• bizde pek olmamasının sebebi, türkiye'de burjuva diye bir sınıfın tam olarak varlık göstermemesi, hatta büyük çoğunlukla da var olmamasıdır.

    zaten 80'lere kadar yatırımın büyük kısmının devlet tarafından yapılmasının sebebi de, burjuvanın türk toplumunda ne kadar zorlansa da oluşmama direnci göstermesi, allah'ın rum'undan ermeni'sinden gasp edilen varlıkların türkiye ekonomisine sadece "taşınmaz" olarak geri dönebilmesidir. (hoş tabi "kapalı sistem burjuvası" diye bir şeyin yaratılabileceği fikri de baştan hatalı ya, neyse)

    türkiye'de "orta-üst" sınıfa bile burjuva olarak hitap edilmesinden kelli, biraz içdon üstü takım elbise gibi duruyor zaten...
  • ha bir de şöyle bir detay var ki, türkiye'de zaten "sanata destek veren aile" imajıyla reputasyon yapabilecek, ya da bunu pozitif anlamda csr faaliyeti olarak kabul ettirebilecek sermaye merkezlerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmez.

    ki onlar da halihazırda "sanata destek" veriyorlar zaten.

    milletin aklına hala zengin denilince türk filmlerindeki fabrikatör imajı geldiği için anlam veremiyorlar tabi neyin nasıl olup bittiğine. biraz geriden de gelsek o kadar da geride değiliz; sanayi devrimini atlattık çok şükür.
  • ilk rönesans döneminde yapılan destektir fakat elbette amacı aç olan sanatçıyı doyurmak değil kendisinin reklamını yapıp tanınmaktır. zira o dönemde tanınanlar aristokratlardı ama maddi olarak güçlü değillerdi. coğrafi keşiflerle zenginleşen burjuva sınıfı maddi açıdan aristokratlardan daha iyi durumdaydı (hatta aristokratlara borç verdikleri bile söyleniyor) fakat daha önce de söylediğim gibi halk onları tanımıyordu. bu sırada akıllarına bir fikir geldi o da resim ve heykellerini yaptırarak bir tür reklam afişi gibi kullanmaktı. dolaysıyla bazı ressamlara para karşılığı resim ve heykellerini yaptırmaya başladılar ve bu şekilde onları maddi açıdan desteklemiş de oldular. yani çıkış noktası aslında bir tür ego tatminidir.
    ayrıca bu noktada bir tartışma konusu daha oluşmuş oluyor. acaba ortaya çıkan bu eserler ressam ve heykeltraşların kendi düşünce ve hayallerinin bir ürünü olmadığı halde yine de sanat mıdır yoksa sanat eseri verenin kendi düşünce ve hayallerinin ürünü olan mıdır?
  • fazla param var, nereye saçayım? sorusunun cevabı olabilen destek. antin-kuntin vakıf ismi altında yapıldığında kulağa daha bi kallavi gelir tabii.
  • daha öncesine bakacak olursak: özellikle yağlıboya resim sanatının varlıklı ve soylu ailelerce desteklenmesinin nedeni, bu sanatın o insanlar için bir tür belge yaratmasıydı. suretleri başta olmak üzere, saraylarını, mallarını mülklerini, topraklarını, hatta kazandıkları zaferleri ve hatta hayallerini kayıt altına görsel görsel aldırıp, tarihe "bu bendim, bunlar da benimdir!" demenin en asil yolu, sanatı desteklemekten geçiyordu. (kiliseye bağlılıklarını da aynı yoldan sunanlar çıkmıştır illa ki.)

    sanat bi dönem canla başla desteklendiyse bunun en şükela nedeni, o sanatın “anı kayıt altına alma” işlevidir. geleceğe belge bırakma, iz bırakma işlevidir. sanatçı denilen zat, desteğini aldığı zevatın portrelerini yapmaktan ya da malını mülkünü resmetmekten başını kaldırıp sanatını kafasına göre icra etseydi, destek yerine manzaralı bir köşe başı görürdü muhtemelen.

    (aynı dönemlerde bizim memlekette bu türden bir destek girişiminin esamisi bile okunmuyordu. çünkü zaten, suret kaydı esasına dayanan sanat yasak idi, zinhar günah idi. sanat da zaten sanat değil, zanaat idi.)

    varlıklı ailelerin sanata desteği, sanatın da onları (varlıklarını, yaşamlarını, kafa yapılarını, inançlarını, sistemlerini ve en önemlisi, geleceğe iz bırakma faslında) desteklediği sürece canı gönülden sürdü. bir zorunluluk olarak sürdü. sonra icatlar vasıtasıyla mertlik bozuldu, sanatın kayıt işlevi hattan düştü. sanatçının elinde "sanatı" kaldı, destek faaliyeti tavsadı, keyfe kaldı. alışkanlıklara ve birikimlere kaldı.

    alışkanlıkları ve birikimleri artı değer olarak yüklenip yeni ufuklara açılan burjuvaların bir kısmı da, biraz soylulara özenmekten (ve soylulaşmak istemekten), biraz da hanimiş bu malın mülkün sosyal sorumluluk şeysi?’nden hareketle, sanat ve sanatçının dostu olmaya devam ettiler. (gökten düşen üç elmadan biri bunların.)

    bizim memlekette zaten böyle bir alışkanlık ve birikim olmadığçün, sanat hava-sanatçı da civa olarak "yapma demiyorum, hobi olarak yine yap" desteğiyle mutlu mesut yaşadı. (memleket zenginlerinin ‘batı’da nasıl? biz de öyle yapak’ tarzı, bu türden destek faaliyetlerine de imkan tanıyor. hiç yoktan hallicedir en azından.)
  • kısaca hamilik olarak bilinir.
  • bu konuda kitaplar ağız birliği etmiş gibi burjuvanın sanata desteğini hep önayak olmak deyimiyle açıklarlar.
  • kanımca iki şekilde açıklanabilir burjuvaların sanata dair bir perspektif sahibi olmalarının nedenleri.

    birincisi, burjuva olmanın, sömürüyor olmanın, kamusal alanlarda "istihdam sağlama söylemi" ile ulaşabildiği alanın darlığı ile alakası vardır. alan açacak bir kategori, tarihin her döneminde burjuva'lara ilaç gibi gelmiştir.. bu yüzden, "sanat", özellikle de ota boka bulaşmayan ve herkes tarafından doğası gereği iyi bir şey olarak kodlanan sanat, burjuvalar için söylemsel bir meşruiyet-varlık kategorisi halini alır. bu şekilde, fazlasıyla görünür olan bir takım medyatik alanlarda ve network'lerde çıkar grupları yaratırlar. bu biçimde, kapital, gücünü yeniden üretecektir. örnekleyelim hemen, ezcacıbaşı dediğimiz şirket, bir yandan sanatın ve sanatçının destekçisi iken diğer yandan sendikalaşma gayreti içerisinde olan işçileri kapıya koymaktadır [% 100 gerçektir]. ama gelin görun ki, bu durumu medyada yansıtmak, özellikle de ana akım/ burjuva basın için oldukça zordur. çünkü ertesi gün sanatla bağlantılı dağıtılan sermayeden pastasından pay alma olasılıkları oldukça düşük kalacaktır. yani, hak arama mücadelesinden tutun da, burjuvaların işine gelmeyen bir sürü mesele, mecralarda kurulan hegemonik köşebaşları ile engellenecektir. tıpkı, yeşil sermayenin de "hayırseverlik" üzerinden aynı meşruiyet-varlık kategorisini kurduğu gibi.

    ikincisi ise, daha çok sanatın tüketicileri ile alakalıdır. işçi sınıfının büyük bir kısmının "direkt olarak", burjuvaların destekledikleri sanat metalarının alıcısı olmadığını biliyoruz. bu daha çok dolaylı oluyor. lakin, bu sanatın alıcısı olan bir "orta sınıf"tan veya orta-sınıf olacaklardan (örn: üniversite öğrencileri) bahsetmek mümkündür.. ilk olarak, bu toplumsal kesimin, yani çoğu zaman sistemle kavgalı olmayan beyaz yakalı kesimin gözünde, sanatsal metalara doğrudan angaje olduklarından ötürü, burjuva meşruiyeti en zahmetsiz sekilde yeniden üretilir. kendi kültürel varlığını üretemeyen prolereryanın varlığında, orta sınıfların sembolik kapital çemberlerinde fink atmak konusunda ne kadar istekli olduklarını hiç saymıyorum bile. velhasıl, trend belirleyen, günlük yaşamın her zerresine televizyon aracılığı ile giren, prolteryanın kültürel üretimini "donduran" bir ağlar bütünün "garantörü" olarak burjuvalar her zaman sanatın yanında olacaktır..

    yoksa güler sabancı'nın picasso'nun sanatsal değerini zerre takmadığını, bu yıki bienal'in yapılıp yapılmamasını rahmi koç'un bir dirhem dahi umursamadığını, meselenin oldukça "yapısal" olduğunu belirtelim... hem de nasıl biliyor musunuz, şu sorunun sordurulmasını engelleyen bir "yapı":

    hakket ya, o kadar para kazanıyorlar, memlekete ne faydası dokunuyor bu zenginlerin?
  • maslow'un ihtiyaçlar hiyeraşisinin en son basamağını tatmin etmek isteyenlerin ettiği normal durumdur. tarih boyunca, çağlar boyunca güç ve iktidarı elinde tutan kişi ve kurumlar sanatçılara hami olmuştur.

    çağımızda ise güç ve iktidarın en önemli belirtisi paradır. parayı elinde tutanın düdüğü değil çalmak çaldırdığını bilmekteyiz.

    sanata hami olan odaklar kendi kişisel yetenekleri el vermediği, yeterli olmadığı yahut olamadığı için madem ben yapamıyorum bari hiç olmazsa yapana çıkma yapayım yapmış gibi hissedeyim der.

    sanat ve toplum hiç bir zaman uzlaşmayan ve ortak noktaları çok az olan iki kavramdır. çünkü toplum katmanları ilk önce miğdesini düşünür sonra lüks olarak adlandırdıkları zevkleri takip eder. bunun tersini içra eden -önce zevkler sonra miğde- kişi ve kişiler ise tuhaf olarak adlandırılır.

    şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. fikriyatıma göre bu ahvel şeriatta bu varolan durumu gayet normal olması gereken bir durum olarak görüyorum.

    çünkü adana pavyonlarında ayağının topuğu çatlak bir takım female kişilerin göbeğinden rakı içmek yahut şamdan dergisinin gözetimi altında bilmem ne kebapçısının dekoru zengin ve gebeş ama yemeğin tadının fasfakir bataklığına para saçmaktansa, sanata destek vermek bence daha iyi sonuçlar verir.

    mesela da vinci, leonardo, mozart gibi kişiler eğer hamileri olmasaydı eserleri hiç bir zaman insanlığın ortak bahçelerine hiçbir vakit ağaç dikme şansları olmazdı yahut çok az olurdu.

    lokalikten kaçınmak gerek yahut olguları bireysel boyuta alıp 'aaa bu bunu yapıyor demek ki alayı buyüzden yapıyor demek ki bu tu kaka şey' denmesi yahut yargıya varmak fevkalade yalnıştır.

    aslında bu pilav daha çok su kaldırır ama bu entryi burda kesmem gerekiyor. artık başka zaman yazarım ve entrye devam edip tam manasıyla adam akıllı yazarım.
hesabın var mı? giriş yap