• "bezik oynayan kadınlar"ın bir parçası. söktükçe sökülen, söküldükçe söken.

    "ben mi konuşuyorum - cemal mi -
    tanrının taşları mı konuşan
    birbirine geçmiş sımsıkı
    yollar boyunca uzayan uzayan."

    (...)

    "mavilik de çocukluk gibi
    unutulmayacak hiç."
  • "...
    elimi buğulu camdan çektim
    saçlarım doldu yüzüme
    saçlarım neden böyle uzun -kim bilir-
    sevmiyorum hiç
    yalnız yapıyor beni
    hem niye
    herkesin özlemi benim özlemim değil ki
    az konuşuyorum bu yüzden
    tenhalarda duruyorum
    sanki yaşamım benim
    önce bir susuzluk vakti
    ..."
  • "acının kış ayları, diyor birdenbire cemal
    içine çekilip de soğuktan
    oyuncağını orda bulamayan
    bir çocuk gibi
    - evet, hiç çocuk olmadı cemal
    olmayacak da-
    ...
    acının kış ayları
    ne yapsam belirsizim."*
  • bezik oynayan kadınlar'dan bir bölüm.

    cemal'in iç konuşmaları/ı

    bir şeyler çiziyorum buğulu cama -ben-
    cemal'in ıslak sesi
    kayıp gidiyor buğulu camda
    -bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa
    şu benim sesim-
    çizip çizip siliyorum sesimi
    birden odayla dışarısı birleşiyor
    ve birleşir birleşmez
    çıkarıp cebinden büyük aynasını gök
    bir istasyonda yolcularını bekleyen
    insanlar gibi hafifçe gülümsüyor
    bana
    elimi sallıyorum içimden
    buruk içimden
    belli belirsiz.
    yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı
    ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı
    sevilince kendimi tadıyorum bir de
    kendime dönüşüyorum
    -ah içimin derin rengi
    yoğun kokusu-
    biraz önceydi
    yalova'da bir oteldeyiz
    çok büyük bir oteldeyiz -hepimiz-
    çiçekler var -çok büyük- ağaçlar gibi
    kırmızılar uzun, uçsuz bucaksız
    sonra bir vapurun bayrağı
    görmüştüm
    annemin yakut yüzüğü
    görmüştüm
    ben herkesin oğluydum o zamanlar
    kalabalıktık.
    elimi buğulu camdan çektim
    saçlarım doldu yüzüme
    saçlarım neden böyle uzun -kimbilir-
    sevmiyorum hiç
    yalnız yapıyor beni
    hem niye
    herkesin özlemi benim özlemim değil ki

    az konuşuyorum bu yüzden
    tenhalarda duruyorum
    sanki yaşamım benim
    önce bir susuzluk vakti
    -suyu musluktan içiyorum sık sık
    kimseye göstermeden
    böylece
    hiç mi hiç bitmiyor içmem-
    nisanın ıslak sesi
    -kocaman bir gül haziran-
    gelip gelip vuruyor
    uzaktan bakıyorum
    kış aylarına bakar gibi
    kirli
    çift kollu bir lambaya benziyorlar
    seniha teyzemle annem
    bezik oynuyorlar gene
    masada rakı sürahisi -dilim dilim ve renkli-
    tabakta solgun meyvalar
    -sanki kimse birbirine bir şey demedi-
    ve
    suyu çekilmiş portakallar portakallar
    -ne? ne zaman? şimdi unuttum
    büyükannemin ölüm saati-
    ester vazoya çiçekler yerleştiriyor
    pembe sesiyle
    -baharı yerleştiren bir tanrının elleri-
    kokusunu duyuyorum uzaktan
    hayır, kokusunu düşünüyorum
    benim olmayan kokular..
    insan kendi kokusunu bilir mi
    bilmem
    bilemez
    ama annem ester'in
    ester'se annemin kokusunu biliyordur
    sanırım bazı kokular da duyulmaz, görülür
    ben gördüm
    işte şu karşıki bahçenin kokusu
    toprakla güneş karışımı bir koku
    ben gördüm
    büyükannemin ölüm kokusu
    gördüm ben
    sonra annemi bir kokuda gördüm iyice
    seniha teyzemi de
    çok ağır bir kokudan gelmiş oluyor teyzem
    muhassen'den döndüğü zaman
    o evden
    işaret parmağına benziyor bazı kokular
    gösteriyor gösteriyor gösteriyor
    demin yanından geçtim
    bugün başka türlü kokuyor ester
    dudağımı kanatan balık gibi değil
    baharda kar yağar mı, öyle kokuyor
    kapısını ilk kez açıp da
    içeri giriliveren
    yeni bir ev gibi kokuyor
    bin türlü kokuyor bugün ester.

    (çok geniş bir çayırda yürüyorum yürüyorum
    ezilen otlar gibiyim
    ezilen otlar gibiyim ayaklarımın altında
    kendi ayaklarımın
    nedense bu böyle hoşuma gidiyor.)

    edip cansever
  • cemal'in iç konuşmaları/ıı

    odamın penceresi yok -daha iyi-
    kendime bakıyorum ben de
    kendimden sarkmış kollarıma
    kendimden damıtılmış gözlerime
    -bakmıyorum, duyuyorum onları sadece-
    böylesi iyi, çok iyi
    kapıyı kilitledin -kapımı-
    salonda gürültüler, ut sesleri
    muhibbe gelmiş olacak burgaz'dan
    birkaç kere gördüm
    şişmandı çok, beyazdı
    saçları mavi gibiydi -öyleydi-
    maviler saçları gibiydi
    açık denizlere benzerdi
    ve yüzü
    ibrişimlerle dolu
    gizemli bir dikiş kutusuydu sanki
    geçen yaz denize girdiğim günler..
    anımsıyorum
    ne vardı ortalıkta maviden başka
    sadece bir martı -o da maviyle beslenen-
    gördün mü demiştim kendi kendime
    mavilik de çocukluk gibi
    unutulmayacak hiç.
    evet, muhibbe
    parası bitince gelir bize
    bir iki gün kalır gider
    sabahtan akşama ut sesleri
    rakı sofraları
    yüzünde, göğsünde, ellerinde
    dışa kaymış ibrişimler
    ek: bir fayton sesinin sessizliği de
    ölümü anımsatan bana
    ölmüştü -büyükannemdi-
    ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa
    dudakları yemyeşil biri
    -karıştırıyor muyum yoksa
    bir sirk afişindeki adamla-
    seslenmişti, anımsıyorum
    hiç değilse pedikürlerini silin!
    sonbahardı.
    odamın penceresi yok -iyi ki yok-
    konuşuyorum kendimle
    cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
    yaz aylarının dışına kaymış
    biraz
    içinde sevgilerin soluk aldığı
    anımsar mısın
    ve yazlar yuvarlak mıdır cemal
    oval mıdır
    çizgi çizgi midir yoksa
    herkes bir yerlere gider
    bir yerlerden gelir de ondan mı
    gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
    ne dedin
    sen öyle bir yere gittin de ondan
    geçen yaz
    sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
    iri bir ruj lekesine benzetinceye kadar

    sonra da öptün kendini, öptün öptün
    orası neresiydi, unuttun şimdi
    adsızlığa çok yakışan bir yerdi.
    akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı cemal
    var mıydı
    belli belirsiz -anımsar mısın-
    bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz
    gündoğusundan günbatımına
    aynaya baktındı durup dururken
    oteldeki büyük aynaya
    gözbebeklerin kırmızıydı -bir an-
    dönüyorlardı boyuna
    çıkarıp attındı onları
    denize attındı, anımsa
    bir çift balık olup geri döndüler
    ruhundaki külleri yaktılardı.
    ut sesleri kesildi, iyi
    uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından
    bir kuş ölüsü düştü -sanki-
    bölündü sesler de
    bir faytonun sessizliği de bölündü
    dudaklarını açtın kapadın
    çekilmiş ağlardaki balıklar gibi
    birden gelinciklerle doldu dünyan.

    insan iki kişi olmalı, değil mi
    en azından iki kişi
    sen yalnızsın
    yalnızlığın her zamanki ikindisi.

    (yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde
    ezile ezile ben
    bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim
    yavaşça ataraktan üstümden.)

    edip cansever
  • cemal'in iç konuşmaları/ııı

    ben mi konuşuyorum -cemal mi-
    tanrının taşları mı konuşan
    birbirine geçmiş sımsıkı
    yollar boyunca uzayan uzayan.

    kurtuluş'tan çok uzaklardayım
    birbirimizden çok uzaklardayız
    çok yakınız birbirimize -tekdüze günler-
    ester parmaklarını geçirmiş kalbine
    yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi
    -sıkıştırılmış bir sandviç sesi-
    sürekli anneme bakıyor
    annemse bir elinde rakı kadehi
    ötekinde kâğıtlar
    oyun kâğıtları
    teyzeme bakıyor sürekli
    teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor
    bakışları anlamsız
    gölgeli
    kendine bakıyor olmalı
    ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor
    hiç kımıldamadan
    bir ışık parçası düşüyor annemin yüzüne
    arada kovmak için elini sallıyor yalnız

    -dalgınlık, başka değil-
    neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz
    neyi bekliyoruz, bilmem ki
    kapı mı çalınıyor ne -gidip açıyorum-
    kimse yok
    peki
    nasıl karşılanır yok olan bir şey
    karşılıyorum
    birlikte salona geçiyoruz.
    oturuyoruz karşı karşıya
    yok olan şeyle ikimiz
    sarı koltuğa çöküyor o -her şey sarı zaten-
    ben kahverengi koltuğa oturuyorum -her şey kahverengi-
    kimse görmüyor bizi
    göremezler ki
    uçup uçup konuyoruz yerlerimize
    bir konfeti demetinden kopmuş gibi
    düşlerimizden .saçılmış gibi
    iyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz
    sigarasını yakıyor o
    iyi, yaksın
    bardağına cin koyuyorum
    ağır ağır içiyor
    her şeyin tersini taşıyor yüzü -sanki-
    ve taşırıyor
    -bir şair de olabilir, bir ermiş de-
    yürüyor pencereye doğru
    geri dönüyor
    birden
    çaydanlıktan ayaklarıma dökülen
    kaynar suyun acısını geri getiriyorum
    ve öperken dudağımı kanatan balığı
    ve hemen unutuyorum
    ben unutur unutmaz
    gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden
    pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda
    şehrayinler dönüyor katlarında beynimin
    ışıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar
    anlıyorum
    gezintiye çıkmış mutluluk o
    o, yok olan şey
    büyüyünce bulacak
    büyüyünce sevecek beni
    yeniden çalınıyor kapının zili
    açıyorum
    sık sık çalıyor
    açıyorum açıyorum
    bembeyaz bir alan oluyor mutluluk
    bembeyaz bir kalabalık
    gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem
    iki tek nokta gibi
    kalıncaya dek.

    bağırıyorum bağırıyorum
    beyaz çimenler, beyaz çimenler!
    yok oluyor düş
    yok oluyor sanrı.

    ikaros'um ben
    kimse artık beni görmüyor.

    edip cansever
hesabın var mı? giriş yap