*

  • stefan zweig'ın ölümünden sonra terekesinde bulunmuş romanı. bu adla türkçe'de ilk kez can yayınları tarafından 1998'de yayımlanmıştır.

    birinci dünya savaşı'nı izleyen yıllarda, avusturya'nın bir köyündeki postanede memur olarak iş bulan christine hoflehner'in önünde yoksulluk dolu, renksiz bir yaşam uzanmaktadır. ancak, amerika'da yaşayan bir akrabasından aldığı mektup, tekdüzen yaşamından çekip alır onu. tatilini geçirmek üzere, çalışmanın da, yoksulluğun da ne olduğunu bilmeyen insanların arasına, lüks bir otele çağrılmaktadır. christine, bu çarpıcı öneriyi kabul edip amerika'ya gider. otelde önceleri soylu ve varlıklı biri sanılsa da, kısa süre sonra asıl kimliği ortaya çıkar. büyük bir değişim rüzgarı, christine'yi alır, yeniden o tekdüze, küçük, yoksul dünyasına sürekler. ne var ki, bu eski dünyasında bu kez tanıştığı ferdinand, onun önünde yepyeni ufuklar açacaktır.
  • kasım eğit çevirisiyle katledilmiş kitaptır, maalesef can yayınları haricinde çeviren yayınevi de yok.
  • hikayenin devamını okuyucunun hayal gücüne bırakarak alışık olmadığımız, bilhassa 30’lu yıllarda yazıldığı göz önünde bulundurulursa çok sıra dışı ve bir o kadar da ileri görüşlü bir son ile biten roman.
    beyaz perdeye aktarılsa nasıl olur diye düşünüp dururken romanın grand budapest hotel filmine esin kaynağı olduğunu öğrenmem de ayrı bir konu sözlük...
  • zweig'ın sağlığında yayımlamadığı bu eser, ilk olarak 1982 yılında, kitabın almanca versiyonunun editorü olan knut beck'in, zweig'ın taslağı ve notları üzerinde yürüttüğü kapsamlı çalışma sonucunda kitap hâlini alıyor. zweig'ın, 1942 yılında planlı olarak hayatına son vermeden önce yayımcısına gönderdiği son eserlerinin arasında bu eserin yer almaması, eserin yayımlanmamasının zweig'ın bilinçli bir tercihi olduğunu gösteriyor.

    nitekim knut beck'in kitabın almanca versiyonunun son sözünde yaptığı açıklamalardan, zweig'ın bu eserinden hiçbir zaman tam olarak tatmin olmadığını görüyoruz. öyle ki zweig, 1931 yılında yazdığı bir mektupta, bahsi geçen eserin ortasında sıkışıp kaldığını ve işin içinden çıkamadığını belirtiyor. böylece, eğer o dönemde yayınlansa zweig'ın ilk romanı sıfatını kazanacak bu eser, ilk kez yarım bırakılmış oluyor. zweig, yıllar sonra bu eseri tamamlamak için tekrar eline aldığında ise, esere başladığı dönemki ruh hâlinden çok daha farklı bir ruh hâline sahip. bunda, arada geçen yıllarda yaşanan siyasî konjonktür değişiminin, özellikle nazi'lerin yükselişinin ve zweig'ın özel hayatındaki çalkantıların etkisinin olduğu iddia ediliyor. eseri yazmayı sürdürmesine rağmen, nihayetinde eserin geldiği nokta zweig'ın yine içine sinmiyor ve eser ikinci ve son kez yarım kalıyor. yani kitabın ani biçimde bitişinin temelinde yatan etkenin, sonunun okuyucuya bırakılmış olmasından ziyade, kitabın hiçbir zaman son hâlini almaması olduğu düşünülebilir.

    ben bu bilgileri edindiğimde kitaba ilişkin bir aydınlanma yaşadığımı söyleyebilirim. zira kitabı dikkatli bir şekilde okuyan herkesin fark edebileceği üzere, kitabın ortalarında hikâyede bir kopuş söz konusu. başta christine'nin yaşadığı ortam değişiminin onun iç dünyasında yarattığı etkiyi odak noktası olarak alan eser, christine'nin köye dönüşünden sonra ve özellikle ferdinand'ın olaya dâhil olmasıyla birlikte, daha ziyade sosyal sorunlara, bilhassa para meselesi üzerine eğilmeye başlıyor. yine bahsettiğim ikinci kısımda, ilk kısma nazaran, anlatımda karamsarlığın bariz biçimde öne çıktığını kolaylıkla sezebiliyoruz. bunları, eserin ilk yarım bırakılışından sonra zweig'ın ruh hâlinde meydana gelen değişimlerin yansımaları olarak düşündüğümde, gidişattaki değişiklik bakımından zihnimde taşlar tam anlamıyla yerine oturdu.

    hatta ben, kitabın sonunda karakterlerin yaşadığı karar değişikliklerinin de, aslında zweig'ın kitabın sonu üzerine yaptığı denemeler olarak yorumlanmaya son derece müsait olduğunu düşünüyorum.

    bahis konusu kitabı, bu arka planın bilincinde olarak okumakta fayda var.
  • stefan zweig'in yarım kalan romanı.

    birinci dünya savaşı neticesinde avrupada yaşanan maddi ve manevi zorluklardan nasibini alan christine'nin gözlerinden hem zengin hem fakir çevre okuyucuya resmediliyor.

    yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da karakterin içten içe yaptığı kritikler okuyucuyu kitaba daha çok bağlıyor. kitapta, christine'nin zengin yaşantının içerisinde bulunduktan sonra eski kimliğini kabullenmeyişi, eski hayatına dönmeyi reddedişi okuyucuya güzel yansıtılmış.

    christine'in köyüne döndükten sonra dönüştüğü hırçın, etrafını küçümseyen, diğerlerine üstten bakan ve daha fazlasını hak ettiğini düşünen bu yüzden de duygusal olarak çöküntü yaşayan birinin çıkış noktası kendisini anlayan, aynı düşüncelere sahip başka biri ile tanışması olabilirdi. haddim olmayarak söylüyorum bence kitap bu noktada bitirilebilirdi. bu noktadan sonra çiftin yaşadığı maddi sıkıntıyı okumak bana beyhude geldi. yine de stefan zweig'ın kaleminden çıkan herhangi bir yazıyı okumak insanı mutlu ediyor.

    --- spoiler ---

    ''büyük olmak isteyen küçük bir dünyadan daha kindar, daha sinsi hiçbir şey yoktur.''

    ''kalmak istemediğin bir yerde oyalanma ! işler iyi gitmiyorsa bırak, yenisine başla. bir yerde iyi hissetmiyorsan bavulunu topla başka bir yere git.''

    ''christine hep ablasına özenmişti, ama hayatında ilk kez ona küçümseme ve nefretle bakıyordu... çünkü anlamıyordu anlamak istemiyordu.''
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap