• dekalog serisinin 5.filmidir.

    --- spoiler ---

    piort'nin adaletin intikamla sağlanması gerekir düşüncesinin filmin sonunda bir çeşit intikam(idam) ile sağlandığını izlediğimiz; dekalog'un 5. emri olan “öldürmeyeceksin.” bu arada avukatımız piort bir çok avukattan kağıt üzerinde daha iyi bir eğitime sahiptir belki ama çoğu avukatın kendini o sistemin içerisinde kaybettiği ve bir şekilde iyi yerlere geldiği gibi değildir çünkü kendisi avukat olmak için fazla vicdanlıdır, soğuk kanlı değildir ve belki de bu yüzden bir çok davayı kaybedecektir.
    nerden 21 yaşındaki oğlumuzda kız kardeşini kaybettikten sonra bunun travmasıyla kendisini varşova sokaklarına atar ve senelerce oralarda, ufak tefek serseriliklerle yaşar, birtek küçük kızlara karşı iyi davrandığını görürüz, ve taksi şöförümüz ise aslında sıradan ama bir o kadar da zalim bir adamdır. adamına göre muamele yapıp istediğini taksiye alır istediğine istediğini yapmaya kalkar ama bu sonunun ölümle sonuçlanması gereken durumlardan değildir. ve 21 yaşındaki oğlumuz jacek bir gün taksisine biner ve şehrin dışına doğru yol almasını söyler, derken dekalog meleğini görür ve birden yapmak istediği şeyin dışında kararlar vermeye başladığını görürüz, en sonunda da mükemmel( ne dedim şu an bilemedim ) bir cinayet sahnesiyle beni uzun metrajlı filminden sonra aynı sahne bir kez daha etkiler.

    sonunda da jacek idam edilir, avukatta bunu kendi beceriksizliğine yorar, sistemin içerisinde sistemi eleştiren biri zaten kendiliğinden olmasa bile bir şekilde uzaklaştırılır burada bunu görürüz. adalet,eşitlik ölüm kavramları arasında ince bir çizginin olabildiği bir filmdir.
    --- spoiler ---
  • piec, dekalog serisinin beşinci filmidir. dekalogların belki de en güçlü yapımı olarak nitelendirilecek piec, ‘öldürmeyeceksin’ emrini oldukça yalın ve sadece aynı zamanda sert ve çarpıcı bir biçimde izleyiciye sunar. film o kadar başarılıdır ki seriden ayrı olarak sinema filmi haline getirilmiş ve ‘öldürmek üzerine kısa bir film’ adıyla yayınlanmıştır. piec’e ek olarak kesilmiş birkaç sahne ve düzenlemeyle sunulmuştur. piec’i bu kadar önemli kılan esas nokta konusudur. kieslowski sinemasında yoğun olarak gördüğümüz kader , ölüm ve kesişen hayatlar bu filmde çok başarılı bir şekilde yansıtılmıştır. filmin ana karakteri ölümü her iki yanıyla da yansıtan jacek’tir. piec, jacek’in taksici ve avukat piotr’la kesişen öyküsüdür.
    film, piotr’ın sözleriyle başlar. kendisi hukuk mezunu bir avukat adayıdır. sınavları geçmiş ve mülakat için başvurmuştur. dış ses olarak piotr şunları söyler; ‘yasalar, doğayı taklit etmemeli, onu geliştirmelidir. insanlar, başkalarını yönetmek için hukuku icat etti. yasalar, kim olduğumuzu ve nasıl yaşayacağımızı belirliyor. biz yasalara ya uyarız ya da ihlal ederiz. insanlar özgürdür. onların özgürlükleri, başkalarının özgürlükleri ile sınırlandırılmıştır. ceza, intikamdır. özellikle, zarar vermeyi amaçlayan cezalar, suçu önlemiyor.yasalar, kimin için intikam alıyor? masumlar adına mı? masumlar mı kanunları yapıyor?’. dizinin piotr’un yaptığı bu açılış konuşmasının üzerinden şekilleniyor. bu gerçeklik ve sorgulayıcı tavır film boyunca hakim oluyor. kieslowski sadece bireyi yada sistemi eleştirmiyor. izleyici de bu soruların cevaplarını aramaya itiyor. bu tiradın ardında önce taksiciyi ardından da jacek’i görüyoruz. taksici ahlaki değerleri yok sayan, istediğini taksisine alıp istemediğini almayan, kızlara ilgili olan, somurtkan yapıda bir insandır. taksici arabasını temizler ve ardından onu soğukta dışarda bekleyen yolcularını bırakıp gider. bu sırada jacek sokaklarda başıboş bir şekilde dolaşmaktadır. önce bir sinemaya girer fakat filmin başladığını öğrenir. sinemadan ayrılır ve sokakta dayak yiyen bir adamı görür, sadece bakar ve yoluna devam eder. meydanda kuşlara yem atan teyzeyi rahatsız eder ve kuşları kaçırtır. üst geçitten, yoldan geçmekte olan arabaya taş atar ve zarar verir. tuvalette bir adamı iterek pisliğin içine düşürür. fakat resmi çizelmekte olan küçük bir kız çocuğunu görür ve izler. sonra fotoğrafçıya gider ve elindeki fotoğrafın büyütüp büyütülemeyeceğini sorar. cebinden çıkardığı resim küçük bir kız çocuğunun resmidir ve ‘fotoğraflara bakarak bir insanın hayatta olup olmadığını bilebilir misiniz?’ diye sorar. sonra jacek bir pastaneye girer. kahvesini içip pastasını iki küçük kız çocuğu gelir canım önüne. jacek kahvesinden bir kaşık alır ve cama fırlatır. bu durum karşısında küçük kızlar güler ve jacek’te güler. sonra jacek çantasındaki ipi çıkarır ve uygun bir ölçüde ipi keser. dışarı çıkan jacek taksi durağına doğru ilerler. daha önceki taksiye binmez jacek. bu sırada taksici de bir önceki durakta sarhoş halde olan iki adamı taksisine almaz. durakta bekleyen bir baba-oğulda beklemektedir. adam yetişmeleri gereken bir işleri olduğunu ve gidecekleri mesafenin uzak olduğunu söyler. bunu dinlemeyen jacek taksiye biner. böylece seçimleri jacek ve taksicinin hayatlarının kesiştirmiş olur. taksici jacek’e nereye gideceğini sorar jacek’te şehir dışında bir yerden bahseder. sonra yolun dışında bir yere saplmasını söyler. taksici yola döner ve jacek bir anda elindeki ipi taksicinin boynuna dolar. taksici kurtalmak için çabalar, jacek daha fazla zorlar. sonra taksici kornaya basar. korna uzun uzun çalar ve jacek ipi koltuğa dolayarak aşağı iner ve demir çubukla taksicinin ellerine vurur. taksici ellerini kornadan çektikten sonra jacek arabasının diğer tarafına geçer. taksici moraran ellerine bakarak arabanın içinden kurtulmak için çabalamaktadır. tam o sırada jacek tekrar kapıyı açar ve taksicinin kafasına defalarca vurur. taksici hareketsizleşmiştir ve kan revan içindedir. sonra jacek taksiciyi yan tarafa iter ve arabayı ilerdeki bir göletin yanına çeker. taksiciyi arabadan indirir ve sürükleyerek göletin kenarına getirir. adam hala ölmemiştir ve jacek’e eşinin olduğunu söyler ve yalvararak kendisini öldürmemesini ister. jacek yakınlardan bir taş bulur ve yüzünü örttüğü taksicinin kafasına taşla defalarca vurarak onu öldürür. jacek emiri kesin olarak çiğnemiştir ve bir cinayet işlemiştir.
    ardından bir mahkeme sahnesiyle devam eder film. piotr avukat olmuştur ve jacek’in savunmasını üstlenmiştir. dava fazla uzun sürmez ve sonuç açıklanır. jacek idama mahkum edilmiştir. jacek mahkemeden ayrılırken piotr’a doğru bakar. piotr hakimin odasına çıkar ve kendisinin beceriksizliği yüzünden mi davayı kaybettiğini öğrenmek ister. hakim ona sonucun zaten belli olduğunu anlatır. sonuç kesin ve kaçınılmazdır. piotr olayın olduğu gün jacek’le aynı pastanede bulunmuş olduklarını, aynı sırada aynı yerlerde denk gelmiş olmalarına rağmen onu engelleyemediğin ve olaylara müdahale edemediğinden dert yanar. hakim bu konuda yapılacak bir şey olmadığını ve bu kadar derin düşünmemesi gerektiğini hatırlatır. idam günü gelir ve jacek piotr’u görmek istediğini söyler. piotr hapishaneye gider ve bu sırada idam düzeneği de ayarlanmaktadır. sonra jacek’in yanına girer ve konuşmaya başlarlar. jacek anenesini sorar; ‘annemi gördün mü?, ağlıyor muydu? ve piotr ’evet’ der. ardından jacek anlatmaya başlar. ‘ben düşünüyorum.mahkemeden beni götürürlerken sen pencereden bana bağırdın. beni ismimle çağırdın. yakında 21 yaşında olacağım. bana seslenince gözlerim doldu. mahkemede konuşulanları dinlemedim. sen bana sesleninceye kadar onlar bana karşıydılar.’ piotr, ‘yaptığın şeye karşılar’ deyince jacek ‘aynı şey’. der. jacek devam eder. ‘babamın yanına gömülmek istiyorum. onun mezarının sol tarafında boş bir yer var. babamın mezarının yanında bir yer daha var annemin yeri. annem orayı bana verirse sevinirim. mezarlıktaki yer evet, üç yer var. mary, babam ve bir de solda boş bir yer var. mary de orada beş yıl oldu. evet, beş yıl önce, mary traktörünarkasından koşuyordu. okula gidiyordu. 12 yaşındaydı. okul yeni açılmıştı. traktör sürücüsü benim arkadaşımdı. o olay olmadan hemen önce biz votka içmiştik. sonra, o, ormanın yanındaki çayırda mary'yi ezdi. ormanın yanında bir çayır vardı. hep şunu düşündüm. eğer mary yaşasaydı, her şey daha farklı olurdu. belki evden ayrılmasaydım, evde kalsaydım. benim kız kardeşimdi. üç erkek kardeşim var ama o tek kız kardeşimdi. o beni çok severdi. ben de onu çok severdim. belki her şey daha farklı olabilirdi. belki böyle bir şey yapmazdım ve belki de burada olmazdım.’ der ve ekler ‘eşyalarımın arasında bir fotoğrafçının alındı fişi var. bir fotoğraf, büyüttürüyorum. lütfen onu alıp, anneme verir misin? bir okul fotoğrafı. evden ayrıldığımda annemden almıştım. hep yanımda taşıdığım için yıprandı.’
    bu sırada görevliler gelir ve jacek’i infaz işlemi için götüreceklerdir. jacek’in ‘hayır , istemiyorum’ der. ama ne jacek’in ne de piotr’un yapacak bir şeyleri yoktur. yaka paça jacek’i idam odasına götürürler. jacek’in koridordaki o solgun yüzü ve korku içindeki gözleri çarpıcıdır. odaya geldiklerinde rahibin eline sarılır jacek ve sıkıca tutar. sonra görevli sigara içmek isteyip istemediğini sorar ve jacek filtresiz sigara içmek istediğini söyler. infaz memuru ona bir sigara yakar ve jacek sigarayı derin derin içer. sigarayı söndürdükten sonra kendini yere bırakır. bu son çabasıdır kurtulmak için. ama görevliler onu yerden kaldırır ve urganı başına geçirirler. ve infaz tüm çıplaklığıyla gerçekleşir. kieslowski idam karşıtı bir insandır. piotr’un ağzında zaten bunu dile getirir. bu çarpıcı finali de özellikle çekmiştir. idamın ne kadar yanlış bir ceza olduğunu göstermek adına.
    piec, öldürmeyeceksin emrini her iki açıdan da ele alıyor. kieslowski, öldürmek ne kadar yanlış bir şey ise bunun karşılığında öldürülmekte o kadar yanlış diyor ve piec, ölümün acımasız gerçekliğini bir ayna misali yansıtıyor. taksici her ne kadar ahlaksız bir insan olsada, jacek her ne kadar aykırı ve suçlu bir adamda olsa öldürülmek belki de hak ettileri bir durum değil. bu noktada dengeyi piotr sağlıyor. piotr aslında kieslowski ve bu filmin vicdanını sergiliyor. film ayrıca filtrelenmiş bir gökyüzü sunuyor izleyiciye film boyunca. tarkovski’nin stalker filmindeki gibi. bu boğucu gökyüzü altında yaşanıyor hikaye. görsellik açısından başarılı bir iş başarmış oluyor film. piec, fazla simgeselliğe bulaşmadan, açık ve seçik bir biçimde derdini anlatıyor. uzun metrajlı versiyonu olan “öldürmek üzerine kısa bir film” ile piec arasında esasen çok bir fark olmamakla birlikte filmde yer alan boşlukarı tamamlıyor. örneğin; piotr’un hakimle konuştuğu sahnede söylediği biz onunla aynı gün aynı pastanedeydik ve ben ona engel olamadım sözünün gerçekliğini görebiliyoruz. bu tip ufak boşlukları da doldurması açısından uzun metraf versiyonunu da izlemek gerekir. piec, güçlü anlatımı ve bu anlatımı çok güçlü ve yalın çekimlerle destekliyor. her iki ölümü de en sarsıcı şekilde izleyicisine aksettiriyor. piec, serinin belki de en iyi filmi olmayı hakediyor.
  • --- spoiler ---

    kanunları masumlar mı koyar?
    --- spoiler ---

    krzysztof kieslowskinin 10 kısa filmden oluşan ve her bir bölümün 10 emirden birini anlattığı dekalog serisinin beşinci ve bence bu 5 bölüm içerisinde en felsefik ve en güçlü olanıdır.

    bu bölümde 6. emir olan "thou shalt not kill" işlenir. bölüm bir savunma avukatının -beni düşündüren-şu sözleriyle açılır:

    --- spoiler ---

    "yasalar, doğayı taklit etmemeli, onu geliştirmelidir. insanlar, başkalarını yönetmek için hukuğu icat etti. yasalar, kim olduğumuzu ve nasıl yaşayacağımızı belirliyor. biz yasalara ya uyarız ya da ihlal ederiz. insanlar özgürdür. onların özgürlükleri, başkalarının özgürlükleri ile sınırlandırılmıştır. ceza, intikamdır. özellikle, zarar vermeyi amaçlayan cezalar, suçu önlemiyor. yasalar kimin için intikam alıyor? masumlar adına mı? -kanunları masumlar mı koyuyor?-

    her bir filmin başında melek diyebileceğimiz bir varlık insan bedenininde 2 kere gözükür. ilkinde manipülasyon olmadan önce. yani ana konuyu başlatıcak olay olmadan önce ve sonunda yüzleşme olmadan önce. bu bölümde melek ilk kez yol işçisi olarak gözüküp karaktere "yapma" şeklinde başını sallıyor. ikincisindeyse, karakter, savunma avukatıyla konuşup, kendisiyle yüzleşmeden önce hapishanede elinde merdivenle gözüküyor.

    filmin sonunda idam edilen kişinin gözleri bağlandığında kendi kendime "idam eden kişi mi, yoksa idamı izleyenler mi rahat etsin diye idam edilen kişinin gözleri bağlanır" diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
    --- spoiler ---
  • felsefi boyut açısından etkileyici olmasına ek olarak duyguların aktarımının en başarılı olduğu bölümdür ilk 5 bölüm içerisinde.son sahnelerde daha da bir çökersiniz,ağzınız açık izlersiniz benim gibi işte.
  • toplu olarak yazacaktım fakat beşinciyi izleyince dayanamadım. hiç abartısız hayatımda izlediğim en iyi şeylerden biriydi dekalogların bu bölümü.

    ---------------- spoiler --------------

    sinematogrofi üst seviye. o çekim açıları, filmin geneline hakim olan o renk tonu neydi öyle ya.
    filmin hikayesi de muazzam. tahmin edilebilir tabii ama yönetmen her filminde yaptığı gibi sahneleri dağınık bırakmış etrafa. toparlamak size kalıyor. avukatin en bastaki diyalogları alakasız gibi gözükse de ipucu veriyor, felsefe barındırıyor.
    filmin içindeki felsefi sorular, filmin "öldürmeyeceksin" emrini sorgulama şekli muazzam. öldürmeyeceksini mi sorguluyor yoksa aslında bazı ölümlerin hak edilmiş olduğunu mu göstermek istiyor sorusunu soruyor insan.
    sembolizm, taksi şoförünün arabasındaki sallanan kafa süsü muazzam. her filmde gördüğümüz adamın ortaya çıkma anı tam zamanı. bu sefer mimikleriyle gitme der gibi. elindeki şey boy ölçülmek için kullanılan metreye benziyor. bölümün en sonunda idam edilecekken de adamın boyuna göre ayarlanıyor ip. (burayı yanlış anlamış olabilirim)
    "bir fotoğrafa bakınca fotoğraftaki kişinin ölü mü sağ mi olduğunu anlıyor musun?" sorusu...
    bundan daha iyi bir şekilde işlenemezdi. en öldürücü emirlerden birini bu renk tonu ağırlıklı bir ortamda işlemek acayip etkili olmuş. filmin sonunda idama giden çocuğun çırpınışları vesaire. yönetmen gerçekten yapacağını yapmış. beş ve altı sanırım özellikle övülüyordu, beşincide kesinlikle aradığımı buldum..

    izleyin, izlettirin valla ya.

    edit üçüncüdeki çifti de arabaya binmeye çalışırken görüyoruz bu bölümde. taksici arabaya almıyor.
  • (bkz: dekalog) serisinin 5. bölümü. "öldürmeyeceksin" emrine ithaf olunan bölümdür. yazar arkadaşların da belirttiği gibi ışıklar, renkler tamamıyla ölümü çağrıştıran bir atmosfer içinde geçiyor. sanki konusuna hiç bakmadan bir yerde bu bölüme rastlamış olsanız, bir ölümün gerçekleşeceğini sezinlersiniz. aslında ilk bakışta, film bittiği anda, bir ölüm ve karşılığında "adaleti sağlamak" adına verilen bir cezadan ibaret bir film izledim diyebilirim. ki böyle de zaten ama yine akış boyunca yapılan ve seyirciye yaptırılan sorgulamalar mevcut.

    --- spoiler ---

    piotr adında bir avukatın "adalet ve özgürlük üzerine" olan sorgulayıcı tiradıyla başlıyor film.

    sonra jazec görünüyor, serseri, bir baltaya sap olmaz denilecek cinsten bir herif, anlık kötülükler yapıyor insanlara ve "fırsatı olsa büyük bir suç da işleyebilir izlenimi" uyandırıyor bizde. sonra bir camekanda küçük kızların fotoğraflarının bulunduğu bir fotoğrafçının önünde, o küçük kızları görünce duygusallaştığını ve cebinden küçük bir kızın fotoğrafını çıkarttığını ve içeri girerek bu fotoğrafı büyüttürmek istediğini izliyoruz. fotoğrafçıya "bir fotoğrafa bakarak o kişinin ölüp ölmediğini anlayabilir misin?" diye soruyor, bu sorusunu -filmin sonlarında avukat ile görüşmesinde bahsettiği üzere- fotoğraftaki kız kardeşi öldüğünde köyden ayrılıp şehre gelmesiyle birleştirince benim anladığım, çok sevdiği kız kardeşinin öldüğü o yer artık "kız kardeşinin öldüğü yer" dışında bir anlam ifade etmiyordu ve sürekli bu ölümü hatırlatıyordu ona. oradan ayrılıp şehre yani varşova'ya geldi jacek. belki de sırf sevdiği bir canın yok olduğu yerden uzaklaşmak için.

    daha sonra waldemar adında taksi şoförünü görüyoruz. genç kızlara sarkıntılık yapan, kornasıyla bir köpeği ürkütmekten zevk alan, istemediği kişileri taksisine almayan bir insan. "ölmeli böyle insan" dedirtmeye çalışıyor sanki film.

    işte (bkz: krzysztof kieslowski)'nin diğer bölümlerde de hissettirdiği şekilde, rastlantılar "kader" olgusu içinde birleşip eriyor ve bu üç şahsı birleştiriyor (aslında jacek'i taksici ve avukat ile ayrı ayrı olarak birleştiriyor.) taksici güne başlamak üzereyken bir çifti taksiye almıyor, jacek bir polis görünce planını bir süre bekletiyor, yine taksiye binmek üzereyken -aslında taksicinin istediği üzere daha uzağa gidecek olan- başka yolculardan önce davranıp taksiye biniyor ("kader" kavramı burada biraz daha hissettiriliyor sanki), taksici istenilen yere varacakken jacek'in daha uzun yoldan gitme isteiğini yerine getiriyor ve her şey "suç işlemesi olası" görünen jacek'in, "şerefsizin önde gideni, ölse dünya ne kaybeder" denilecek waldeemar'ı öldürebileceği bir hale giriyor.

    film cinayet sahnesinden sonra direkt jacek'in sorgulandığı ve hüküm giydiği mahkeme salonuna geliyor. ki bu da bende şunu çağrıştırdı. jacek, kardeşinin ölümü üzerine tanrı'ya isyan amacıyla karşılığında bir can almak mı istedi, gasp amacıyla bir cinayet miydi (çünkü bir taksicinin nispeten varlıklı olma ihtimali yüksek ve cinayeti işlemesi için de taksiciye istediği yeri söylemesi yeterli), yoksa taksiciye duyduğu bir kin miydi cinayetin sebebi, hiçbir sebebi söylenmiyor ve bunun üzerine hiçbir diyalog yaşanmıyor. çünkü tanrı "öldürmeyeceksin!" diyor, nokta. bu açıdan aslında çok hoşuma gitti, umarım bilinçli yapılmıştır. (sanatın güzelliği de aslında bu zaten, sanatçının yüklemediği anlamları sen yükleyebilirsin.)

    ve film kısasa kısas şeklinde işleyen insan adaletinin, "ölmek istemeyen bir katilin öldürülmesiyle" son buluyor. başladığı gibi ölüm üzerinden bir adalet sorgulaması yaptırıyor.

    21 yaşında ilk kez adıyla seslenilen jacek, insan muamelesi görmediği bir dünyada katile mi dönüştü, kız kardeşi ölen jacek içindeki öldürme arzusuna yenik mi düştü, boynuna ilmiğin geçirilmesi yeni katil jacekler çıkmasını önleyecek mi?
    --- spoiler ---
  • "insanlar yaptıklarının anlamını sorguluyor. bu sorgulama rahatsız edicidir. artık yapmaktan hoşlandığımız şeylerden bile kuşkulanıyoruz. hiçbir kriterin, değerin anlamı kalmıyor."

    --- spoiler ---

    final sahnesinde, piotr arabasında türkçe "senden nefret ediyorum" diye inlerken bi anlam veremedim. nasıl demeli bi çeşit boşluk. meraktan ingilizce altyazılısına falan bakınmaya başladım filmin, ingilizce çevirisine bakarsak bu "i abhor it" şeklinde olmuş. abhor da ilk kez duyduğum bi ingilizce kelimeydi. cambridge'den baktım uk için formal, us için de ayrı iki kullanımı var:

    abhor:
    - to hate a way of behaving or thinking, often because you think it is not moral
    - to hate something or someone

    oxford'dan baktım sonra:
    - (not used in the progressive tenses) abhor something (formal) to hate something, for example a way of behaving or thinking, especially for moral reasons

    orijinalindeki nefret etme fiili buna mı refer ediyor bilmiyorum, o kelimenin lehçede de böyle bi kullanımı var mı yoksa can yücelvari bi çeviriye mi kaçmış ingilizcesi ve özellikle abhor seçilmiş bilemiyorum ama ben çok etkilendim...
    ne diyeyim, nefret ederken acı çekmenin ve o katlanışın daha iyi bi tanımlaması olamazdı.
    polonya hükümeti adaletini sağladığını düşünürken jacek içten içe kendini cezalandırdı ve kendi adaletini kendine bizzat uyguladı ne kadarı bilinçliydi tartışılır ama kız kardeşi öldüğünden beri kendini katil olarak görmüş bile olabilir, epey travmatik. ama en nihayetinde hayatta kalma dürtüsü yine kendini gösterdi. yalvardı, hayatta kalmak için. sonun sonuna gelse bile.

    --- spoiler ---
  • meslek icabı olacak, beni en çok etkileyen bölüm oldu. idam cezası üzerine düşünmeyi daha iyi sağlayan bir film var mıdır bilmiyorum.
  • dekalog'taki en çarpıcı bölümdür (bana göre). o kadar içe işleyen bir anlatımı var ki bu bölümün, insanın etkilenmemesi mümkün değil. yönetmen yeşil tonlu filtre kullanmış sanırım çekimlerde ayrıca.

    filmdeki kahramanımızın adı lazar jacek. bu çok ironik bir ad bana soracak olursanız. çünkü isa'nın ölüyü diriltme mucizesine konu olan kişi lazarus. yani bence yönetmen ve senarist kieslowski burada; sevgi temalı bir dinin, peygamberinin ölüyü dirilttiği bir dinin hakim olduğu bir ülke (bir medeniyet), bu dinin doğuşundan bunca zaman geçmesine rağmen hala dini anlayamamış ve devlet eliyle insan öldürüyor demek istiyor.
hesabın var mı? giriş yap