli elemanlari da istedik bu oyunda. yoklardi. hem fazla kolay hemde fazla abuk noktalari var. espriler de epey bayat.
  • the second cut is the deepest sloganına sahip fps.

    ilk oyunda ((bkz: blood) ayrıca öykü hakkında bilgi edinmek için (bkz: #9094026)) karanlık tanrı tchernobog'u öldürmemizin üzerinden 100 yıl geçmiş. anti heromuz caleb aylak aylak dünyada gezmekten sıkılmış, ve artık dini bir tarikatın ötesinde dünyadaki en büyük ekonomik güç haline gelmiş cabal’ın hakkı olduğu üzere başına geçmek için harekete geçmesinin zamanı gelmiş. e tabi, bu adamlar daha önce tchernobog'a tapıyorlardı, caleb onu öldürdüğüne ve gücünü aldığına göre şimdi caleb’a tapmaları gerekir değil mi? ama onlar tchernobog'un ölmediğini sadece uyuduğunu, yeni reenkarnasyonunu beklemeyi ve tanrılarını öldüren caleb’a olan nefretlerini aksiyona dökmeyi tercih ediyorlar. büyük hata. ve biz, chosenların en büyüğü, tchernobog ordularının generallerinin en ihtişamlısı caleb olarak yeniden işe koyuluyoruz.

    bu sefer en büyük düşmanımız cabal’ın ceo’su gideon. çocukluğundan itibaren caleb nefretiyle büyütülmüş ve cabal’ın başına gelmiş. cabal artık dini bir tarikat olmasının yanı sıra ekonomik anlamda çok üst düzeyde bir şirket (adamlar başlarındaki rahibe ceo diyor artık, dini imanı para olmuş ipnelerin), her yerde kolları var, silah endüstrisi, gıda endüstrisi, vs., vs., zaten blood 2 dünyasında gezerken sürekli cabal tesislerinde ve binalarında dolaşıp, her yerde etkilerini görüyoruz.

    gideon: don't have much luck with trains, do you?
    caleb: you just made your second mistake.
    g: oh really? what was my first mistake?
    c: letting me live.

    artık cabal bu kadar güçlü olduğu için emrinde kendi askeri birliklerine sahip, bu askerler dellendiklerinde canlı bomba haline gelecek kadar fanatikler. bunların yanı sıra daha düşük seviyede kendini cabal’a adamış gönüllü korumalar var, takım elbiseler içinde tabancalarla cabal'ın düşük seviyeli pis işlerini hallediyorlar.

    cabal ar-geye çok önem veriyor ve bu işlerin başında bir mad scientist var, elleri yerine metal pençeler takmış (cabal bilgisayar sistemine daha kolay giriyormuş böylelikle), gözleri yerinde gelişmiş elektronik lensler olan, punk saçlı, zayıf ve iğrenç bir kötü dahi. o da kendisini cabal'a ve dolayısı ile gideon’a adamış olduğu için caleb’ı öldürmeye çalışıyor ve bu uğurda bir singularity gun yapıyor. ancak bu singularity gun pek onların istediği gibi çalışmıyor, her karşılaşmamızda singularity gun’ı bizi öldürmek için ateşlediklerinde bir chosen diğer taraftan ışınlanıp bizim bulunduğumuz boyuta geliyor.

    ilginç olan şu ki ilk karşılaştığımız chosen olan ilk oyundan gabriel bu sefer karşımıza gabriella olarak çıkıyor, hatta caleb ile aralarında şu diyalog geçiyor:

    gabriella: what the hell is this?
    caleb: gabriel?
    g: gabriella, it’s a long story.
    c: tell that someone who cares.

    vay koca yiğit gabriel, neetmişler sana böyle?

    ishmael ile karşılaşmamız da aynı bunun gibi oluyor, ona da bi tomar laf sokuyoruz o da bize sevdiceğimiz ophelia ile ilgili bişeyler söylüyor ve yolumuza devam ediyoruz. neyseki o hala ilk oyundaki gibi. ancak ne yazık ki çok sevgili opheliamız nedense yanımıza spawn olup da iki çift laf etmiyor, gideon onu kacirmis ve bize karsi yem olarak kullaniyor, iki koklasamiyoruz bir de üzerine oyunun sonunda ancient one’ı deşmeye gitmeden önce diğer chosenlarla beraber onu da öldürmemiz gerekiyor yoksa o bizi keyifle biçiyor. anlıyoruz ki 100 yılı aşkın süredir içimizde yaşattığımız aşkı sadece bir yalandan ibaretmiş. ama o da haklı, ilk oyunda öldükten sonra hiç bilmediği bir dünyaya zorla huzurlu uykusundan geri getirilmiş, aşka meşke zamanı mı var, sadece delicesine bir intikam hırsıyla karşısına geleni indiriyor.

    oyuna gideon’ın peşine düşerek başlıyoruz, birbirinden güzel mekanlarda cabalın gönüllü korumalarına kim olduğumuzu hatırlatıp, gideon’ın diğer boyuttan üzerimize saldığı yaratıkları ve her daim ellerinde olan zombileri (ki o zombilerin nasıl yaratıldığını da anlıyoruz bu oyunda) deşerek, yine ilk oyundaki gibi sivillerin canını alarak ilerliyor, sonunda gideon’u 2 kere, reenkarne olmuş diğer chosenları ve son olarak ancient one’ı öldürmek suretiyle boyutlar arası kapıyı kapatıp oyunu sona erdiriyoruz.

    oyun sırasında toplamda 5 boss ve 3 chosen öldürüyoruz ki yeterince tatmin edici. bosslar hakkında biraz konuşmak gerekirse:
    1) naga: dev bir şey nasıl anlatılır bilmiyom görmeniz lazım, uzak kalıp power-uplar yardimiyla, biraz kastirsa da, öldürülebilir.
    2) behemoth: behemoth işte, ama ufak biraz, ilerleyen bölümlerde normal düşman olarak karşımıza bir kaç kere çıkıyor, bundan da uzak durmak lazım, long range atağı yok, o yüzden kolay lokma.
    3) gideon: baş düşmanımız uçan büyücü, ordan oraya ışınlanıp duruyor. kolay lokma.
    4) undead gideon: gideon’ın insanlıktan çıkmış hali, kafa hala gideon ama vucut artık dev bir örümcek.
    5) ancient one: kan gölünün ortasında duran dev gibi bişey, böceğe benziyor biraz, yerinden kıpırdamıyor o yüzden vurmak çok kolay (gozunden vurmak lazim ama sorun degil), karşı ataklarıysa guclu ancak icinde bulundugu kan golunde bulunan kayalarin arkasinda siper alinarak ilk isinlandigimiz yere gore sag arkada bulunan power up'a ulasmaniz durumunda öldürülebiliyor.

    düşmanlar envai çeşit, sıradan insanlardan, bone leechler tarafından dönüştürülmüş soul drudgelara (bildiğimiz zombi, long range attack yok, kafamıza levyeyle vurmaya çalışıyorlar), bu dönüşümün ikinci ve üçüncü evreleri olan drudge lord (bunlar artık dev gibiler, ateş topu tükürüyorlar) ve drudge priestlere (bunlar artık uçuyorlar, yine ateş topu tükürüyorlar, vurulunca bone leech saçıyorlar), cabalın müritlerinin en seçkinlerinden dönüştürülen karanlık sanatlarda usta zealotlara (sağa sola ışınlanma ve mavi splash damagelı bir büyü atma yeteneğine sahipler, fazla diplerine gireresek ışınlanıp kaçıyor yada büyüyle bizi geri ittiriyorlar ki bayağı acıtıyor bu olay, öldürdüğümüzde yanlarında durmamak lazım, parçalanmadılarsa bir büyü patlamasıyla kendilerini yok ediyorlar, bu arada bizi de kendileriyle bir götürüyorlar), yırtıcı shikarilere (öbür boyuttan gelen belimiz boyunda parçalayıcılar, hızlı hareket edip çok uzun mesafeleri zıplayarak katedebiliyorlar, asit tükürüyorlar ve feci tırmalıyorlar), küçük örümceğimsilere (enseye yapışıp soktu muydu var ya dünya tersine dönüyo şerefsizim) ve askerlere kadar yolu var.

    caleb: walk now and live, stay and die.
    gideon’s guard: i’m staying.
    c: then you’re dying.

    silahlar ha keza envai çeşit, toplamda 10 silah taşıyoruz ancak oyunda karşımıza 15 civarı silah çıkıyor. bunların arasında sıradan pıçak, dabanca, dürbünlü tüfeng, makinalı tüfeng, uzi, flare gun ve pompalının yanı sıra, mitralyöz, roket atar, alev topu atar gibi ağır silahlar, lazer tüfeği (ki dikkatli olmak lazım, ateş ettiğimizde ıskalarsak lazer ışını duvarlardan seke seke yoluna devam eder hatta dönüp götümüze girebilir), singularity gun, tesla cannon gibi yüksek teknolojik ürünler, die bug die spray canister (böcek öldürücü ilaç sıkan pompa) gibi fanteziye kaçan şeyler ve orb, life leech, voodoo doll gibi kara büyü özellikli seçenekler mevcut.

    grafik motoru olarak lithtech engine kullanılmış, yani shogo mobile armor division ve no one lives foreverda kullanılan motor. 1998 yılında çıkmış bir oyuna göre başarılı sayılabilecek bir motor, quake 2 motoruyla yarışabilir, fazla ışıklandırma yada yansıma efektleri yok, yani o zamanının ortalama makinalarında bile iyi grafikler çizebiliyordu.

    oyunun genel atmosferi yine korku teması üzerine kurulu. ne yazık ki ilk oyundaki dehşet burada pek hissedilmiyor, çünkü futuristik bir atmosferdeyiz ancak katedral, terkedilmiş bina (pervanelere asılmış cesetler, kapılara saplanmış baltalar, duvara zımbalanmış delik deşik bedenler, ve en ama en önemlisi bir an görülen, ama tekrar baktığımızda yok olan the shining filminin yeşil giysili ikiz kız çocukları) ve 2. chapterda underground levellar (catacomblar), tapınak (ki girişinde yine opheliamızı görüp bi heyecan atılıp gideon ipnesiyle karşılaşıyoruz), ve 4. chapterın tamamı yine harika bir atmosfer sunuyor. çevreyle etkileşim pek süper değil sadece kasa, tabak, çanak, masa falan kırılabiliyor. asansör levelında çevrede uçan helikopterler veya uçaklara yük taşıyan kamyonetler vurulmak suretiyle havaya uçurulabiliyor, iğrenç asansör müziği eşliğinde geçen bu levela eğlence katıyorlar.

    yeter bu kadar çok oldu, benim için çok ama çok önemli bir oyun, neden bilmem acayip seviyorum, herkes oynamalı herkes sevmeli diyorum. hızlı oynanması durumunda (ezbere biliyorum heryerini, hiç bitirmediysem 10 kere bitirmişimdir) 6 saatte bitiyor, tadı damakta kalıyor. neden monolith f.e.a.r. gibi boktan oyunlar yapacağına blood 3’ü devreye sokmuyor? isyanım var ulan! ama bir yandan da f.e.a.r.ı görünce bu güzel seriyi de yine f.e.a.r. ayarında skindirik bir oyunla bitireceğine hiç yapmasın, bloodlar bizim kalbimizdeki gibi kalsın diyorum kendimce.

    edit: bu kadar zaman sonra peside oldugum blood 2 nightmare levels expansion'ini da oynadim. onu da sevdim, inanilmaz guzel bir nostaljiydi. orijinal blood'dan parclar falan var boyle. kisa sadece, biraz da fazlaca geyik olmus.
  • çok güzel oyundu. şimdiki teknolojiyle yapılsa bambaşka olurdu. (bkz: caleb)

    http://www.youtube.com/watch?v=e44hneosziy
  • yeni bitirdiğim oyun, yıllarca başlayamadım bir türlü, sağda solda okuduğum ''çok boktan'' yorumlarından sonra, ama jupiterianvibe sağolsun çok güzel bir entry yazmış (bkz: #9135621) geçen gaza geldim, başladım ve dün bitirdim.

    -ilk oyundaki kadar geyik değil, yine referanslar var ama tek tük, ilkiyle karşılaştırılamaz.

    -bir yerde odalar var karşılıklı, metal kapılı. orada duvarlarda film posterleri var, mad max, reservoir dogs aralarından seçebildiklerim.

    -caleb ve gideon'un arasındaki atışmalar eğlenceliydi. özellikle örümceğe dönüşmeden geçen ''acı'' konulu muhabbet.

    -oynarken sıkılmadım, vurma hissi, caleb'in laf sokmaları, o şerefsiz eller ve yüzünüze yapışan sülükler, silah çeşitliliği güzeldi.

    -gog.com'dan almıştım (indirimdeydi herhalde) ilkini sevdiyseniz beklentinizi yüksek tutmadan oynarsanız zevk alacağınıza eminim.
hesabın var mı? giriş yap