• oruç aruoba'nın kaleminden çıkan 2004 yılında metis tarafından basılan kitap.

    "doğançay’ın çınarlarını ilk kez 19 haziran 1996’da gördüm— istasyondan yavaşlayarak geçen trenin içinden, sağ tarafta, doğu’ya doğru; güneş, solumda, yamaç ardına epey devrilmişken. hemen kavradım; pek de anlamlandıramadan...
    sonra—daha yazmadan—kurdum onları. 14 ocak 1997’de zamanları geldi : yazmağa başladım. 15 mayıs’ta bir kez daha geçtim yanlarından—aralarından— : tam kurduğum gibiydiler. yazılışları ise (çiftehavuzlar / yalıkavak / karamürsel / çiftehavuzlar) daha epey süreceğe benziyordu.
    13 haziran’da, benim gözlerimle, yıldırım’ın mercekleriyle, ilk kez gittik doğançay’a.
    istasyonun tümüyle ‘metruk’ hâle geldiğini o gün öğrendim : hiçbir tren uğramıyordu doğançay’a artık; çınarlarsa, tam—yaz başı—doluluklarındaydılar—herşey anlamına uygundu, yani...
    yıldırım’ın fotografları da öyleydi; 1 temmuz’da (edip’de bulunacağını bilerek) arayıp bulduğum ‘motto’ da öyle—ama, yazmam—süren tıkanmalarla— 4 temmuz’a kadar uzadı; metni de, aşağıda atacağım tarihte son hâline sokabildim ancak.
    gecikir ya, her anlamlandırma, hep...
    oruç aruoba
    16 kasım 1997
    çiftehavuzlar
  • metis edebiyat tarafından aralık 2013'te ikinci kez basılan ve oruç aruoba'nın annesine ithaf ettiği şiir kitabı..
  • iki üç sene önce tesadüfen rastladığım aruoba'nın kolay okunan ve kitap boyunca boyunca doğançay'daki çınarların ağzından doğayı anlattığı ve insanı tartıştığı şiir kitabıdır.

    aruoba'nın diline pek vâkıf olduğumu söyleyemem ama, en azından bu kitapta, şiirleri biraz yüksek sesle okumaya başladınız mı dizeler kendi şarkısını söylemeye başlar. melodik biçim, sık yaprakların arasından geçen tatlı bir esinti gibi akıp gider.

    kitabın 3. bölümü şöyle başlar ve büyüleyicidir:

    toprağı sorun bize
    karanlığı, acıyı, hiçi
    isterseniz ölümü de
    hepsini --- çekinmeyiz

    ya da kendinizi sorun
    kimiz biz, neyiz diye
    nereden geldik buraya
    niye buradayız, diye

    yanıt veririz size
    niçin, neden, niye
    tam bize uygundur
    uzun soruya uzun yanıt

    yeter ki sorun ---
    ama sormuyorsunuz
    susuyoruz biz de
    susarız sorulmayınca

    ormanlara çobanlık eden ve orta dünya'nın en eski sakinlerinden olan ent adındaki ağaç-devlere benzer, vakur ağaçlardır bunlar da.

    kitap, zamanının hızlanmasıyla yönünü kaybetmiş olan altı üstü 200-300 yaşındaki sanayi insanını değil de ondan katbekat bilgeliğe sahip bu ağaçları eksen alır. insan merkezci dünyayı alt üst eder ve böylelikle insana yeni bir yer tayin eder. bu yerde, insanın varlığını tekrar, var oluşu için en temel bileşen olan, doğa ile ilişkilendirir. bunu yaparken sadece insandan bahsedip yine insan merkezci bir tavır tutturma tuzağına da düşmez.

    insanı, insan yapımı, kurgulanmış bir kutsal alandan, içinde yaşadığı doğanın gerçekliğine çeker. ağaçlar bunu, üst perdeden konuşarak ve insanın tahakküm gayretine bir karşılıklılık yaratarak yapar. belki de insanın kibrine eş bu görkem, entleri çağrıştırmalarına sebep olur.

    aslında 90ların hemen sonunda (96-97) kaleme alınmış bu kitabın ilk olarak 2004'te, ikinci olarak da 2013'te baskı görmesi, türkiye'de neoliberal ekonomi politikalarının azgınlığına koşut bir hayatı ona bahşeder. bu bakımdan daha yazılırken neoliberalizmin gaddar saldırısına karşı bir ön alma, vücuda geldikten sonraysa bir cevap olarak eteğini okuyucuya döker. belki de baskı yılları, şiddetle duyumsanan sorunlar hakkında bazı ipuçları verir, okurun duyduğu yönsemelere işaret eder. daha açıkça ifade edelim: kitabın 2013 aralık, 2014 aralık ve 2016 aralık'ta, peş peşe 2, 3 ve 4. baskıları yapacak ilgiyi görmesi, türkiye'de artan ve köylerden kentlere geniş alanları kapsayan ekolojik itirazlarla da ilintilidir belki de. kim bilir?

    ve öyle ki doğançay'ın çınarları bizi, bir gün istanbul-ankara arasını trenle katediyor olursak doğançay'dan geçerken gözlerimizi dört açmaktan ve sıcak bir gülümserlikle bu koca ağaçları selamlamaktan daha fazlasını düşünmeye yönlendirebilir.
hesabın var mı? giriş yap