• deyim osmanli'nin yikilis donemlerinde bir memurun yil sonu raporlarinin konuldugu torbadan kendine kulot yapmasiyla, daha sonra cok zengin oldugunda is arkadaslarinin "biz senin cemaziyulevvelini biliriz" demesiyle ortaya cikmis.
    (bkz: cemal kutay) (bkz: ciddiyim)
  • ben cemazülevvel diye duymuş olsam da şive farkliliklari ile o kadari mümkün olsa gerek... senin portakalda vitamin* oldugun vakitleri biliriz demektir...
  • böylesine bir bakınızın boş kalmasına razı olmayacak gönüllerden ellere akan bir duygu selinden gelsin bu leziz deyimin çok yıllar önceden zihne kazılmış hikayesi:

    efendim, osmanlı'nın son devirlerinde o vaktin devlet kapısı'nda iki memur aynı yerde çalışır, hesap kitap tutarlarmış. ay ve yıl sonlarında da o ayın evrakı, arşiv için dayanıklı olsun diye birinci kalite bezden dikilen kumaş torbalara konulur, işte hangi ayın ise o ayın adı sabit kalemle kocaman yazılırmış üstüne, misal, kanunievvel, kanunisani, birinci teşrin, ikinci teşrin, şu, bu..
    bu iki müteşerrik-i mesai bir yandan da birbirlerine durmadan dürüstlük, ahlak, erdem talkınları atarlarmış işkembe-i kübradan, ve dahi yellenir rahatlığında. elbette ikisi de bir yandan götürürmüş ufaktan ufaktan eve birşeyler, eh tabii, o vakitler rüşvet ve irtikap denince anlaşılan şey şimdiki develere değil hörgüç, değil kıl, sırtında pire olmaya da muktedir olmadığından, bunlar işte kalemdir, kağıttır, mumdur, bardaktır gibi, pahası da yüküne pek fark atmayan şeylerden ibaretmiş. lakin, memurlardan bir tanesi biraz daha yüksek perdeden atar dururmuş öbürünün ufak aşırtmalarına laf dokundurtmak için.
    birgün iş çıkışı beraber hamam safası yapmaya karar verip hamama gittiklerinde ise, soyunup dökünürken, arkadaşının sırtında içi atletini ve üstündeki cemaziyülevvelin tersten çıkmış kırmızı mürekkebini görmesin mi? hiç ses etmeden anlamış arkadaşının, o vakitler karnelere mi bağlıdır artık ben ne bileyim, pek kıymetli olan kumaşları yürüttüğünü.
    amma birkaç zaman sonra , bu sefer cüretini artıran arkadaşı, hem de kalabalık bir dost meclisinde onu ortaya atıp da, yahu şöyle çalınıyor, böyle çırpılıyor, yazıktır günahtır, sen ne dersin bilmemne efendi diye bir de buna sorunca yekte, bizimki de dayanamaıyor ve patlayıor:
    sen sus hele efendi, sen sus, ben senin cemaziyülevvelini bilirim, cemaziyülevvelini...
    ya, işte bu da böyle efendiler, sürç-ü lisan ettikse affola, yanlışı eksiği var ise düzeltile diyerek kıssadan adet olduğu üzere bir de hisse vererek çekilirken hakk-ı huzurdandiyelim ki, herkes evvel kendi sırtını okusun o vakit, okuyamayan, boynu dönmeyen, gözü yetmeyen de şunu okusun*:
    (bkz: judge not lest you be judged yourself)
  • iş bankasının çıkardığı kumbara dergisinin 15-20 yıl önceki bir sayısında karikatür-hikaye şeklinde anlatılan deyim.
    (bkz: bankaların çıkardığı çocuk dergileri)
  • geçmişinde bir lekesi veya suçu olanlar hakkında kullanılan deyim.

    cemaziyülevvel, hicrî takvim'in beşinci ayıdır. osmanlı zamanında resmi dairelerde saklanacak evrak, her ay torbaya konulur ve her ayın adı evrak torbasının üzerine yazılarak arşive/depoya kaldırılırdı. maddi darlık çeken bir memur, üzerinde cemaziyülevvel yazılı olan evrak torbasını gizlice alıp kendisine bir don diktirmiş.

    daha sonra ikbal yıldızı parlayan bu memur, bürokraside yükselince garibanlık zamanlarındaki don hikayesini bilenler, biz onun cemaziyülevvelini biliriz deyişini yaratmışlar ve yaygınlaştırmışlardır.

    kaynak: orhan şaik gökyay, destursuz bağa girenler, sayfa 343.
  • dün boktun bugün koktun denilen kişi ile ilgili gerekli malumata sahip olmak anlamına gelen deyim.
hesabın var mı? giriş yap