*

  • kurama göre bir bireyin davranışlarıyla düşünceleri (daha doğrusu tutumları) arasında bir karşıtlık olduğunda bilişsel çelişki doğmaktadır. birey bu durumda bilişsel çelişkiyi ortadan kaldırma ya da hafifletme eğilimindedir. çünkü bu çelişki farkında olmasa da huzursuzluk, rahatsızlık yaratır. tutumları ve davranışları arasındaki çelişkinin ortasında kalan bireyin yapabileceği iki şey vardır: ya tutumunu değiştirecektir ya davranışını. eğer davranışı değiştirmek için geç kaldıysa (davranış geri dönülemeyecek bir şey olabilir) o zaman tutum değişimine gidebilir. satın alınan bazı eşyalar örnek verilir mesela. diyelim ki özellikleri tamamen aynı olan iki bilgisayardan birini satın aldınız. daha önce iki bilgisayar hakkında eşit düşünceleriniz vardı. ama satın aldıktan sonra artık aldığınız bilgisayar sizin için diğerinden daha iyidir. onu, daha iyi olduğu için satın almamışsınızdır. satın aldığınız için daha iyi olmuştur. başka bir deyişle, satın aldığınız bilgisayarın çekiciliği sizin için artarken, diğerinin çekiciliği azalmaktadır.
  • bilişsel çelişki ya da (bkz: bilişsel uyumsuzluk) teorisine verilebilecek en güzel örneklerden biri sigara içme eylemidir. her eylemin üç ana unsuru vardır; tutum (attitudes), inanç (beliefs) ve davranış ( behaviors). içsel huzur için bu üç unsurun birbiri ile uyumlu olması gerekir. aksi halde bilişsel çelişki (cognitive dissonance) ortaya çıkar. kişi bu duruma belli bir süre katlanabilse de, orta ve uzun vadede bir çözüm bulmak zorunda kalacaktır. sigara örneğine dönecek olursak:
    sigara içen birey sigara içmenin sağlığına verdiğini bilmekte ve bundan rahatsız olmaktadır, fakat buna rağmen bırakabilecek iradeyi gösteremediği için, kendini suçlu hissetmesine rağmen sigara içmeye devam etmektedir. insanlar bu bilişsel çelişki ile uzun süre baş edemedikleri için, cognitive dissonance reduction süreci başlatılar. bu süreçte birey yukarıda bahsi geçen unsurlardan birini değiştirerek, psikolojik rahatlama ve iç huzura ulaşmaya çalışır. buna göre birey şunlardan birini yapacaktır;
    - sigarayı bırakacaktır.
    - sigarayı bırakamadığı için, sigaranın aslında çok da zararlı olmadığına inanmaya başlayacaktır. sigara içtiği halde 100 yaşına kadar yaşayan ya da hiç sigara içmediği halde genç yaşta akciğer kanserine yakalananları örnek gösterecektir.
    - içiyorum ama bağımlı değilim, istediğim zaman bırakabilirim diyecektir.
    sorunun çözümü kişisel farklılıklar göstereceği için, bu liste uzayıp gidecektir.
    yeni örnek editi: gelen bir mesaj üzerine yeni bir örnek ekleme gereği duydum. bilişsel çelişki ya da uyumsuzluk kuramı, pazarlama alanında da oldukça kullanılır. en basit örneklerinden biri marketlerde kurulan ürün denetme stantlarıdır. ürün denetildikten sonra size fikriniz sorulur. ürünü beğendiğinizi söylediyseniz, kendinizi o ürünü satın almak zorunda hissedeceksiniz. o ürüne ihtiyacınız olmasa bile, nezaketen beğendinizi söyleseniz bile kendinizi mecbur hissedeceksiniz. aksi takdirde beyan ettiğiniz düşünceleriniz ve pratiğiniz arasında bir çelişki oluşacak ve bu sizi rahatsız edecektir. tutarsız görünmemek adına belki de hiç ihtiyacınız olmayan ve sonrasında aldığınıza pişman olduğunuz bir ürün satın alacaksınız.
  • bu duruma obsesif kompülsif bozukluk hastalarını örnek verebiliriz. çünkü kişi aslında onun için yaptığı eylemin zararlı olacağının farkında mesela ellerini bir defa yıkamak yerine 4-5 defa yıkamak ama yinede yıkıyor. kendisine zarar vereceğini bile bile çünkü rahat edemiyor. içi içine sığmıyor. bunun sonucunda hastalığı durmuyor ve kısır döngüye giriyor. halbuki araya bir kalkan koysa her şey düzelecek.
  • farkında olan benliğin farkedilmesine sebep olan durum, insanlığın kendi doğasına dair en büyük keşiflerinden biri.
  • kpss öabt rehber öğretmen sınavında çıkan bir sorunun cevabıdır.
  • zannettiğimiz kendimiz ile eylemde bulunan kendimiz arasında uyuşmazlık olduğunda bu durum kişinin olumlu benlik kavramını tehdit ettiği için bir rahatsızlık durumu yaratır ve bu durumdan kurtulmaya çalışırız. bu uyuşmazlık bizde bilişsel çelişkiye sebep olur. temelde bu bilişsel çelişkinin insanların güdüleyicisi olduğu ortaya çıkmıştır yapılan çalışmalarda.

    kendimizi akıllı, çalışkan, sağlıklı görmeye çalışırız hep, bilişsel çelişkilerimiz de bu görmeye çalıştığımız şeylerin tam tersini eylemlerimizde gözlemlemeye başladığımızda ortaya çıkar. bu çelişkiyi azaltmanın ise üç temel yolu vardır.

    1- ya çelişki yaratan davranıştan kurtulmamız gerekir
    2- ya çeliştiğimiz bilişlerden birini değiştirmeye çalışarak davranışımızı mazur göstermeye çalışmak gerekir
    3- ya da yeni bilişler ekleyerek davranışımızı mazur göstermek gerekir.

    bu yöntemlerin hiçbiri, bir diğerinden daha kolay değildir. bu durum için verilen klasik örnekse sigara örneğidir. ancak bir de kilo vermek üzerinden düşünecek olursak:

    fazla kilonun sağlığımıza vereceği zararı biliyoruz. ve zayıflamadıkça bu bizde bilişsel çelişki yaratıyor. azaltmak için ne yapmalıyız?

    1- ya sağlığınız için endişe etmeli ve zayıflamanız gerekir,
    2- ya "x kişisi de yıllardır çok kilolu ama bir sağlık problemi yok, demek ki her zaman bu kadar zararlı değil." diyip durumumuzu mazur görürürüz
    3- ya da bu konu ile ilgili bilişimizi değiştirir, "ben o kadar da kilolu değilim ya, nasılsa istediğim zaman veririm" gibi düşünerek ya da beden olumlamaya girerek durumumuzu mazur gösteririz.

    fakat bu yanılsamalar ve riski yadsıma genelde zarar vericidir.
  • davranışlarımızın tutumlarımızı nasıl etkilediğini açıklamak için kullanılan teorilerden biridir. diğer ikisi için;
    (bkz: self presentation theory)
    (bkz: self perception theory)

    cognitive dissonance’a göre fikirlerimiz ve davranışlarımızın çeliştiği durumlar biz de bir gerilim yaratır. bu gerilimi çözmek için tutumlarımızı davranışlarımıza göre şekillendiririz.
    kuramı bulan kişi (bkz: leon festinger)
    bu kuram overjustification’ı açıklamaz.
    (bkz: overjustification)
  • benim de söyleyeceklerim vardı. olmuştu.

    https://pelinsen.com/bilissel-celiski/
  • bilişsel çelişki kişilerin inançları, düşünceleri ve tutumlarıyla, gerçek hayatta karşılaştıkları durumlar ya da yaptıkları davranışlar arasında meydana gelen tutarsızlığın yarattığı rahatsızlık durumudur.

    başlık altında çok güzel örnekleri halihazırda verilmiş bir konu. ben biraz daha derinine inerek irdeleme taraftarıyım.

    leon festinger’in bilişsel çelişki kuramı, tutum değişimi konusunda en çok bilinen ve üzerinde konuşulan kuramlardandır. yapıldığı dönem itibariyle çok ses getirmiş biri katılımlı gözlem diğeri deney metodu kullanılan iki çalışması, bilişsel çelişki kuramının temelini oluşturur.

    ilk katılımlı gözlem çalışması kehanetlere inanan bir tarikatın üyelerinin sahip olduğu inanışlarla ilgilidir. bir tarikat dünyanın sonunun 21 aralık 1955 tarihinde geleceğine inanıyordu. ancak bu durum her zaman olduğu gibi gerçekleşmedi :) temelde bizim ilk aklımıza gelen 22 aralık sabahı tarikat üyelerinin dünya yok olmadığı için bir bilişsel çelişki yaşamaları ve bu yüzden inançlarını değiştirmeleri yönündedir. ancak festinger ve arkadaşlarına göre, değil tutum ve inançları değiştirmek, inanışlarında ısrar edecek ve hatta daha da hevesle inanacaklardı. bu çalışmayı yapmak için araştırmacılar tarikat grubuna girdiler ve onların bir üyesiymiş gibi gözlemlemeye başladılar. grup bir uzay gemisinin geleceğini ve kendilerini götüreceğini düşünüyorlardı. gemi gelmemesine rağmen inançta sarsılma olmadı çünkü tarikatın başındaki kişi tanrının onlara felaketin iptalini bahşettiğini, dünyanın sonunun gelmemesinin tanrının onları felaketten korumak istediği için olduğunu belirttiler. tutarsız bilişler güçlü inançlara dönüştü. kehanetler gerçekleşmemesine rağmen grup bunu yeniden yorumluyordu ve çelişkiyi bu şekilde azaltıyordu (bu hikaye bir yerden tanıdık geliyor olsa gerek). bu çalışma bir deney ortamında değildi, kontrollü değildi ve sadece gözlem ve raporlama içeriyordu.

    festinger’e göre, bireyler dış dünyayı zihinsel bilişler seti olarak temsil ederler. bizim bütün dünyayı algılamamız, bilişsel temsiller olarak oluşur. bu temsiller zihnimizde birbirleriyle bazen tutarlıdır bazen de tutarsızdır. insanlar, bilişleri ile zihinsel temsilleri arasındaki çelişkiyi istemezler ve bu durumdan rahatsız olurlar. çelişkinin varlığı ve psikolojik olarak rahatsız olma, kişiyi çelişkiyi azaltmaya ve uyuma ulaşmaya güdüleyecektir. çelişki olduğunda kişi bunu azaltmaya çalışmanın yanı sıra, çelişkiyi artıracak durumlardan ve bilgilerden de aktif bir şekilde kaçınacaktır.

    festinger, bilişler -ki bu bilişleri çevreyle, evrenle, kendisiyle ya da başka birinin davranışlarıyla ilgili herhangi bir bilgi, fikir ya da inanç olarak ele alır- arasındaki çelişkilerin sadece kendi başına bile motive edici bir faktör olduğunu belirtir. çelişkilerin varlığı, çelişkileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak için baskıya yol açar. çelişkiyi azaltma baskılarının gücü, çelişkinin büyüklüğünün bir sonucudur. başka bir deyişle çelişki, güdü, ya da ihtiyaç ya da gerilim durumu ile aynı şekilde davranır.

    çelişkinin varlığı, tıpkı açlığın varlığının açlığı azaltma eylemlerine yani yemek yeme eylemlerine yol açtığı gibi, çelişkiyi azaltmak için eylemlere yol açar. ayrıca bir güdüde olduğu gibi; çelişki arttıkça, çelişkiyi azaltma eğiliminin yoğunluğu artar ve çelişkiyi artıracak durumlardan kaçınılma eğilimi artar.

    çelişkiden kastedilense yukarıda başka bir suserin güzel bir örneğini verdiği gibi sigaranın kanser olma eğilimini artırdığı bilinmesine rağmen sigara bağımlısı olma, kalitesiz bir ürüne çok para verme, aksi ispatlanabilir olmasına rağmen bazı inançlara sahip olma gibi bizim de gündelik yaşamda hem kendimizde hem çevremizde görebileceğimiz durumlardır.

    festinger ve james carlsmith’in 1959'da stanford üniversitesinde yaptığı ikinci önemli çalışması olan çığır açıcı deneye geçmeden önce çelişki ve zorlama arasındaki ilişkiye de kısaca bakalım. bir kişinin x düşüncesine sahip olduğunu ancak üzerinde baskı uygulanması nedeniyle “x olmayan” düşüncesine inandığını söylediğini düşünelim:
    1) bu kişi psikolojik olarak birbirine uymayan iki bilişe sahiptir. bunlardan biri x’e inanması diğeri insanlara “x olmayan”a inandığını söylemesidir. normalde kişilerin x’e inanıyorsa x’e inandığını söylemeleri gerektiğini düşünürüz. bu yüzden kişinin kendi bilişi ile kamuya açıkladığı biliş arasında bir çelişki vardır.
    2) “x olmayan”a inandığını belirttiği durum, kendisini x olmayan demeye iten sebeplerin, baskıların, vaatlerin ve/veya cezalandırma tehditlerinin karşılığı olan bilişsel unsurlarla uyumludur.
    3) toplam çelişki büyüklüğünü değerlendirirken kişi, hem uyumsuzluğu hem uyumluluğu dikkate almalıdır. bütün uyumsuzlukların toplamı d ve uyumlulukların toplamı ise c olsun. toplam çelişkiyi d + c’ye bölünmüş olarak düşünebiliriz (toplam çelişki = d / d + c). şimdi de “x olmayan” diyen ancak gerçekte x’e inanan bir kişideki toplam çelişkiyi görelim. diğer her şey sabit tutulduğunda bu çelişki büyüklüğü, kişinin “x olmayan” demesine neden olan baskıların sayısı ve önemi arttıkça azalacaktır. dolayısıyla vaatler ve tehditler, kişinin “x olmayan” demesine yetecek kadarsa çelişkinin büyüklüğü azamidir. bu noktada vaatlerin ve tehditlerin büyüklüğü arttıkça çelişkinin büyüklüğü azalacaktır.
    4) çelişkinin azaltılmasının bir yolu, kişinin inancını değiştirmesidir. böylece söylediği şeyle uyumlu olacaktır. kişi, kendi düşündüğüne zıt bir şey söylemeye zorlandıktan, ya da teşvik edildikten sonra böyle bir fikir değişikliği beklenir. çelişkiyi azaltma baskısı, çelişkinin büyüklüğünün bir fonksiyonu olacağından, kullanılan baskı yoğun bir baskı değil de yeteri kadar bir baskı olduğunda, fikir değişiminin azami olması gerekir. bir kişinin fikrine aykırı bir şey yapması ya da söylemesi teşvik edilirse, söylediği veya yaptığı şeyle uyumlu olarak fikrinin değiştirme eğilimi olacaktır. açık davranış ortaya çıkarmak için kullanılan baskı ne kadar büyükse (davranışı ortaya çıkarmak için gerekli olan minimum baskıdan çok daha büyükse) bu eğilim de o kadar zayıf olacaktır.

    karmaşık gibi görünen bu çıkarımlar festinger ve carlsmith’in 1959'da stanford üniversitesinde okuyan psikoloji öğrencileriyle yaptığı deneyden bahsettiğimizde daha açıklayıcı olacaktır. öğrenciler deney ortamına alınmış ve bir performans testi geliştirilmiştir. her bir öğrenciye, bir tabla üzerine 12 bobini yerleştirmek, boşaltmak, tekrar yerleştirmek ve bunları tek eliyle ve kendi hızında yapmak görevi verilmiştir. öğrenci bunu yarım saat boyunca yapar. daha sonra önüne 48 kare vida içeren bir tahta getirilir ve görevinin her bir vidayı çeyrek tur döndürmek tekrar çeyrek tur döndürmek… olduğu söylenir ve yine tek elle ve kendi hızında yapması istenir. bu görev de yarım saat sürer. bu tekrarlayıcı ve monoton görevi yapan öğrenciye, araştırmacı, işinin bittiğini ancak ona bir itirafta bulunmak istediğini söyler. deneyin aslında el işleri üzerindeki beklentilerin kişinin performansını etkileyip etkilemeyeceği üzerine kurulduğunu ve kapının önünde bekleyen diğer deneğe bu deneyi para karşılığında eğlenceli bir deney olarak tanıtıp tanıtamayacağını sorar. deneyin, yapılan işin eğlenceli olduğu söylenen ve söylenmeyip herhangi bir beklentisi olmayan kişiler arasında bir performans farkı olup olmayacağını araştırdığını belirtir. bunlar tabii ki deneye dahildir, bir sonraki denekle konuşması için bazı kişilere 1 dolar bazı kişilere 20 dolar teklif edilir.

    teklifi kabul eden denekler deney için bekleyen diğer deneklere (bekleyen denekler araştırma grubundandır ve denek değildir) deneyin çok eğlenceli ve heyecan verici olduğunu söylerler. bilişsel çelişki buradadır. denek yaptığı işin aslında çok sıkıcı bir iş olduğunu deneyimlemiştir ve inancı sıkıcı olduğu yönündedir. ancak çevreye (yani bekleyenlere) tam tersini, yani yukarıdaki açıklamamıza benzer şekilde “x olmayanı” savunması istenmiştir. ortada deneyin sıkıcı olduğu gerçeği eşdeyişle x vardır.

    katılımcılara bir ödül, bir teşvik önerilmiştir ve “x olmayan” demeleri, deneyin eğlenceli ve heyecanlı olduğunu söylemeleri istenmiştir. çelişki bir gerilim durumu yaratacaktır ve kişi dengeye gelmeye çalışacaktır. sonuçta görülür ki verilen teşvik ancak düşük olduğunda (1 dolar) katılımcılar kendi tutumlarından farklı açıklamada bulunduklarında tutumlarını davranışlarıyla eşleştirmeye çalışmışlardır. teşvik yüksek olduğunda (20 dolar) denekler yine açıklama yapmış, heyecanlı bir görev olduğunu belirtmiş ancak bu davranışları tutumları üzerinde (işi sıkıcı bulmaları üzerinde) bir etkisi olmamıştır. teşvik büyük olduğunda çelişki küçük, teşvik küçük olduğunda çelişki büyük olmuştur. baskı ya da teşvik ne kadar büyükse kişinin çelişki yaratan fikrini değiştirme olasılığı o kadar zayıf olacaktır.

    20 dolar alan kişiler, aslında sıkıcı olan bir işe eğlenceli deme işini nedenini bu paraya atfetmişler ve paranın miktarı yüksek olduğu için pek rahatsız olmamışlardır. 20 dolara sıkıcı bir işi eğlenceli olarak tanıtmışlardır ve sıkıcı buldukları iş hakkındaki tutumlarını değiştirmemişlerdir. ancak 1 dolar alanlar için çelişki büyüktür. “sadece 1 dolar için” sıkıcı bir işe eğlenceli demişler, davranışlarına dışsal bir gerekçe bulamadıkları için de bu işi sevdiklerine ve aslında gerçekten eğlenceli olduğuna kendilerini inandırmışlardır. başta sıkıcı buldukları işle ilgili tutumlarını değiştirmişler ve eğlenceli olduğunu düşünmüşler böylece çelişkiden kurtulmuşlardır.

    para ödülüyle gerçekleşen bu durum cezalandırma ya da zorlamayla da gerçekleşmektedir. kişinin gerçek tutumuna ters düşen bir davranış gerçekleştirdiğinde bilişsel çelişki duyup rahatsız olduğunu biliyoruz. eğer bu davranışı bir zorlama ya da cezalandırmayla yaparsa bunu gerekçesi olarak görecek ve çelişki azalacaktır böylece çelişkiyi azaltmak için bir tutum değişimine ihtiyaç yoktur. eğer dışarıdan bir ceza ya da zorlama olmadan kişi bu davranışını yapacak olursa yine çelişki yaşayacağı için rahatsızlık hissetmemek adına tutumunu değiştirecek ve uyum yakalamaya çalışacaktır.

    çocuğunuzu, yemek yemediğinde cezalandırdığınızı varsayalım. yemek yemediğinde çok sevdiği çizgi filmi de izleyemesin. bu cezayı çekmemek için sizin kontrolünüz altında olduğu zaman yemek yiyecek ancak sizin görmediğiniz zaman bu davranışından vazgeçecektir. çünkü çok baskı gördüğü için zorla yaptığı bir davranıştır ancak tutumu değişmeyecektir. yemek yemediği zaman daha az zorlayan bir baskı gördüğünde ise yemek yemeyi sevmeye başladığını görürsünüz. çünkü bu kadar az bir cezayla neden bilişsel çelişkiye düştüğünü açıklayamaz ve denge durumuna gelmeye çalışır böylece de davranışıyla birlikte tutumu da değişmiş olur.

    ilgilisine yararlanılanlar

    * cooper, j. (2012).bilişsel çelişki: festinger’in dünyanın sonu çalışmasını yeniden değerlendirmek.
    * j. r. smith & s. a. haslam (eds.) sosyal psikoloji. klasik çalışmaları yeniden değerlendirmek. (ss. 42-56). ankara: nobel.
    * festinger, l. (1957).a theory of cognitive dissonance.stanford university press.
    * festinger, l. & carlsmith, j. m. (1959). cognitive consequences of forced compliance, the journal of abnormal and social psychology, 58(2), 203-210.
    * heider, f. (1946). attitudes and cognitive organization. the journal of psychology, 21. 107-112.
hesabın var mı? giriş yap