• etrafimizda olan biten pek cok olayin, filmin, sarkinin, muhabbetin cikis noktasidir. devami icin (bkz: olaylar gelisir)
  • siyah beyaz çatısına parlak yıldızların konduğu carax filmi. godard'a ve bir sahnesinin olduğu gibi last year at marienbad'a göndermelerin olduğu, sorunlu birlikteliklere dair en şiirsel filmlerden biri. yalnızlık ve "yalnız aşk" üzerine...

    garson: yalnızların en büyük sorunu, asla yalnız olamamaları.
    alex: evet. bir bardak limonata istiyorum.

    bu filmde alex, kulağında müzik, gözlerini kapamış, kollarını ileriye doğru uzatmış, hızlı adımlarla ilerliyor...
    mauvais sang'da alex, ruhunda müzik, gözleri açık, koşuyor... her iki filmde de ortak olan ise arzu: ruhunu geride bırakmak, müzikten kurtulmak...
  • bu isimde bir bobby rio and the revelles şarkısı vardır eskilerden. pek de lezizdir kendisi.
  • carax severim lakin bilinmelidir ki;
    godard'ın ilk dönem eserlerinin bir benzeridir bu film.
  • sadece alex'i veya mireille'i izlemek için birçok defa izlenecek, şiirsel bir film. size sürekli bir şeyleri çağrıştıran diyaloglar oldukça şiirsel, not almaya kalkışsanız bütün replikler ve monologlarla karşı karşıya kalabilirsiniz.

    hepinizin özel filmleri var, biliyoruz, bazılarını bizde çok seviyoruz; ama siz bir olduğunuz, merkezinize aldığınız için biz onları gizlice sevmek zorunda kalıyoruz. hepinizin, sizi veya o hayali çağrıştıran, içinizden biri gibi olan sevdiği bu özel filmlerin en azından birkaç sahnesini bize bağışlamanızı umuyoruz ki, bizde tutunabilelim.

    denis lavant'ın suratını gördüğümde, yani filmde ne zaman durup bir şeyleri izlemeye başlasa tuhaf bir şekilde beni gülme tutuyordu çünkü haşin, belki acımasız olmaya çalışan biri gibiydi ama ağırlığının altında sinir hücreleri komik bir dansın eşiğinde izlenimi veriyordu. 'bu rolü bir başkası bu kadar iyi oynayamazdı'dan öte o yatağa, karanlığa, ıssızlığa bir başkası muhtemel sığamazdı, tuttuğu kronolojisi, bize hissettidiği tutkusu, çirkin denebilecek vücudu, elleri, ayakları, kısacık boyu ve daha birçok sıfatla sanki bu film için yaratılmıştı.

    sevgilisinin kendisine karşı köreldiğini gören, sadece aşkla tutunmaya çalışmayıp konuşabildiği bir sevgiliye dönüşmesini arzulayan ama çok geç olduğunun bilincinde olan bir kadın önündeki diğer seçenekleri göremeyecek kadar kördür diyemeyiz sadece, çünkü onlar için sadece mutfak sahnesi doğru bir andı, gerisi kalanı da oldukça hazindi.

    bu ikinci izleyişimde bile; uzunca bir süredir peyda olmuş olan, 'beş saniye ileri zıplat illeti'ne hiç bulaşmadan heyecanla, hiç bitmesin diye bir daha dileyerek, bir şeyleri özlettiren ama neyi özlediğimi bilemediğim bir şekilde hazlara gark etti.

    "şimdilik aşk acısı çekiyorum. (ve) bu acıdan mahrum kalmak istemiyorum."
    "sen de alex gibisin. neredeyse acıtacak kadar kuru seviyorsun."
    "bizi arzularımıza göre yargılıyorlar."
    "arzu kolay elde edilmiyor, bugünlerde bulması çok zor. çok fazla tutku var, ancak ufak tefek şeylerle harcanıyor."
  • david bowie’nin when i live my dream şarkısı bu filmin çok güzel bir sahnesinde çalar, alex kulaklıkla gözleri kapalı şekilde sokakta yürürken bu şarkı çalar alex öpüşen bir çifti görür ve onları izlemeye başlar siyah beyaz olan filmin en güzel sahnelerinden biridir bu. mirelle'nin dans ettiği sahnede bir o kadar güzeldir.

    ayrıca eğer önce holy motors’u sonra boy meets girl’i izlerseniz denis lavant’ın gençliğini, özellikle o sakinliğini çok sevebilirsiniz.
  • sıkıntıdan kendimi mikecem diye bir ifade vardır ya hani. hah, geçen haftalarda ben bu dönemin zirvesindeyken epey film izledim evde. leos carax efendi'nin bu eserini siyah-beyaz olmasından mıdır nedir bir şekilde gözden kaçırmışım. ben böyle filmlere bayılıyorum. aslında bazen sorguluyorum kendimi gerçekten seviyor muyum diye, ama bu tarz gıcık filmlerde sıradışı karakterler olur ve bunlar hoşuma gittiği için filmi de sevmiş olurum sanırım (misal jim jarmusch sinemasını çok seviyorum*, ancak mantıklı bir izah getiremiyorum buna). neyse, bu filmde yerini sonradan juliette binoche'ye kaptıracak bir kadın oynuyor mireille perrier diye. sözlükte başlığı dahi açılmamış. abartmıyorum, yolda görecek olsam kalp krizi geçirebileceğim türden bir nefaset düzeyinde. muazzam mimikleri var, yıldızı neden parlamamış lanet olsun. sonra alex psikopatı; kendimden bir şey bulmadım dersem büyük yalan olur. duvarına sevgilisiyle ilk öpüşmesinin, ayrılışının tarihini falan yazdığını görünce müslüm baba'ya selam çakıp "hangimiz düşmedik kara sevdaya" diye mırıldandım hatta. kıç kadar odasında çiçek yetiştirmesi ve süt bağımlılığıyla leon'u da anımsatıyor. alt-metin okumaları vs yapılabilir belki ama bu haliyle yeterli olsa gerek ortalama bir sözlük okuru için. otuz sene olmuş be, vay anasını.
  • başrollerinde denis lavant ve mireille perrier'in oynadığı leos carax filmidir.
  • bir önceki gece izlenen filmde denis lavant'ı görünce akla gelmesiyle, eskiyken listede bekledikçe daha da eskimiş fakat izlenmiş film.

    leos carax'nın hitap ettiği, atıfta bulunduğu, yer yer de cüretkar konuştuğu sinema gelenekleri konusunda - el altında da "fransız sinema tarihi" kitabı olmayınca- bir değerlendirme yapabilmek güç olsa da, karakterlerini çok konuşturmadan ustaca aleni şekilde "göstererek" anlattığı çaresizlik ve buna eşlik eden bolca siyah naifliğin filmi.

    erken jim jarmusch filmleriyle yakından akraba olabilecek siyah bir gerçek aşk hikâyesi
hesabın var mı? giriş yap