• (bkz: teamul)
  • dokuzuncu cumhurbaşkanı süleyman demirel 11 eylül 1980 akşamını şöyle anlatıyor radikal gazetesinde:
    "(...) 22.30'a doğru, içişleri bakanı orhan erel geldi. 'emniyet müdürleri ortada yok' dedi; 'öğlen genelkurmay'dan çağırmışlar. sonra bir daha görünmediler. garip bir şey oluyor.' (...) 23.30'da milli savunma bakanı ihsan birincioğlu geldi. "evimin önündeki nöbetçileri almışlar" dedi. birincioğlu ile o gün 17.00 civarında bir konuşmamız olmuştu. birtakım haberler geliyordu; 'askerler müdahale edecek' diye."
    demirel, murat yetkin'in "haber mit'ten mi gelmişti?" sorusuna ise, "yok, resmi kanallardan gelmez bu haberler türkiye'de." cevabını yapıştırıyor:
    "devletin geleneği öyledir. mit, emniyet filan söylemez, bilse de söylemez. ama sızar bu bilgiler. mesela bana istanbul'dan gelmişti. ben de saat 17.00 civarında birincioğlu'na 'ne oluyor etrafta?' diye sorunca, 'müsteşarım rejime bağlı bir arkadaştır, bir konuşayım' demiş, sonra 'burada bir şey yok' diye bilgi vermişti." diyor hazret. evet türkiye'deki devlet geleneğini böyle anlatıyor, anlatırken de dünyanın en normal şeyi imiş gibi meşrulaştırıyor.
    (bkz: teamül)
  • devlet kelimesi, samilerin arami kolunun doğu bölümünden şimdilerde hristiyan bir topluluk olan süryani dilinden arapça’ya geçmiştir. akkad dilinde de varlığına rastlandığına dair tespitler varsa da, arapça’da kullanılan şekliyle en örtüşen şekli, süryanice’de kullanım alanı bulan şeklidir. –dal, -vav, -lam kök-harflerinden oluşan bu kelimenin tam anlamı, dönüp dolaşmak kelimesinden türer ve gücün ve kapitalin el değiştirmesi anlamının daha da genişleyerek, değişen, gelişen ve tedavül eden kurumlar silsilesi üzerine bina edilmiş yapı anlamını kazanır. zaten, tedavül kelimesi de, devlet kelimesi ile aynı kökten türer.

    devlet, çok çok büyük oranda konservatör bir yapı arz etmiş ve tabandan gelen tepkileri de minimum oranında görerek, yapılacak herhangi bir değişimi illâ kendisi yapmayı seçmiştir. burada, elbette ki zincirlerinden boşanan devrimleri işin içine karıştırmamak gerektiği kanaatindeyim. tarih, devlet geleneği için en büyük yardımcı olmak gibi bir misyonu üstlenmiştir islam tarih algısı içerisinde. mesela islami dönem için, karizmatik bir büyüleyiciliğe sahip zekasıyla daima başarılı olmuş olan muaviye’nin, yemen’den özel tarih bilginleri getirdiğini ve bunlardan yemen’de hüküm süren eski büyük arap krallarının yaşam hikayelerini ve devletlerini nasıl idare ettiklerini, hint ve acem ülkelerinde devletin nasıl işlediğini, biraz da ibretli hikayeler tadında dinlemeyi seçmiştir. yine firdevsi’nin ünlü eseri şehnâme’nin gazneli mahmud tarafından teveccühle karşılanmasının ya da osmanlı devleti’nde şehnameci adlı bir görevlinin bulunmasının da sebebi budur. bergamalı muhyiddin el kafiyeci’nin 15. yüzyıl civarında kaleme aldığı “el-muhtasar fi ilmi’t-tarih” adlı eserinde de tarih bilimine dair gerekçelerden birisi de devlet geleneğinin devamıdır. gerçi, ibn haldun, üzerinde henüz söyleneceklerin bitmediği mükemmel eseri mukaddime’de, devleti: “ibn haldun’a göre tarih geçmiş insan topluluklarının hayatları ile ilgili durumlarını, âdetlerini, peygamberlerin hayat hikayelerini, hükümdarların devlet ve siyasetlerini bize anlatan, bizi bu konularda bilgili kılan bir [fenn] disiplindir.” şeklinde açıklamıştır.

    (bkz: ibni haldun ve tarih)

    devlet geleneği, islam öncesi ve sonrası türk devletlerinde kutsal addedilen bir hanedan tarafından sürdürülen gelenekler bütünü olmuştur ve mesela ülke, bütün hanedan üyelerinin malı olmaktan başka, kanları kutsal olduğu için çok büyük oranda akıtılmamış, bunun; devlet için uğursuzluk getireceğine inanılmıştır. siyaseten katl’ler de ya dibeklerde parçalamak veya selçuklular döneminde görüleceği üzere, hanedan üyesinin kendi yayının kirişiyle boğulmasıyla sonuçlanacaktır. bir hanedan tarafından devlet geleneğinin sürdürmesi istenci de, yüksek ihtimalle çok eski dönemlerden kalma bir örgütlenme biçimi olmalıdır zira, herkesin devlet işlerini çekip çevirecek tecrübeye sahip olmadığı malumdur.

    rütbesiz askerler [özellikle mesela hititler, doğu roma ve abbasi vs. gibi devletlerde görüleceği üzere] taşradan gelip yükselerek ordu komutanlığını ele geçirdiklerinde, bazı zamanlarda hanedanı ortadan kaldırmışlardır ancak buna islami dönem devletlerinde pek rastlanmaz. islami anlayışa göre devletin başının aynı zamanda dini yükümlülükleri olduğundan, buna pek sıcak bakılmamıştır ancak bu; daha çok merkezi devletler için geçerli olmuş, gücü yiten bir devlet diğer güçlü devlet ve güçsüz hanedan, güçlü bir hanedan tarafından itinayla yutulmuştur.

    devlet geleneği, devletin yönetilmesine dair tecrübelerin tamamından oluşmuştur denilebilir ve bu gelenek daima bir şekilde süregeldiği için, statükonun da kökenlerini aldığı ideolojik dayanaklardan birisini teşkil etmiştir. özünde [en azından etimolojik olarak] değişmek ve dönüşmek olan devlet, yerinde sayan ya da en çok iki ileri bir geri [tanıdık geldi değil mi?] giden bir mekanizma [veya makine] olmaktan öteye geçememiştir.

    peki, illâ ki zararlı mıdır devlet geleneği?

    fıkra:

    - hoca’m, devlet geleneği zararlı mıdır?
    + devletin kendisi zararsız mıdır?
    - evet doğru.
    + evet isyan
  • hikmet-i hükümet
  • (bkz: kutsal devlet)
  • ülkemizde bulunmayan şeydir.

    27 aralık 2013 tarihli star gazetesi'ndeki köşe yazısında sedat laçiner ne de güzel yazmıştır:

    ***

    en büyük şehir efsanemiz ‘türklerin bin yıllık bir devlet geleneğine sahip olduğu’ yalanıdır. bugün yaşadıklarımız bu koca efsanenin çöküşünün en güzel örneklerinden biridir.

    bugün yargı ile yürütme kavgalı; hatta iki erk kendi içinde bile sorunlu... polis ile amirleri arasındaki, başsavcı ile savcılar arasındaki, hsyk ile hükümet arasındaki ilişkiler sağlıklı bir devlette görebileceğimizin çok ötesinde...

    ortalık toz duman, ancak bizler sadece isimleri ve olayları konuşuyoruz, bin yıllık devlet geleneğini ise ortada gören yok... çünkü ortada bir devlet geleneği yok.

    devlet geleneği

    osmanlı’dan cumhuriyet’e geçerken osmanlı olan ne varsa yok ederseniz; devleti millete karşı örgütlerseniz; her askeri darbede devletin hafızasını sıfırlar, ülkenin siyasilerini hapsederseniz; kitapları yakar, kütüphaneleri boşaltırsanız; insanları her daim ideoloji merkezli kamplara bölerseniz; devletin varlığını milletin kendi içindeki kavgalarına bağlarsanız; liyakati değil de sadakat adına dalkavukluğu tercih ederseniz; savcıların evlerinin önünde bomba patlatarak yargıyı sindirir, kendi vatandaşınıza insan dışkısı yedirecek kadar ileri giderseniz bu topraklarda ne devlet oluşur, ne de devlet geleneği.

    devlet geleneği sadece ‘devlet’ adlı içi boş bir kavramı kutsayarak ortaya çıkmıyor. devlet geleneği demek yasama, yürütme ve yargı başta olmak üzere devlet aygıtını oluşturan aktörlerin ilişkilerinin zamanla damıtılarak güçlü ilişkilere ve kurumlara ulaşması, toplumda herkesin saygısını kazanması demektir.

    ilişkiler ne kadar objektif olursa ve teknik kurallara bağlanabilirse ilişkiler de o kadar sağlıklı gelişir. sağlıklı ve uzun soluklu ilişkiler toplamı ise güçlü kurumlar demektir. bu durumda, güçlü devlet, sağlıklı ilişkiler ve güçlü kurumlar demektir. bizim ise ne yazık ki güçlü bir devletimiz olduğunu hala söyleyemeyiz.

    örümceğin evi

    kurumlarımız arasındaki ilişkilere baktığımızda ‘örümceğin evi’ gibi bir durumla karşı karşıyayız... hiç kimse kusura bakmasın bunun suçunu ne yabancı güçlere, ne de sadece tek bir gruba yüklemek mümkündür. her ülkede cemaat benzeri gruplar var. örneğin masonlar bizdeki cemaatten çok daha güçlü ve kapalı bir yapıdır ve devletlerin içinde örgütlenmiştir. aynı şekilde batı’da da pek çok hıristiyan tarikatı devlet içinde kendine özgü bir ağ oluşturmuştur. yahudilerin abd devleti içindeki dayanışması da aslında büyük bir cemaat faaliyeti gibidir.

    güçlü devletler bu tür sorunları hukukun üstünlüğü, herkesin saygı duyduğu kurallar ve güçlü kurumlar ile aşarlar. eğer kurallar kişilere, zamana ve zemine göre değişiklik gösteriyorsa ve kurumlar sadece başındakinin performansı ile ölçülecek kadar zayıfsa o ülkede 10 yılda bir kaos çıkar. bu kaos bazen askeri darbe olur, diğer bir zaman ise sosyal veya başka bir patlama.

    sözün özü, bizim sistemimizde asıl sorun cemaat benzeri yapıların çok güçlü olması değil, devletin çok zayıf olmasıdır. her gün kutsadığımız devlet aslında çıplaktır ve bu durum son krizde her haliyle ortaya çıkmıştır. ekonomideki ve diğer alanlardaki başarılarımız kurumsallaşamamıştır ve daha çok birkaç kişinin olağandışı gayretleri ile ilerlemektedir. türkiye için asıl tehlikeli olan da budur.

    söylediklerimin halen krizle boğuşanlar için pek bir şey ifade etmediğinin farkındayım. herkes can derdindeyken ben, ilkelerden ve kurumlardan bahsediyorum. yangın çatıları sararken, insanlar can havliyle koştururken ben itfaiyenin eksiklerinden bahsediyorum belki de, ancak gerçek durum da budur...

    ***
  • 9. cumhurbaşkanı merhum süleyman demirel'le birlikte bir yenisi daha gün ışığına çıkan gelenek. yaşayan cumhurbaşkanlarının her biri için, cumhurbaşkanlığında bir büronun faaliyet göstermesi. ilginç.

    cumhurbaşkanlarının görev süreleri dolduğu zaman, imzaladıkları en son kararname kendi bürolarının kurulmasıyla ilgili. bu bürolar, cumhurbaşkanlarının görev sırasıyla anılıyor. örneğin süleyman demirel için 9., ahmet necdet sezer için 10., abdullah gül için 11. büronun kurulması gibi. tek istisna ise 8. cumhurbaşkanı merhum turgut özal'a ait. görevi sürerken hayatını kaybettiği için, onun adına 8. büro kurulamadı. görev süreleri bittiği zaman yanlarında bulundurmak istedikleri koruma, ahçı, doktor ve danışmanların kadroları bu bürolara bağlanıyor. giderler ise cumhurbaşkanlığı bütçesinden karşılanıyor. vefat edenlerin ise büroları kapanıyor. örneğin 7. ve 9. bürolar artık yok. 7. ve 9. büroda 5, 10.da 35, 11. de ise yaklaşık 50 personel istihdam edilmiş. değişik.

    http://www.arizali.tv/…ortaya-cikan-devlet-gelenegi
  • henüz devlet geleneği denen değişkeni tam anlamıyla ölçemiyor olmak başka bir şeydir devlet geleneğinin toplumların bugünkü ekonomik-sosyal yapısını belirleyen değişkenlerden biri olmadığını iddia etmek başka bir şeydir.

    devlet geleneğinin marjinal etkilerini diğer tüm değişkenlerin aynı olduğu durumlarda ikili karşılaştırmalar yaptığımız zaman tam anlamıyla ölçemesek de gözlemleyebiliyoruz.

    mesela sırbistan'la macaristan'ı ele alalım. ikisi de hemen hemen aynı coğrafyada bulunurlar. nüfus, toprak büyüklüğü, topraın verimliliği, iklim ve bitki örtüsü hemen hemen aynıdır. yakın siyasi tarihleri de birbirlerine benzer. ikisi de eski doğu bloğu ülkesi. buna rağmen macaristan, batılı ekonomilerle işbirliğine girmede sırbistan'dan birkaç adım öndedir. bunu kolaylıkla türk egemenliği öncesi ve sonrasındaki devlet tecrübesine dayandırmak mümkündür.

    bir başka ikili karşılaştırma örneğimiz etiyopya ve somali olabilir. bu iki ülke de aynı coğrafyada bulunurlar. nüfus ve yüzölçümü dolayısıyla ekonomik büyüklükleri birbirlerinden oldukça farklı olsa da uzun süre devam eden iç savaşlarda devlet aygıtlarının yaşadığı zaaf açısından nüfus ve yüzölçümünü aşan bir uçurum vardır. on yıllardır kıyı şeridini de facto açıdan kaybetmiş olan etiyopya'daki devlet hala devlet olma iddiasını sürdürüyorken somali'de ortada bir devlet hatta toplum kalmamıştır. ne var ki bunda afrika işte diyenleriniz varsa somali'nin 1960 ile 80 arasında dünyanın en büyük büyük baş hayvan üreticileri arasında olduğunu söylemek gerek. yani somali her zaman böyle değildi. ama somali bir zamanlar elde ettiği refahı bir şekilde kaybetmiştir. eğer somali'de de etiyopya'da olduğu gibi kökü hz muhammed'in yaşadığı çağa uzanan bir krallık yönetimi olsaydı elbette ki somali bunları kaybetmeyecekti. bunun başka türlü bir okuması yoktur.
hesabın var mı? giriş yap