• fransiz duo m83'un 2003 cikisli, sagda solda cokca ovguye mazhar olmus, iki numarali albumu.. ben de tabii bu ovguler sayesinde haberdar olabildim, pitchforkmedia'da bu kadar ovulmeseydi ve sitedeki kritigi "sihirli kelime"yi (my bloody valentine) ihtiva etmeseydi, "m83" gibi gayet anonim bir adi olan bir grubu merak etmem olasi olmazdi saniyorum. "pitchforkmedia sen bizim herseyimizsin" deyip albume geciyorum:
    sonucta cok kendine ozgu bir sound'u yok grubun, ama farkli farkli gruplarla ozdeslesmis alakasiz sayilabilecek sound'lari bir araya getirme ve kendilerinin kilma ozellikleri, takdire sayan.. my bloody valentine'in amansiz gitar fuzz'i ve shoegazer estetigi, sigur ros'u hatirlatan pastoral ve atmosferik havalar, electro-pop'cu tayfayla ozdeslesmis ucuz keyboard havalari ve en onemlisi de koyu melodilerle birlesip, tripe sokuyor dinleyeni.. bastan sona tutarli ve icinde kotu bir sarki olmayan bu albume, 2000'li yillarin loveless'i demek icin cok erken tabii (henuz sadece 3 kere dinledim) ama o albumun duygu yogunluguna bu denli yaklasabilen ender albumlerden biri oldugunu soylemek abes olmaz..
  • "m83, fransız anthony gonzalez ve nicolas fromageau'dan oluşan iki kişilik bir tekno grubu, ancak grubun müziğini sadece "tekno" olarak adlandırmak 2003 tarihli albümleri "dead cities, red seas & lost ghosts"a büyük bir hakaret olacaktır. fransa'da 2003 yılında yayımlandıktan sonra amerika'da piyasaya sürülmesi 2004'ü bulan bu eser, yeni milenyumun en önemli yapıtlarindan biri.

    m83'ün müziğini tek bir janra indirgemek pek mümkün değil; ikilinin etkilenimleri 60'ların saykodelik müziğinden tutun da, 80'lerin synth-pop'u ve 90'ların shoegazing'ine kadar gidiyor. en çok benzetildikleri grupsa, ister inanin ister inanmayin, my bloody valentine. mbv ile m83'ün müziği gerçekten yakından akraba. aralarındaki fark şu: my bloody valentine'da distortionlı gitarların arkasına serpiştirilmiş kimi elektronik tınılar hissedilebiliyordu. m83'te ise durum tam tersi; yani elektronik müziğin arkasına saklanmış gürültülü gitarlar grubun müziğinin asıl kaynağını oluşturuyor. kimileriniz, "primal scream gibi mi o zaman?" diye aklından geçirmiş olabilir, ama inanın bu kadar basit değil.

    1 dakikadan kısa süren intro birds hakkında hayatım boyunca dinlediğim en güzel intro yorumunu yapabilirim. genel olarak bu tip intro, skit tarzı ara konuşmaların müziğin devamlılığını ve dinleyicinin konsantrasyonunu azalttığını düşünmeme rağmen, bu "birds" büyüledi beni. yankılanan bir sesin tekrarladığı "güneş parlıyor, kuşlar şarkı söylüyor, çiçekler parlıyor, bulutlar büyüyor ve ben uçuyorum" dizeleri ne kadar çocukça gözüküyor, değil mi? ah hayır, aslında "dead cities..."in en etkileyici anlarından biri bu. bir de ardından gelen unrecorded'i dinleyin: sanki jesus and mary chain, depeche mode, marillion ve the orb bir araya gelmişler ve düet yapıyorlar! nefis bir klavye ve gümbür gümbür bir gitar eşliğinde, 4/4'lük ritmiyle 4 dakika boyunca olduğunuz yere mıhlıyor bu şarkı sizi. albümü ilk dinleyişimde, sadece "birds" ve "unrecorded" bile, ki ikisi toplam 5 dakika sürüyor, "dead cities..."i bir başyapıt adayı olarak görmeme yetmişti. ve m83 umutlarımı boşa çıkarmadı. "dead cities..." 12 şarkısı da birbirinden güzel, birbirinden insancıl olan harikulade bir albüm. evet, doğru kelime "insancıl" olmalı; altyapısı bilgisayar olan hiçbir müzik bu kadar samimi gelmemişti bana. finaldeki 15 dakikalık beauties can die sanırım böyle düşünmemdeki en büyük etken. şarkının adı her şeyi özetliyor aslında: "güzellikler de ölür". evet, her güzel şey de bitiyor, aynı hayat gibi. ancak bu sesler karmaşasında, m83'ün bu "yapay" dünyasında, gerçek dünyadan daha samimi, daha hoş bir şeyler var ve ikilinin müziğini bu kadar etkileyici yapan asıl şey de bu. "dead cities, red seas & lost ghosts" şimdiden müzik tarihinin kilometretaşlarından biri olarak gösterilmeyi hakediyor." *

    aman tracklist'i eksik kalmasın:

    1. birds
    2. unrecorded
    3. run into flowers
    4. in church
    5. america
    6. on a white lake, near a green mountain
    7. noise
    8. be wild
    9. cyborg
    10. 0078h
    11. gone
    12. beauties can die
  • öyle bir albümdür ki, nasıl başlamıştı derken herşeyi unutturan bir beauties can die ile bitiverir birden.

    (bkz: m83)
  • m83'ün kanımca en iyi albümü.

    ve fakat junk gibi bir albümü yapan bir grubun *, bu albümü yapması ya da yapabilmesi çok garip geliyor bana. önce transilvanian hunger'ı * yapıp, ardından damnation * gibi bir albüm kasmakla eş değer benim için. iki farklı gruptan örnek verdim, çünkü gerçekten iki farklı grupmuş gibi burada m83.

    kaldı ki junk da harika bir albüm. ama m83'ün bu denli farklı iki albüm çıkarabilmesi bana çok garip geliyor.
hesabın var mı? giriş yap