*

  • good omensda bayagi bir dalga gecilen cennetin bir bolumu.
  • james dean'in etrafa en masum bakışlarını fırlattığı, ama ortalığı da dağıtmaktan geri kalmadığı seyredilmesi gereken bir film.
  • steinbeck'in kitabinin daha yakin tarihli bir uyarlamasinda jane seymour adini su anda hatirlayamadigim hain kadin rolunu oynamistir.
  • entel gorunmek pahasina yazacagim bu pasaji. steinbeck'i severim. bu kitabini da severim. bu pasaji pek cok severim.

    “adem, karısı havva’yı tanıdı, kadın gebe kaldı ve kabil’i doğurdu ve tanrı’nın yardımıyla bir insan yarattım, dedi. daha sonra kardeşi habil’i doğurdu. habil çoban oldu ve kabil çiftçi oldu. kabil dünya meyvelerinden oluşan bir armağan sundu tanrı’ya ve habil’de öte yandan, sürüsünde ilk doğan yavrulardan ve yağlardan oluşan bir armağan sundu. tanrı habil’e ve armağanına beğenircesine baktı; ama kabil’i ve armağanını beğenmedi. kabil çok kızdı ve yüzü asıldı. ve tanrı kabil’e şöyle dedi: “neden kızdın ve suratın asıldı? kuşkusuz iyi davranırsan, yüzün dik olur ve kötü davranırsan, günah kapına dayanır ve istekleri sana yönelir, ama sen, sen ona egemen olursun.

    o sırada kabil, kardeşi habil’le konuştu; ama ikisi de tarladaydılar. kabil kardeşi habil’in üstüne atıldı ve onu öldürdü. tanrı kabil’e şöyle dedi “kardeşin habil nerede?” o yanıt verdi: “bilmiyorum, ben onun bekçisi miyim?” ve tanrı şöyle dedi: “ne yaptın? kardeşinin kanının sesi topraktan bana haykırıyor. şimdi senin elinden kardeşinin kanını almak için ağzını açan toprak tarafından lanetleneceksin. toprağı ektiğin zaman, o sana artık zenginlik vermeyecek. yeryüzünde serseri ve göçebe olacaksın.” kabil tanrı’ya şöyle dedi: “cezam dayanılmayacak kadar büyük. işte bugün beni topraktan kovuyorsun; senin yüzüne görünmeyeceğim, yeryüzünde serseri ve göçebe olacağım ve kim beni bulursa, öldürecek.” tanrı ona şöyle dedi: “eğer birisi kabil’i öldürürse, kabil cezasını yedi kat ödeyecek. ve tanrı onu bulan kişinin öldürmemesi için kabil’in üzerine bir işaret koydu. sonra, kabil, tanrı’nın gözünden uzaklaştı ve cennetin doğusundaki ud toprağında oturdu.”

    adam, lee ve samuel öyküyü tartışırlar, bu, tanrı’nın haksızlığı, suçla, öç almayla, vicdan azabıyla, adam’ın kardeşiyle ilgili. bu kısmı geçip, lee’nin öyküdeki bir tutarsızlığın üzerine gitmesine geliyorum.....

    “tekevvün’ün dördüncü bölümündeki on altı ayeti bize okuduğunuz günü anımsıyor musunuz?” diye samuel’e sorar lee.

    “çok iyi anımsıyorum, uzun zaman önceydi.”
    “yaklaşık on yıl oluyor” diye karşılık verdi lee. öykü beni çok etkilemişti, sözcük sözcük yeniden okudum onu. üzerinde düşündükçe bana daha anlamlı geldi. o zaman bizdeki çevirilerle karşılaştırdım, birbirlerine çok yakın. canımı sıkan tek bir pasaj var. king james çevirisinde, yahova kabil’e sorduktan sonra şunu ekledi: “elbette, eğer iyi davranırsan, yüzünü kaldırırsın; eğer kötü davranırsan, günah kapıda durur ve onun arzuları sana yönelir, ama sen ona egemen olacaksın.” buradaki “sen ona egemen olacaksın” ilgimi çekti, çünkü kabil’e günah işlemene egemen olacaksın, anlamında verilen bir sözcük bu.

    samuel razı oldu:
    “oysa ki çocukları, ona tamamen egemen olamadılar,” dedi.
    lee kahvesini içti:
    “bunun üzerine akıcı bir amerikanca incil edindim. tarihi pek yeniydi ve bu pasajı diğerlerinden farklıydı. orada: “ona egemen ol,” diyor; farklılık da buradan kaynaklanıyor. bu bir söz değil, bir buyruktur. bununla ilgilenmeye başladım, asıl yazarın yazmışolduğu fiilin hangisi olduğunu merak ettim, neden bu konu farklı çevirilere yol açıyordu.”
    ...
    samuel fincanını boşalttı.
    “bu kadar ilgilendiğiniz şeyi bilmek isterdim,” dedi.
    “bu denli önemli bir öyküyü kavramış olan bir insanın, demek istediği şeyi kavradığını ve metnin de karmaşaya yol açmayacağını sanıyordum ben.”
    “insan mı diyorsunuz? bunun tanrı’nın parmağını mürekkebe batırarak yazdığı kutsal bir kitap olduğuna inanmıyorsunuz demek ki?”
    “bu öyküyü tasarlayan kimsenin tuhaf bir biçimde kutsal olduğunu sanıyorum. çin’de böyleleri var.”
    ......
    “size gittikçe daha da çinlileştiğimi söylemiştim. öykümü sizin için anlatmak üzere san fransiko’ya bizim aile birliğimizin merkezine gittim. .... ben oraya gittim, çünkü ailemizde belirli sayıda, çok bilgili yaşlı beyler var. onlardan biri, sizin konfiçyus adını verdiğiniz bir başka bilginin bir cümlesi üzerine yıllarca düşünüp kalabilir. bir sözcüğün anlamı konusunda beni aydınlatacak birini bulabileceğimi düşündüm. onlar, öğleden sonra, iki afyon piposunu içerler, bu onları dinlendirir ve zihinlerini açar. sonra bütün gece derin düşüncelere dalarlar... bu bilgelerden birine sorunumu saygıyla sundum. ona bölümü okudum ve ne anladığımı söyledim. ertesi gece, içlerinden dördü toplandı ve benden kendilerine katılmamı istedi. bütün gece tartıştık. (lee güldü.) size tuhaf gelebilir bu,” dedi. “bunları pek fazla insana anlatmayı göze alamam sanırım. düşünebiliyor musunuz, bu pek saygın dört bay, en genci doksan yaşını aşkındı, ibranice öğrenmeye kalkışmaz mı? kendilerine yardım etmesi için bir haham tuttular...işin kökenine kadar gittiler.”
    “ya siz?” diye sordu samuel.
    “gururlu ve açık ruhlarının güzelliğiyle büyülenip ben de izledim onları. ilk kez soyumu sevmeye başladım. çinli olmayı istedim. her on beş günde bir onlarla birlikte olmak için gittim, buradaki odamda bile sayfalarca yazı yazdım. var olan tüm ibranice sözlükleri aldım...
    “iki yılın sonunda, birbirimize, tekevvün’ün sördüncü bölümündeki on altı ayeti yorumlayabileceğimizi söyledik. benim yaşlı baylarım da, fiilin çok önemli olduğunu anladılar: sen ona egemen olacaksın ve egemen ol. işte o zaman altın damarını bulduk: yapabilirsin. günaha egemen olabilirsin. o zaman yaşlı baylar gülümsediler ve baş salladılar, bu yılların boşa gitmediğini anlamışlardı. ilk adımdı bu. çin ipeğinden kozalarını parçaladılar ve sizinle konuştuğum şu anda da yunanca öğreniyorlar.
    “akılalmaz bir öykü bu” dedi samuel. “bunu iyice anlamaya çalıştım, belki de bir şeyler kaçırmış olabilirim. bu fiil neden bu kadar önemli?”
    yarı saydam fincanları doldururken lee’nin elleri titredi. fincanındakini bir dikişte bitirdi.
    “anlamıyor musunuz?” diye bağırdı sert bir sesle. “incil’in amerikanca çevirisine göre, insanlara, günahlarına egemen olmaları için verilen bir buyruktur bu, buna bilgisizlik diyebilirsiniz siz. king james’in çevirisindeki “ona egemen olacaksın” cümlesinde, insana günaha egemen olması sözü veriliyor. ama ibranice’deki “timşel” sözcüğü, yapabilirsin demektir, seçimi insana bırakıyor. dünyanın belki de en önemli sözcüğüdür bu, “yapabilirsin” sözcüğü. yol açıktır anlamına geliyor. sorumluluk insana düşüyor, çünküü yapabilirsin sözcüğünde yapamazsın anlamı da vardır, anlıyor musunuz?”
    “evet anlıyorum. ama yine de bunun tanrısal bir yasa olduğuna inanmıyorsunuz siz. neden bunun önemli olduğu duygusuna kapılıyorsunuz?”
    “ah!” dedi lee. “size uzun zamandır söylemek istediğim de buydu. bu soruları soracağınızı önceden sezdim ve hazırlandım. düşünceyi etkileyen her cümle ve pek çok insanın yaşamı önemlidir. mezheplerde ve kiliselerde, milyonlarca inanmış insan “egemen ol” buyruğuna uyuyor ve bütün ağırlıklarını itaat etme üzerine veriyorlar; milyonlarca başka inanan da “oan egemen olacaksın sözündeki yazgısına inanıyorlar ve yaptıkları hiçbir şeyin, yazgının akışını durduramayacağını sanıyorlar. ama insanı yücelten ve tanrıların katına çıkaran “yapabilirsin” sözcüğüdür, çünkü o güçsüzlüğü, kirlenmişliği içinde, kardeş katili olma durumunda, önemli bir seçim yapmak zorunda kalır. yolunu seçebilir, bu yolu aşmak için savaşabilir ve yenebilir.”(bkz: john steinbeck)
  • james dean tarlalarındaki güneş gibi kavurur, yıkar yakar, damla bırakmaz salla patidir bir oyana savrulur bir buyana dik durduğu gözlemlenemez yere yapışmasına ramak kala başka bir adım atar eziktir ,ezikleştirir...kimseden böyle bir performans beklenemez...
  • vaktiyle "cennet yolu" adi altinda okudugum steinbeck romanidir. neden o sekilde cevirdiklerine orjinal adini ogrendikten sonra hicbir anlam veremememe ve hatta oldukca eski bir basim oldugundan benim icin anlasilmasi o donem zor bir turkce ceviriyle okumama ragmen kendisinden oyle boyle etkilenmedim, charles ve kate (ama ozellikle ve ozellikle kate) karakterleri icime isledi. hatta ilginctir ki kitaptan bu kadar etkilendigimi tekrar okumamis olmama ragmen cok sonra farkettim.

    filmi kitabindan bir hayli farkliydi, kaba saba, iri yari olarak canlandirdigim caleb ile james dean'i pek bagdastiramadim, bana bir suru ayrinti da yutulmus gibi geldi.
    fakat filmi kitaptan ayri olarak dusunursek gayet basariliydi, ayri mesele.

    yayinda ve yapimda emegi gecen arkadaslara tesekkur ederim.
  • bana john steinbecki sevdiren kitaptır.
  • ingiliz progressive rock grubu.
    psychedelic,fusion,progressive ne ararsaniz var albumlerinde.

    albumleri ;

    1 - mercator projected - 1969
    2 - snafu - 1970
    3 - jig-a-jig - 1971
    4 - east of eden - 1971
    5 - the world of easrt of eden - 1971
    6 - new leaf - 1971
    7 - mercator projected / snafu - 1975
    8 - masters of rock - east of eden - 1975
    9 - another eden - 1975
    10 - here we go again - 1976
    11 - things - 1976
    12 - it's the climate - 1978
    13 - silver park - 1978
    14 - son of east of eden live - 1990
    15 - kallypse - 1996
  • yönetmeni elia kazan olan güzel bir film.
hesabın var mı? giriş yap