• uluslararasi insan haklari hukukunda dusunce, vicdan ve din ozgurlugu ile ifade ozgurlugu haklarinin bir bilesimi olarak kullanilan terimdir. bu haklar ise birbirinden farklidir. (bkz. avrupa insan haklari sozlesmesi, medeni ve siyasi haklar sozlesmesi)
  • ... (bkz: gotumuze girebilir)
  • ülkemizde, düşündüklerini söylemek ve söylediklerinden dolayı mahkemelerde ifade vermek özgürlüğü olarak algılanagelmiş temel bir hak ve hukuksal kavramdır.
  • sözlüğü aylardır, hatta ne ayı, son 2 yıldır en çok meşgul eden, daha doğrusu, ikiyüzlü suistimali sözlüğü çok sıkıcı ve iğrenç bir yer haline getiren mefhum maalesef.

    bir kere üstüne bir şeyler söylenmesi "bile" güzel gelebiliyor. bir gelişme, bir iyileşme, bir medenileşme gibi. bu kadar "acınası" bir açıdan bakılmasının altında, görmezden geldiğimiz en büyük gerçeğimiz yatıyor: türkiye'nin bir üçüncü dünya ülkesi olması. yani "tipik türk insanı" dediğimiz kişinin, kendi kültürüyle ve genetik mirasıyla donatılmış sıradan bir üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olması. bu bir kompleks yaratıyor insanda. "bu kompleks yaratacak bir şey değil!" diyen de, şanlı tarihine sığınan da, bu kompleksi doğrulamış oluyor. çoğunluk minik kuzular gibi sessiz sessiz bu gerçeğin hakkını verirken, batıya daha çok aşina olan bir azınlık, bu kompleks yüzünden farklılaşmaya, sözde marjinal yaklaşımlarla sivrilmeye çalışıyor. tek amaç, "bu ülkeye fazla" titrine sahip olabilmek. oysa başarılsa bile o kadar beyhude ki. fazla olduğun ülke, bir üçüncü dünya ülkesi zaten. istediğin kadar fazla olabilirsin. hatta bu ülkede istediğin en yüksek statüye sahip olabilirsin. en fazla ortalamanın üstünde bir meblağ kazanıp istanbul'un elit bir semtinde oturabilirsin. ofisinin camından baktığında türkiye sana el sallıyor olacak. kendini satabileceğin kişi de, o farklılaşmaya çalıştığın kişiden başkası değil yani.

    bir ülkenin sıfatı "gelişmekte olan" ise, o ülke amerika ve/veya avrupa'nın piyonu demektir. onların istediği ölçüde gelişir, istemediklerinde de geriler. bir ülkenin mental sahada gelişmesi için de, eğitim seviyesinin yükselmesi, karnını doyurmaktan başka şeyleri düşünebilecek refah seviyesine ulaşması gerekir. bunları sağlayabilecek tek şey de ekonomik gelişimdir, kalkınmadır. ekonomisi kuvvetli olmayan bir ülkede iki çocuklu bir ailenin babası öldüğünde erkek çocuk ailesine bakabilmek için okulu bırakıp çalışma hayatına atılır, kız çocuk da en fazla liseyi bitirip bir an evvel evlenir. bu bir türk filmi dramı değil, türkiye'nin büyük gerçeklerinden biri. çocukların okuyabilmesi için onları finanse edebilecek bir aileleri bir devletleri olması gerekir. bunlar olmadan çocuklardan ancak intihar etmeleri beklenebilir. diğer bir uçta da, "okumak istemediği için" okuldan alınıp zanaat sahibi edindirilmeye çalışılan çocuklar var. bu da maalesef çaresi olmayan bir genetik miras. az gelişmişlik, ilkellik, bizim genlerimizde dünyanın batısına göre hala oldukça yoğun. "okumuş eşek" sayısının korkutucu boyutlarda olmasının sebebi de bu. türkiye'yi büyük şehirlerden ibaret sanmaz, biraz daha doğuya gidersek, insanımızın homo sapiens sapiens değil, homo neanderthalensis'e daha çok benzediği rahatlıkla gözlemlenebilir. bu bir hakaret falan değil, incelenmesi gereken kayda değer bir durum kanımca. sigmund freud modern insan için, "das unbehagen in der kultur" demişken, bu adamın televizyon izlerken dahi yaşayabileceği huzursuzluğun boyutunu tahayyül edebilir misiniz? aç, yoksul, cahil. tek eğlencesi seks. hayata anlam arayabilecek, kavramları yeniden tanımlayabilecek entelektüeliteden çok uzak. tuhaf olan bunu beklemek. "yapılmışı var" diyor, dine sarıyor. başka çaresi de yok. istemese de bir beyni var. dünyanın yarısı gününü gün ederken, o, en üstün hizmet anlayışı yolların asfaltlanmasından musluktan su akmasından ibaret olan şehrinde yaşaması için bir nedene ihtiyaç duyuyor. babası gibi "dindar" oluyor. onu bile olamıyor, abuk bir "dindar" oluyor. altında yatan "allah aşkı" değil çünkü; kolektif ve organize, sosyal bir hayat çabası. din amaç değil, araç. bu yüzden dini her şey için kullanabiliyor. işi içeriden tam olarak uyananlar, tarikat a.ş.'ye ortak oluyor. libidosuna da destrudosuna da kılıf yapabiliyor. yani din toplumların afyonudur da, türkiye'de toplumun savunma mekanizmasıdır.

    adam kendisini kapatıyor, açmak istese de açamayacağını biliyor. bu adama hiçbir şey anlatamazsınız. türkiye'den orta çağ avrupası tadı alamazsınız. burada din otorite değildir; insanların dine olan otomecburi talimi sömürülür sadece. bırakın sizin ne düşündüğünüzü, kendi düşündüğü bile önemli değildir onun için. din kapsamında ne düşünmesi gerektiği babasından ve etrafından aktarılmıştır, onu uygular. sorgulamaz, sorgulamaya vakti de yoktur. hayatta kalması için düşünmesi gereken daha değerli şeyler vardır. eet, oralarda "düşünce" değerli bir şey değildir. bir şeyin değer görmesine neden olan, ona duyulan ihtiyaçtır. hiç ihtiyacı olmayan bir insanın "düşünce"ye, "düşünen"e, "düşünenin düşüncesini ifade etmesine" saygı göstermesi söz konusu olmaz. "pasif faşist" olur çıkar bu insanlar. "saygı göstereceksin!" diye kafasına basarsan, sen de "aktif faşist"in teki olursun. düşünce ve ifade özgürlüğü bu topraklarda böyle cereyan eder. çünkü kovalamaya çalışılan "özgürlükler", modern dünyanın modern insanlarının, yani sorun teşkil edebilecek belli başlı varoluşsal konuları geride bırakmış insanların kavramları. burada önce o insanları yaratmak lazım. dediğim gibi bunun en önemli ve baş şartı da ekonomik refah. parası olmayan adama, hayatını tehdit etmeyen her şey her zaman gereksiz ve saçma gelecektir, varlığını refuze edecektir. özgürlükler tepside önüne sununca gelişmiyor insanlar, insanlar geliştikçe özgürlükler kendiliğinden ortaya çıkmaya başlıyor. misal bu adamların birçoğu, "etnik kimlik" denen naneyi, "bizden olanlar" ve "bizden olmayanlar" olarak algılıyor; bunun ayrımını da önyargılarıyla yapıyor. en derin hali bu. "buranın adı türkiye, ben de toprağına bağlı soyu şanlı müslüman bir türk'üm." diyor, "şimdi sen benden misin değil misin, onu söyle hele?". olayı boyutlandırmaya kalktığın an, "yaa benden misin değil misin arkadaşım?" der lafını keser. çünkü en büyük düşünsel aktivitesi "sadede gelmek" onun. bu mahalle maçı takımı kurar gibi "senden benden" mantığı ile oldukça hoşgörülü olduğunu bile düşünüyor. vakit kaybı gerisi. yalnız burada çok samimi şekilde belirtme ihtiyacı duyduğum kişisel bir durum var: yanlış anlaşılması; "etnisite" denen kavram bana bütünüyle saçma geliyor. bana birileri "ben türk'üm!", "ben kürt'üm!", "ben ermeni'yim!" desin, "bana ne ya? salak mısın nesin." derim. bu saçma sapan etiketlemeler olmasa, sadece ama sadece "insan evladı" olsak, "kardeşlik" falan ilan etmemize gerek olmayacağını düşünüyorum. düşünüyorum ama, bunu bu adamlarla paylaşmıyorum. almayacak çünkü. almak istemeyecek. kazayla almak isteyecek gibi olsa da hazmedemeyecek, reddedecek. bu tartışmaları nispeten ("nispeten" deme sebebim ilk paragraftan ibaret) entelektüel seviyede yürütmeye çalışan insanlara ulaştırmaya çalışıyorum çünkü yürüttükleri sözde "aydın" tartışmalar, aslında birçok abuk şeyi körüklemekten öteye gidemiyor. zira bir kavramı sonsuza kadar yaşatmanın en zahmetsiz yolunun, direnç gösterirken aynı anda sahiplenmek olduğunu düşünüyorum. yani "düşünce ve ifade özgürlüğü" benim kafamda, "x", "y", "z" yazılı tişört giyen insanların huzur ve mutluluk içinde sokaklarda dolaştığı bir şey değil. renk renk ama yazısız tişörtlerin sokaklarda dolaştığı bir şey. insanların özgün fikirleriyle renklendiği ve renklendirdiği sokaklar.

    sözlükteyse, bu bahsettiklerimin üstüne son derece iğrenç ve sıkıcı. zaten 10 entry'den 8'i gayet kolpa oluyor. o 8 entry'nin de 4'ü provokasyon amaçlı, diğer 4'ü de öğretilmiş ezber. kalan 2 entry'nin 1'i ise, sözde entelektüel kavanozunda ışık kırılması yüzünden büyük gözüken bomboş kelamlardan oluşuyor. elde kalıyor 1, o da anlattığım insanlara ulaşamayacak bile, ulaşsa da hiçbir önemi olmayacak yukarıdaki sebeplerden ötürü. diğer klişe ve ezberler kadar dahi dikkat çekmeyecek. sıkıcı ve iğrenç olanı bu değil tabii ki; bu sadece "makus kalıtsal talih" maalesef. 4+4 o sıkıcı olan kısmı. aynı zamanda dikkat çekeni. o yüzden varlığını sürdüreni. aslında yazandan okuyana herkes biliyor boş ve yalandan olduğunu.

    bildiğiniz gibi ben de oldukça küfürbaz bir insanım. "lan" bile kullanmadan anlatabileceğim birçok şeyin içine illa bir küfür katıyorum. bunu seviyorum çünkü yazdıklarımı basitleştiriyor. gelen "çok güzel yazmışsınız da, bu kadar küfre gerek var mıydı?" mesajları da bu düşüncemi doğruluyor. sözlükteki düşünce ve ifade özgürlüğü açılımı da, "sike sike kabulleneceksiniz!" düsturu üstüne kurulu. söylemlerin temeli şundan ibaret: "siz şöylesiniz, sizin böyle olduğunuzu düşünüyorum. sizin pek de alışkın olmadığınız en doğal hakkımı kullanarak bunları siz başta olmak üzere herkese söylüyorum. siz kabul etseniz de etmeseniz de buna alışacaksınız, tahammül etmeyi öğreneceksiniz.". düşünce ve ifade özgürlüğünde kimsenin ağzı torba değil, bunda hemfikiriz. büzmeye çalışmak faşistlik olur eet. bu şablonu kullanıp her gün bir polemik kopartan "über özgürlükçü" tayfa, kanunlar çerçevesinde yazmaya devam ettikleri ve tepki topladıkları sürece başarıya ulaştıklarını sanıyorlar. "ne kadar çok tepki o kadar muvaffakiyet" gibi bir değerlendirme mevcut. "ben çok zekiyim, alayınız salaksınız" nişanıyla da kendi kendilerini onurlandırıyorlar.

    düşüncelerini özgürce ifade ediyorlar mı? eet. aynı düşünceyi paylaşmayan insanlara ulaşabiliyorlar mı? eet. onlarla temas sağlayıp tartışmaya giriyorlar mı? eet. her şey yolunda gibi gözükse de, atlanan önemli bir nokta var. o da, karşı durdukları görüşlerin taraftarlarının, onların düşüncesinden bahsederken "ya kimin sikinde, konuşsun dursunlar boş boş" minvalinden öteye gidememesi. "bu onların sorunu" açılımı getirilmeye çalışılsa da, aslında sorunun kaynağı onlar değil. her zaman dediğim gibi, ne yaptığınız değil, onu nasıl yaptığınız önemlidir. "sike sike" olmuyor yani. olmaz da. "düşünce ve ifade özgürlüğü" gibi medeni ve demokratik bir hakkı faşistçe beslemek dürüstlük değil. işte bunun adı troll'lük, provokasyon, ortalığı karıştırmak, polemik yaratmak, namını yürütmek. saygı göstermeden saygı görmek mümkün değil.

    "düşünce ve ifade özgürlüğü"nün; insanların damarına basmak, yumuşak karınlarına vurmak, kutsallarına küfretmek, küfrettirmek, sinirden delirtmek olduğunu düşünmüyorum. bunlar yazılı tişörtler oluyor işte. böyle yaparak, bu özgürlüklerin "böyle bir şeymiş gibi" belletilmesinden de rahatsızlık duyuyorum. çünkü değil ve bu benim de üstünde söz hakkına sahip olduğum evrensel bir kavram. karşındaki insana düşünce ve ifade özgürlüğünü böyle anlatırsan, onun anladığı "istediği her şeye küfretme özgürlüğü" olur çıkar. senin önemsediğin ne var bulur, ona küfreder. önemsediğin bir şeyi bulamazsa, sana küfreder. konu niteliğini kaybedip bir oyuna döner ve muhatabın senden intikam almaya çalışır; çünkü senin bu kadar saçmalamana neden olabilecek tek şeyin kuyruk acın olduğunu düşünür. üstelik en önemlisi, düşünce bazında hiçbir şey değişmez iki tarafta da. bir taraf diğerini hor görmeye devam eder, diğeri de abuk sabuk laflar dinlediğini düşünmeye. düşünce ve ifade özgürlüğünün ne kadar pis bir şey olduğunu, ne kadar pis bir insan olduğunuzu düşünür. at gözlüklü gözlerini sıkıca yumar. "ohh saçma sapan da olsa kutsal addettiğimiz şeyleri ne kadar güzel sikiyorlar, harika." demez. demesini beklemek, denmesi gerektiğini düşünmek çok abes. hak edilmeyen bir lüks. bu medeni hak, düşüncenizi kabul etmeyenlere söverek yüceltebileceğiniz bir hak değil. onun adı olsa olsa terbiyesizliktir. bunu "taşın altına elini koyan" kılığında yapmak da, ancak karakter arayışındaki toy gençleri cezbedebilecek bir "düşünce ve ifade kaypaklığı"dır. düşünce ve ifade özgürlüğü insanlar yazısız renkli tişörtlerle dolaşabilsin diye var, iki üç tane yüzü olmayan megalomani hastası küfretsin diye değil. artık yeter bence.

    halihazırda senelerdir şu sözlükte herhangi bir tartışma sonucu taraflardan birinin fikrini değiştirdiğini görmüş değilim. gündelik hayatta da bu böyle. normalde imkansıza yakın dururken, küfrederek söverek içini boşaltarak olacak şey hiç değil. mühim olan -ki uzun süredir esamesi okunmuyor- "görüşlerine katılmasam da saygı duyduğum" tadını yakalayabilmek. "her klişe kötüdür" diye bir şey yok, sözde "ezber bozmak" da her klişenin yıkılması demek değil. birinin, görüşlerine katılmasa da sana saygı duyması demek, düşünürken istemli ya da istemsiz senin o konudaki görüşlerini de değerlendirmeye katacağı, en kötü ihtimalle empati kurmasını sağlayacağı anlamına gelir. samimi, dürüst ve nötr olduğunda düşünce ve ifade özgürlüğü bu yüzden güzeldir. yönetimi senin gibi düşünmeyen çoğunluğun elinde olan yerlerde azınlıkların "sadece" "ses verebilmesini" sağlamak için değil, adil ve anlayışlı bir fikir teatisi platformu oluşmasına temel teşkil etmek için var. gerisi troll'lüktür.

    (bkz: #12824254)
  • herkesin her şeyi doğru bildiği ve herkesin her şeyi harikulade anladığı canım ülkemde saniyenin binde biri hızında herkesin desteklediği, fakat iş uygulamaya gelince karşı tarafın özgür fikrine anında ayar olup yargısız,tartışmasız ve anlatılanı anlamaksızın kavgaya, ölümüne kadar götürebilecek ve bunu yaptığının farkında bile olmayacak insanlar tarafından kirletilen özgürlük.
  • "ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız ya da ilgilenilmeye değmez görünen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhine olan, şok eden, rahatsız eden düşünceler için de uygulanır. bunlar demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan; çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir." (avrupa insan hakları mahkemesi kararı: "handyside v. birleşik krallık, 1976")
  • algılanamayışının en derininde temel insani eğitimlerden yoksun olmanın yattığını düşündüğüm özgürlüktür. yahudi, müslüman, hristiyan fark etmeksizin tüm geleneksel aile yapılarında belli başlı kurallar, tabular vs. gibi sorgulamayı ve fikir üretmeyi baskılayıcı unsurlar, bireyin kendi iç dünyasında yaşadığı karmaşaları tetiklemektedir. sorgulamayan çocuk, ne denilse evet diyip, ne emredilse uygulayacak bir makineye dönüşmek için müthiş bir adaydır. olay mikro düzeyde incelendiğinde birey; özgürlüğünü keşfetmeyi bırak, özgürlüğün ne olduğunu bile tanımlayamayacak kadar dış dünyadan kopuk, algıları tamamen ezberleyip uygulamaya yönelik çalışan bir robottan farksız duruma gelebilir. makro boyutta incelendiğinde ise, yeryüzündeki en büyük köle taciri pozisyonundaki devlet için bulunmaz hint kumaşı değerinde, biyolojik olarak insan, işlevsel olarak makine haline gelmiş, sermayeyi ve egemenleri besleyecek birer koyuna dönüştüğünü görürüz bireyin. *

    ne var ki insanoğlu genetik olarak düşünen ve ne kadar baskılanırsa baskılansın sorgulayabilen bir zihin yapısına sahiptir. bireyin kendisine dayatılan, ezberletilen doğruları savunması da bir çeşit sorgulama ve ifade etme biçimi olarak algılanabilir. nitekim gelenekçi aile yapısından gelen birey, ne kadar okursa okusun, sistem içinde ne kadar iyi bir pozisyon elde ederse etsin, çocukluğunun ilk yıllarında edindiği bilgileri, uymak zorunda olduğu kuralları hatırlayacak ve etrafındaki insanlara, tıpkı annesinin ve babasının kendisine dayattığı gibi dayatma ihtiyacı hissedecek; özgürce karşı çıkmak, özgürce üretmek fikrine hasıl olamayacaktır. çevremize biraz göz gezdirdiğimizde, en basidinden sol frame'deki başlıkları biraz okuduğumuzda bazı şeylerin değiştirilemeyeceği kanısına varabiliriz.

    düşünce ve ifade özgürlüğü, içinde barındırdığı ''özgürlük'' sebebiyle her yere çekilebilecek esneklikte bir açılımdır. ihlali durumunda ise büyük olasılıkla yukarıda bahsettiğimiz birey tarafından ihlal olup olmadığı yargılanacak, büyük ihtimalle makro mekanizmayı koruyacak nitelikte bir karara imza atılacaktır. dolayısıyla, insanlık için bu kadar çok negatif göstergenin olduğu bir konuda umut beslemek yersizdir. sadece çevremizi düzeltmek adına adımlar atmak, geneli değiştirmek için en mantıklı yoldur. *

    düşünce ve ifade özgürlüğü'nün ülkemizdeki akıbeti ise ifade etmekten çok ifade ettirmemek şekline bürüneceğe benzer. bunu anlamak için bir gazete açıp okumak, ekşi sözlük'te gezinmek, tv'de haber izlemeye gerek yoktur. sadece çevremizdeki insanları 3. kişi olarak gözlemlesek yeterli olur diye düşünmekteyim. birey ailenin, aile toplumun aynasıdır.

    istisnaların kaideyi bozduğunu düşünenlerdenim. elbette bahsettiklerimin tam aksini de gözlemlemek mümkün. fakat olay bireyden çıkıp topluma girdiği zaman malesef istisnalar kaideyi bozamıyor ve en alt makamından en üst makamına kadar herkesi ilgilendiren kaotik bir mekanizmaya dönüşüyor özgürlük noksanlığı.

    tek derdim, birbirimizin düşündüklerini kötülemek yerine aksini iddia edebilme yetisini kazanabilmemiz. küfürden, kabalıktan uzak; saygıyı ve hoşgörüyü esas alan insanlar olabilmemiz. zaten fazlasını beklemek faşizmden farksız olacaktır. beğenmediği her yoruma küfürle yorum yapan dostlara sevgilerle...
  • ozgurluk

    insana kafayi yedirten bir algi.

    esasinda insan denilen varlik, bir bakima kendi sinirlarinin arayislarinda. gunluk hayattan tutun da en yuce degerler atfedilen kavramlara kadar hep sinirin ne oldugunu anlamlandirmaya calismakta. "dur" noktasini bilmek, insan iliskilerini adam smith'in klasik iktisat anlayisindaki gibi "gorunmez el" yardimiyla duzenler bir bakima. haddini bilmek denilen olgunun, gorece ust konumdaki bir insanin altindakine kisitlamalar getirmesinin otesinde de degerleri vardir.

    bir erkek icin cok basit bir sekilde, bir kadinla konusurken kendisine cizdigi "dur" noktalari vardir. ayni sekilde bir kadinin da bir erkekle konustugunda.. bir isci patronuyla hatta patron dahi iscisiyle konustugunda -ast ust iliskisi bakimindan ustte olan bir kiside dahi- karsisindakine her lafi soyleme, dusunduklerini hicbir suzgecten gecirmeden karsisindakine soylemesi dusunulemez. bu olay gerceklestiginde, ortada manevi olarak saygi ve aidiyet kavramindan tutun da maddi olarak soylenebilecek islerin saglikli isleyisi, verimlilik gibi alanlarda da duzensizlige, eksiklige ve olumsuzluga sebep olur.

    ozgurluk denilen kavramin, insanda algi problemi yaratan ozelligi de bu noktada canlaniyor. bir isci, patronun o isle beklentilerini karsilamakla yukumlu. ancak belirli sinirlar dahilinde. patron da o insana uygun olmayan ya da o is sozlesmesinde olmayan gorevleri yukleyemez. burasi basit bir nokta; ancak ozgurluk kavrami bununla sinirli degil. ozgurlugun sinirsiz hukmetme anlamina gelip gelmedigi ve gelmiyorsa sinirlarinin ne oldugu kavrami cikiyor bu noktada karsimiza. cunku bu kavram yanlis anlasildiginda "gunah isleme ozgurlugu" gibi bir soz giriyor lugatlarimiza. yolsuzlugun, hirsizligin, cinayetlerin hepsini bu noktaya tasiyabiliyor insanlar. ya da ayri basliklar altinda yazabiliriz.

    internet, hayatimiza girdiginden beri en ucra koselerde kalmis dusunceler bile, aslinda bizim sahip olmadigimiz, aklimiza bile gelmeyecek sapkinliklarin dahi hayatimiza girdigini, bunlarin eselendigi, bircok fikirin, tabunun ortaya konulup irdelendigini goruyoruz. "desilmemis tek bir konu kaldi mi?" sorusunu bile bircok kez sordurabiliyor insanlara. "bu kotu bir sey mi ki?" sorusunun cevabini da yine buraya kadar olan kisim veriyor: bunlari ifade ederken ki sinirlarin ne oldugu.

    ifade edis ve ortaya konulus bicimi onemlidir. hukuken onemli olmasinin yanisira insan iliskilerinin saglikli isleyisi bakimindan ve ortak bir payda edimi icin de zorunludur. bir insan hakli bir dusuncesini konu itibariyle acikca soyleyebilir. "kur'andaki bu ayetin anlamindan insanlari oldurun anlami cikmiyor mu?" bunu her ayet icin sorabilirsiniz. "oku." ayetine bile dilerseniz bunu sorun. burada kendi cikariminizi ifade edip var olan ozgurlugunuzu kullaniyorsunuz. ancak bunu ifade ederken cumlenin basina bir kufur yerlestirip soramazsiniz. bunu da dusunce ozgurlugu pakedine yerlestirip "ne kadar alingansiniz ya." diyemezsiniz. burada anlasilmasi gereken de mevzu bahisin kur'an olmadigi. herhangi birisinden bahsederken; kufredemezsiniz, hakaret edemezsiniz.

    insanin, internet aleminde bir rumuzun arkasina gizlenmesi bilincaltina bir ozguven de asiladi. bu sanriyi ozgurluk addetmek, mecburi oldugumuz toplumsal yasami da bir cikmaza surukluyor. cok basit bir ornekle eksisozluk'un spor basliklarina girince bu sanrinin ne kadar yogun yasandigini gorebilirsiniz. bir spor kulubu basligina girip "orospu cocuklarinin tuttugu takim." yazmanin, ozgurlugunun kendisine verdigi yetkiyle ilintili oldugunu dusunenler az degil. oysa bunun bir ozgurluk kistasi olarak one surulemeyecegi de akl-i selim her insanin uzerinde fikir birligi edinecegi bir konu.

    ancak bu noktada illuzyona kapilan insan sayisi az degil. senin rakibin olarak gordugun ya da bikma noktasina geldigin bir gruba bu sozler edildiginde "dur" demiyor insanlar. hatta bazilarinin hosuna gidiyor. gulumseyerek karsilik veriliyor. buna karsi cikan insanlarinsa ortak ozelligi bunun birebir muhattabi olan kesimden olmasi.

    charlie hebdo bir karikatur cizdi. kafalar tekrar siyrildi.
    http://dailycaller.com/…ejepiln-e1348078503609.jpeg

    oncelikle anlasilmasi gereken nokta sonrasinda yasanan vahsetin mesruluk zemini bulmadigi. ancak bu yuzden de butun algilarimizi bu eksene oturtup diger butun yasananlara gozumuzu kapatmamiz gerekmiyor.

    bu karikaturun, dusunce ozgurluguyle bagdasan hicbir tarafi yok. bunun da soz konusu kisinin peygamber olarak gorulmesi, milyarlarca insanin deger verdigi, kutsalinin bir parcasi olmasi yuzunden dusunmeyin. o, olsa olsa yanlisin boyutunu ilgilendirir. bunun yanlis olmasi, kisiye bagli olarak bile degismeyecek derecede aciktir. bu sekli, dunya uzerindeki hicbir insana ithafen de yapamazsiniz. bu acik bir bicimde kisilik haklarina tecavuzdur. herhangi birinin annesini, karisini, kendisini bu sekilde resmetmenin, ozgurlukle en ufak bir alakasi bulunmaz.

    nasil ki birini oldurmenin, malini calmanin, hirsizligin, yolsuzlugun, tecavuz etmenin, cok ciddi boyutlarda iftira atmanin, insanlari bir hedef gosterip siddete suruklemenin vs. ozgurlukle bir ilgisi olmadan kisilerin kendisini baglayan durumlar neticesinde gerceklestigi ve bunun mesru gorulmemesi gerektigi gibi bu olayin da ozgurlukle bagdasan bir durumu ve aciklamasi yok.

    kaldi ki ortada aslina bakilirsa ozgurluk kavramini sorgulayacak bir dusunceden bile bahis acmak cok zor. salih memecan'in bunun katbekat hafif karikaturlerine insanlar hakli olarak tepki koyarken, bu kadar vahim bir olayin ozgurlukle aciklanmaya calismasi olsa olsa akil tutulmasina ornek olur sanirim.

    ayni sekilde sonrasindaki vahsetin de ozgurlukle aciklanmasi.
    iki taraftan birini secmek zorunda degilsiniz.
  • birbirlerini tamamlayan temel özgürlükler. esasen ifade edilemeyen düşüncenin bir anlamı yoktur, zira hiçbir totaliter rejim zaten istese de düşünmenizi engelleyemez. bu nedenle aslında, her bireyin sırf insan olmasından gelen, istisnalar ile sınırlandırılmamış özgür düşünce ve bu düşünceyi engellenmeden diğerlerine karşı ifade etme hakkı vardır. ama bu hak kullandırılır mı veya bu hakkın verilmemesi düşünceleri yok eder mi o da başka bir konu.

    totaliter idarelerde esasen ifade özgürlüğü hedef alınır. çünkü bir insanın aklında yeşeren düşünceleri hiç bir tehditle değiştiremezsiniz, ancak o "çürük ve küçük" vatandaşın "zehirli sarmaşıkları"nı diğer "masum ve itaatkar" çoğunluğa ulaştırmasını ve zehrini bulaştırmasını engelleyebilirsiniz. dünyanın neresinde olursa olsun güç sahipleri için kendi iktidarlarını sürdürme hırsı insanlıktan ve adaletten daha önemli olmuştur. atina'nın sokratı ölüme mahkum etmesi ile başlar, bugüne kadar gelir.

    bu nedenle karanlıkla karşılaştığınız her yerde bir mum yakmadıkça ve o mumun sönmesine izin vermedikçe, karanlık kazanacaktır.
hesabın var mı? giriş yap