• ingilizcede ve almancada da çok sık kullanılan bir idiom'dır.

    almancası "wenn der berg nicht zum propheten kommt, muss der prophet zum berg kommen", ingilizcesi ise "if the mountain doesn't come to mohammed, mohammed goes to the mountain" şeklindedir.

    farklı tense'lerle söylenebilir ama aşağı yukarı böyle bir şeyler işte.
  • hazırlık sınıfında zorla okumak zorunda kaldığım charlotte bronte'nin jane eyre adlı romanında da geçen atasözümsü cümle.
  • tasavvuf edebiyatındaki dağ gelmezse abdal yürür felsefesinin (muhtemelen derviş/abdal nedir bilmeyenler hıristiyanlar daha rahat anlasın diye) hz. muhammed üzerinden aktarılmış bu hali ilk defa 1643 yılında john owen tarafından `if the mountaine will not come to mahomet mahomet will goe to the mountaine` şeklinde ifade edilmiş ve ondan sonra deyimleşegelmiştir.
  • tam dersi olduğunu düşündüğüm atasözü.

    muhammed dağa gitmezse dağ muhammed’e gelir
  • kopernikus yerine ptolemaios’a bakarak kerteriz alan francis bacon'un, essays'in ataklık üstüne isimli on ikinci bölümünde, manipülatif biçimde, büyük sözler verip başarısızlığa uğradıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi bir dönüş yapma düşüncesine örnek olarak kullandığı söz.

    “muhammed çevresindekileri, bir dağı yanına çağırıp o dağın tepesinden, kendi yasalarını benimseyenler için tanrıya yalvaracağına inandırmıştı, insanlar toplandı, muhammed dağı ayağına gelmesi için üst üste birkaç kez çağırdı, dağ yerinden bile kımıldamayınca, hiç aldırmadan: "dağ muhammed'e gelmezse muhammed dağa gider," dedi. bu adamlar da büyük işler söz verir, yüz kızartıcı bir başarısızlığa uğrarlarsa, ataklık yönünden bir eksiklikleri yoksa işi pişkinliğe vurur, hiçbir şey olmamış gibi bir dönüş yaparlar.” (yapı kredi, kazım taşkent, 1998, akşit göktürk)

    hiç kuşku yok ki küçük bir düzeltme gerekli.

    1625’te essays’de:

    “mahomet made the people believe that he would call an hill to him, and from the top of it offer up his prayers, for the observers of his law. the people assembled; mahomet called the hill to come to him, again and again; and when the hill stood still, he was never a whit abashed, but said, ıf the hill will not come to mahomet, mahomet will go to the hill. so these men, when they have promised great matters, and failed most shamefully, yet (if they have the perfection of boldness) they will but slight it over, and make a turn, and no more ado.”

    hill’i mountain yapan 1643’te a display of arminianism’de john owen:

    “if the mountain will not come to mohammed, mohammed will go to the mountain.”

    rivayet, john ray bunu 1670’te english proverbs’e almıştır. orada bulamadım. bulabildiğim en eski sözlük versiyonu 1812’den:

    “if the mountain will not go to mahomet, let mahomet go to the mountain.”

    must ekleyense, 1720’de gnomologia’da thomas fuller:

    “if the mountain will not come to mahomet, mahomet must go to the mountain.”

    dostoyeski, karamazov kardeşler’de konuyu kaşır -üçüncü kitap, yedinci bölüm; yani şehvet düşkünleri, tartışma:

    “kendiniz düşünün, grigori vasilyeviç, dedi, kendiniz düşünün: kutsal kitapta, küçücük, buğday tanesi kadar inancı olan insanın bir dağa, kayarak denize inmesini buyurursa, dağın bu buyruğu hemen yerine getireceği yazılıdır. pekâlâ, grigoriy vasilyeviç, ben zındığın biriyim, ama beni sürekli paylayan siz dini bütün bir insansınız, öyleyse hadi bakalım, karşıki dağa buyurun, denize değil (deniz hayli uzaktadır çünkü), bizim pis kokulu deremize iniversin. istediğiniz kadar bağırın, dağın bana mısın demeyeceğini, değil dereye inmek, yerinden bile kıpırdamayacağını göreceksiniz. bu demektir ki, siz de yürekten inanmıyorsunuz, grigori vasilyeviç, ama gene de sitem ediyorsunuz başkalarına. doğrusunu isterseniz, çağımızda yalnız siz değil, en yüksek kişiden en basit köylüye dek hiç kimse dağı denize indiremez. dünyada bir, bilemediniz iki kişi vardır bunu yapabilecek, onlar da mısır çöllerinden birinde, bütün insanlardan uzak, ruhlarının günahlardan arınması için tanrıya dua ediyorlardır. arasan da bulamazsın onları. durum böyleyken, geri kalan insanların tümü zındıkken, öylesine merhametli olan tanrının bu iki kişi dışındakileri, yani insanların hepsini lanetlemesi mümkün müdür? işte ben de buna dayanarak, bir kez kuşkuya düşmüş de olsam, pişmanlık gözyaşları dökersem bağışlanacağımı umuyorum.” (iletişim, 2005, ergin altay)

    tepenin dağ, seçimin zorunluluk, inançsızlığın bağışlanma doğurması manidar. ilk bakışta komplikasyon olarak görünebilecek bu serüven de aslında gayet akla uygun.

    çünkü dağ çağırılınca gelebilecek idiyse, ne diye peygamber bize kadar gelsindi, sesleniverirdi o kadar.

    ayrıca bakınız:

    if mohammed won't come to the mountain

    ad collem ibit mahometes
  • yolları çatallanan bir bahçede analojik bir gambit: dağa erebilmek için, çağrı feda edilir. aynı zamanda, çağrı bize neden doğrudan gelmedi ve yüzüğü neden kartallarla götürmediler sorularına yanıt niteliğindedir.

    dört durum olduğu düşünülebilir:

    dağ çağrılmaz ve gelmez, eksi ve eksi, her şey yolunda.
    dağ çağrılmaz ve gelir, eksi ve artı, ilginç yine de olumlu.
    dağ çağrılır ve gelir, artı ve artı, fiziksel bir mucize.
    dağ çağrılır ve gelmez, artı ve eksi, ahlaki bir mucize ve bir iman akidesi zemini.

    açık konuşalım:

    yağmur yağmaz ve yerler ıslanmaz, makul.
    yağmur yağmaz ve yerler ıslanır, yine makul, başka bir neden vardır.
    yağmur yağar ve yerler ıslanır, doğal.
    yağmur yağar ve yerler ıslanmaz, olağanüstü.

    böylece bir dağ gibi olduğumuzu anlarız. gelebilecek olsak çağrılmazdık. gelemeyeceğimiz için çağrıldık. çünkü, hakikate kalabalık halinde varılmaz. zaten, her kim ki bir şeyi kendi gözleriyle göremez ona kulakları da kapalıdır.
  • shtisel'in üçüncü sezonunun ikinci bölümünde geçtiğini düşündüğüm atasözü. netflix "fare hahama gelmezse dağın kendisi muhammed'e gider" diye çevirmiş. yukarıda ingilizce ve almanca kullanımı yazılmış. ibranice'deki kullanımı da acaba aynı anlamda mı? bilenler yazarsa güzel olurdu.
  • francis bacon’un denemeler kitabının ataklık üstüne başlıklı on ikinci denemesinde geçer bu söz. bacon, boş vaatlerle insanları kandırıp sonrasında yüzsüzce hiçbir şey olmamış gibi davranmaya örnek vermek için kullanmıştır. bu hikayenin aslı astarı nedir, öncesinde söylenen bir şey miymiş diye kanaat edinecek fakat emin olmayacak biçimde hafif bir araştırma yaptım ancak sanırım bunu ilk anlatan ve söyleyen francis bacon’un kendisi. zaten denemelerinde hep atıflar yapmış, bu hikayede herhangi bir atıf yok. belki kulaktan kulağa batıdaki islam ve muhammed algısı ile düşmanlığını pekiştirmek için o dönemde sözlü olarak söylenen bir hikaye olabilir.
hesabın var mı? giriş yap