• delirme emri

    örn: "delir len! derhal tarafından..."
  • tersine çevrilemeyen, gerçek dışı inançlardır. delirler psikozun temel belirtileridir. nevrozlarda görülür. delirler mantık dışı yani irrasyoneldir (sağlıklı insana göre). örneğin; bir durumda kendine göre mantıklı kanıtlar arar. paranoidlerde görülür. paranoid hasta der ki, karşıdaki evin bacasından duman çıkıyor. o evdekiler dumanla bana işaret veriyor.
    gönderdikleri şeye göre beni öldürecekler der. neden dediğimizde o duman bunları söylüyor der. onu öldürecek kişinin sokaktaki manav olduğunu söyler.
  • başlica delirler sunlardir:
    konu edilme deliri
    etkilenme deliri
    suçluluk deliri
    büyüklük deliri
    yok olma deliri
  • farsçada cesur alamına gelen kelime.
  • (lat.)* deli. deli olmak. delirmek, çıldırmak.

    (bkz: deliro) / (bkz: delirio) / (bkz: delirorare) / (bkz: delirament) / (bkz: deliramenti)
    (bkz: deliramentum) / (bkz: delirati) / (bkz: deliratio) / (bkz: delirationis) / (bkz: delirium) / (bkz: delirium tremens) / (bkz: delirium nocturnum) ...
  • geçen gün gözümün önünde bir sahne belirdi. iki kişi bir durum nedeniyle içten ve samimi bir şekilde tartışıyorlardı. sonradan temelini çok basit bir mesele üzerine kurmuş olduğunu öğrendiğim bu çatışkı ise, mantıktan yoksun bir şekilde odağından sapmaya ve etrafına saçılarak, önüne çıkan masum olgulara çaresiz bir isteksizlikle zarar vermeye çalışıyordu. çok ilgimi çekti. iki zıt kutupta yer alan enerjilerin birbirleriyle nasıl bir dertleri olabilirdi ki, yıkmak ve parçalamak dürtülerinin esiri olmuş, anlam üretmekten yoksun bir hâlde kendilerinden geçercesine gerçekliğe sırt çevirebilmişlerdi?

    anladığım kadarıyla olayın tetikleyicisi bir saatti. bu saate ikisi de değer vermelerine rağmen, içlerinden her zaman aynı biri, gözüme diğerine kıyasla daha kaba saba gözüktü bu şahıs, bilinç dışı bir eylemin sonucunda, sanki kaçınılmazmışcasına zarar vermeyi başarıyordu. buraya kadar her şey olağanlığın kollarında uyuklarken, aniden dikkatime bir ayrıntı takıldı ve beni ayağa fırlattı. dikkatim, oltanın ucundaki bir çengel gibidir. herneyse.

    saatin kırılmasına, onu her seferinde kıran kişi, saate daha nazik davranan ve aynı zamanda kendisi de zarafetin temsilcilerinden birine benzeyen kişiden daha çok içerliyordu. ne kadar da şanssız ve bahttan uzak bir rastlantı diye söylenmeden edemedim kendi kendime, oturduğum yerde, sesimi çıkarmadan yaşananları seyrederken. sergiledikleri tartışmanın daha önceden sayısız defa aynı şekilde, aynı yöne doğru sürüklendiğini fark etmem uzun sürmedi. sanki tekrar tekrar oynanan saçma bir piyes gibiydi. ben de tekrarlardan çok hoşlanmayan biriyim, bu nedenle ilgim zamanla geri çekildi.

    yerime oturdum ve elimdeki kağıtları okumaya devam ettim. hatırladığım kadarıyla haklılık üzerine birkaç cümlenin sarf edildiği bir kısım vardı. ilgim yine müşkülpesent bir şekilde oluşturulmuş yargıların tahriklerine kapıldı ve davetsizce onların aralarına katıldı. kelimesi kelimesine bir aktarım olacağını sanmıyorum ancak genel hatlarıyla haklı olmanın bir kimsenin düşüncelerini diğer bir kimseye kabul ettirmesiyle alakalı bir çığırtıydı. nasıl yani dedim ben, içimden, başka türlü bir haklılık durumu olamaz mı? bir kişinin haklı olduğuna kanaat getirmek, yalnızca o kişinin düşüncelerini kabul etmekle mi meydana gelmektedir?

    saat örneği aklıma geldi. o iki kişiden biri çıkıp, saat kırıldı dediğinde, ve saat gerçekten kırıldığında, karşısındaki kişi hayır saat kırılmadı diye karşılık verdiği müddetçe, haksız olmayacak mıydı? öyleyse şöyle demesi yeterdi; kesinlikle saatin kırıldığını reddediyorum, bu gördüklerin, gözlerinin sana aktardığı bir halüsinasyon! dengesizsin sen ve ben saatin kırıldığını kabul etmiyorum.

    ne güzel bir mantık, değil mi? yarın gün doğarken, yanıma bir kişi alıp, güneşin göğe yükselişi esnasında, gökyüzüne doğru bağırmayı ve: aslında güneş yerinde duruyor bu gördüklerimiz birer illüzyon, hareket halinde olan biziz! diye bağırmayı planlıyorum. yanımdaki kişi de bir anlık şaşkınlığın ardından, güneş sistemini bildiğini varsayıyorum, bana haklı olduğumu söyleyecektir. ardından ona şaka yaptığımı ve güneşin, bizim bulunduğumuz konumdan bakıldığında, yukarı doğru yükseldiğini inkar edemeyeceğimizi söylerim. benim haklı olduğumu kabul edene kadar bunu devam ettirmeyi düşünüyorum. elbet, yılgınlık galip gelecektir. sonrasında yine zıt tarafa geçiş yapabilirim. sonuçta, şizofrenik bir manipülasyon eylemi değil midir, görüneni dilediğimizce yorumlamak? ama yine de güneş ile ilgili sohbetin, bir önceki paragraftaki radikallikle yakından bağlantılı olmadığını penceremden görünen bir ağaçta mutlulukla şakıyan kuşun bile doğrulayabileceği hususunda bütün kainatın hemfikir olabileceğini iddia ediyorum.

    ve iddiamdan hemen vazgeçiyorum: hayır, saat kırılmadı, tekrar ediyorum, bu gördüklerin yalnızca formda yaşanan birtakım değişikliklerdir, ben buna kırılmak demem. hatta, dünyamda kırılmak fiili kullanılmıyor, yasakladım. çünkü oluşların form ya da metafiziki boyutta yaşadığı farklılaşımları birer kırılma olarak adlandırmanın doğru olmadığına inanıyorum. ve bu söylediklerimde de, kendimce haklıyım. benim kendimce haklılığımı kabul etmediğin müddetçe de uzlaşı sağlayabilemeyeceğimizi sana bildirmek istiyorum. böylece; iletişim sona erdi.

    ama o iki insanda durum çok daha farklıydı. kaba saba olan, saati kırdığı için mahçubiyetinden yer yarılsa da içine girse diye yok olup gitmenin eşiğine gelmişken, karşısındaki kişi, saatin kırılmasından çok onun mahçubiyetinin sona ermesi için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. motivasyonlarının nedenini bilemem, ancak yine o kaba olan, mahçubiyetinin sürekli olarak, zarafetle giderilmesinin hak çerçevesinde adil olamayacağını vurguluyor, yerin en diplerinin bir haritasını çıkarmak üzere hazırlıklar yapıyordu. bu sahnede beni en çok etkileyen şey şu oldu: ikisi de öznelliklerinden kopuk bir hâlde, karşısındakini daha çok düşünüyordu. yani birinin bencillik yapması gerekiyordu ki aralarındaki bu mevzu sona ersin. çatışkının kaynağı buydu.

    benim kendi düşüncemi kimse soracak olmayacak, çünkü tek başına yaşadıklarını yazıya döktüğünün farkında olabilen bir kimseyim. o yüzden, benim bu konuyla ilgili vardığım yargı; kaba olan haksızdı. defalarca söz vermesine rağmen, her seferinde bir şekilde o saati kırması, sözünü tutamadığı anlamına geliyordu. sözünü tutamıyorsan; haksızsındır. çünkü söz tutmak için verilen bir şeydir kaba beyfendi. yapamadın sen bunu. odun kafalı hödük. haksız olduğun konusunda haklı olduğunu söylediğimde doğacak olan paradoksların klişesinden hoşlanıp hoşlanmadığını bilmiyorum. ve senin yapman gereken: haksız olduğunu kabul edip, susmaktı. bencilce bir karar verebilecek konumda bulunmuyorsun. hatta, elin kolun bağlı. yaşadığın ve hissettiğin mahçubiyet, kendine kızmalar, hepsi duygusal reaksiyonlar. güneş aslında yükselmiyor; yerinde duruyor ve hayır; o saat form değiştirmedi. kırıldı.

    bu gibi durumlarda haksız olan kişilerde ön plana çıkabilecek iki büyük tehlike var. birincisi, manipülasyon, yani kişinin öznel yorumları ile bir konuda da olsun haklı olduğunu kabul ettirme güdüsü. ikincisi verdiği duygusal reaksiyonlar ile karşısındaki insanın duygularına etki ederek onun karar verme mekanizmasını etkilemesi. bunlar gerçekliği zedeleyebilecek enstrümanlar. haksız olan kişinin hareket etmemesi en doğrusuyken, onu harekete geçirip, eyleme sürükleyip, öznel bir hakikat yaratmasına neden olabilecek tutumlar. peki, o hâlde, nedir en doğrusu?

    basit. hakkı benliğinden söküp, karşındaki kişiye teslim etmektir. onun yargısı neticesinde şekillenecek geleceğin getirilerine boyun eğmektir. bu noktada, onun yargısının öznel olup, hakkaniyetle verilip verilmediğini sorgulamak, onun seni gerçekten anlayıp anlamadığından şüphe etmek, endişeye kapılmak sana düşmez. çünkü artık senin bu konuda öyle bir hakkın yoktur. o hakkını kaybetmişsindir. bunu kabullenmelisin. söküp teslim ettiğin şey de budur. hak sana aitmiş gibi davrandığında eline bir şey geçmeyeceğini, hatta kendinden daha fazla kaybedeceğini idrak etmelisin. bu kadar çok kayıpla baş edebilir misin? edemezsin. en sonunda her şeyi kaybedersin. bir dakika. aniden neden yine birilerine hitap ediyormuşcasına yazmaya başladığım konusunda gerçekten hiçbir fikrim yok.

    o iki kişinin ve birkaç parça kağıdın ilgimi ve zihnimi sürüklediği hayali sahneler dünyasından kopup, oturduğum yere geri döndüğümde, etrafımdaki yeşilliklerin ayırdına varmam uzun sürmedi. son zamanlarda bencilliğime yenik düşmemek için çabalayıp, hayatın adaletine teslim olmayı ve onun yargılarını kabullenmeyi sağlıklı ve doğru bir yaşam şekli olarak benimseme irademin, artık algıda seçicilik midir, yoksa tuhaf bir şizofreni belirtisi midir, emin değilim, beni bulunduğum andan bu kadar kolay koparabilmesine şaşırıyorum. belki bir süre sonra şaşırmayı da bırakırım. hatta, hayatımdan şaşırmayı çıkarabilirim. şaşırmak diye bir şey asla olmayabilir. wow. benlik gerçekten de kendini haklı bulmak için çırpınan bir ruh hastası. bence.
hesabın var mı? giriş yap