• akira kurosawa nın "bu filmle kısmen çılgın olmadığımı kanıtlamaya çalıştım. kendimi bir milyon dolardan az bir bütçe ile sınırlandırmaya çalıştım ve filme sadece 28 günlük bir program ayırdım" ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi mükemmelliyetçiliğini törpülediği filmdir. filmin gişe gelirleri bakımından fiyaskoyla sonuçlanması da kaçınılmazdı. ve bu durumun sonucunda kurosawa ruhsal bir bunalımla karşı karşıya kalmış ve 1971 de bileklerini usturayla keserek intihar teşebbüsünde bulunmuştur.
  • uluslararası ortamlarda clickety-clack olarak da bilinen 1970 yılına ait muhteşem bir akira kurosawa filmi.

    daha küçücük bir çocukken izlediğimden midir, yoksa trenle gezdiğini sanıp habire koşup duran ve sürekli o* tuhaf sesi çıkaran embesil elemana güldüğümden midir, bakkaldan bir avuç pirinç elde edebilmek için şekilden şekile girip yaratıcılığını konuşturan o zavallı çifte üzüldüğümden midir nedendir bilmiyorum ama ben bu filmi çok seviyorum.
    bana birisi; "büyük usta kurosawa nın en güzel filmi hangisidir?" diye bir soru sorsa cevabım tereddütsüz do desu ka den olacaktır.

    resmen basbaya bildiğin çöplükte yaşayan ve sefil bir hayata hapsolmuş varoş insanlarının gündelik yaşamlarından kesitler anlatan bu filmin konusu öyle iki cümleyle geçiştirilecek gibi değil. bence herkes kendi izlemeli ve oturup tadını çıkarmalı bu sıradışı filmin.
    eğer bulabiliseniz kesinlikle kaçırmayın derim. (bkz: kült film)

    imdb: http://www.imdb.com/title/tt0065649/
    trailer: http://www.youtube.com/watch?v=g2os6esfow8
    afiş: http://www.movieposterdb.com/poster/a26a949a
  • kuroaava'nın ilk renkli filmi. bu filmin başarısızlığından sonra derler ki akira 1971 yılında intihar girişiminde bulunmuş. ne kadar doğru bilemiyoruz.
  • kurosawa'nın her zamanki gibi mükemmeliyetçi ve zengin olmayan oyuncu kadrosuyla stil açısından en zengin ve en derin filmi. ahmet uluçay'ın film çekmeseydim delirirdim dediği gibi, bir insanın yapmaktan en keyif aldığı şeyi para yüzünden yapamaması ve yaşamına son vermek istemesi bu dünya için fazlasıyla kötü. isyan ettiren fakirlikten yoldan çıkaran zenginlikten tüm zenginliklerin rabbine sığınırım.

    dodes'kaden, kızıl sakal'dan beş yıl sonra çekilen kurosawa'nın ilk renkli filmi. toshiro mifune'li filmlerinin gücüyle, sis ve yağmurun muhteşem panoramasında, dağların, ovaların arasında hakkını teslim etmek çok kolay. fakat bu film sizi karakterlerin ta içine, yüzlerine, evlerine, hayallerine dahil ediyor. kurosawa'yı sefaletle ve alt sınıfın yüzleştiği hayatla nasıl başa çıktığını bu kadar derinlemesine anladığını görmek beni çok nedense çok mutlu etti. yeri bende her zaman ayrı olacak. filmin adı hem bir tramvayı hem de bir kondüktörü taklit eden çocuğun dodes'kadenleyerek çıkardığı klik sesinden geliyor.

    --- spoiler ---

    tramvay taklidi yapan bir çocuktan, bir hırsıza yardım eden ve depresif bir adamı tekrar hayata bağlayan yaşlı bilge adama, mahallede kendisinin olmadığını söyleyen beş çocuğun babasından, fahişelerden, eşlerini ve karakterlerini değiştiren sarhoşlara, ölü gibi yaşayan ama garip bir şekilde yakışıklı ve ihanete uğramış bir adamdan, dedikodu yapan kadınlara kadar çok çeşitli karakterleri barındırıyordu film.

    tramvay sürücüsü hikayedeki en fazla güvenen ve en mutlu kişiydi. ve filmin açılış sahnesinde tramvay resimlerinin arasında buda'ya çocuğu için sesli şekilde ve çırpınarak yalvaran annenin yanında, annesinin zeki olması için dua ediyordu. çünkü eğer annesi daha zeki olursa, onunla dalga geçen tüm aptal insanlar gibi, hiçbir önemi olmayan küçük şeylerden rahatsız olmazdı çünkü onlar için arabası görünmezdi.

    filmin diğer bir tarafında korkunç yeşilimsi yüzleri olan ve kabus gibi bir görüntüye sahip bir adam çocuğuyla birlikte yapacakları ev hakkında hayal kurarak vakit geçiriyor. hayal ettikleri ev ise, savaş sonrası modernizmin ve emperyalizmin soğuk yüzüyle mesafeli bir görüntü ve donuk bir müzikle gösteriliyor. bizler için ahşap evler iyi ama çağa ayak uydurmalıyız diyor baba. aralarındaki ilişkinin asıl yoksulluk ise çocuğu bekleyen belki de filmin en rahatsız edici tarafı. baba gıda zehirlenmesi sonrası gelen yardım teklifini kibrinden dolayı almıyor. çocuğun son zamanlarında ise sana yemek getireceğim dediği zaman da su getiriyor. adamın yüzündeki ışıklandırma ve çirkin renk makyajı ile de ayrı bir boyut katılmış filme. çocuğu yaktıktan sonra mezara koyduğu sırada ise ölmeden önce hayal ettikleri havuzun bittiğini haykırıyordu.

    tek ayağından engelli ve tiki olan adamın karısına laf eden kişilere haddini bildirmesinden, yiğenine tecavüz eden adamı bildiği halde ağzına açmayan teyzeye, hayatın heyecanını yitirmiş cinsellik dışında konuşacak konu bulamadıkları için dedikodu yapmaktan başka bir şey bilmeyen bulaşıkçılardan, kendisine ilgi gösteren tek erkeği bıçaklayan kıza, çöplükte yaşayan topluluğun her biri hakkında tek tek değerlendirme yazılabilir ama devamını öylece bırakıyorum.

    akira kurosawa'nın söylediğim gibi en derinlikli filmlerinden belki de en derin filmi. o platoda kurduğu küçük ve sefil insanların tek yönlülüğünün (fakir, aç, travmaya uğramış) ötesine geçip dünyalarında insan tabiatına ait ortak duyguları göstermek istediği bir film. diğer filmlerin yanında seyirciyle uzaklığı azaltmaya çalışması da bir başka boyutu. fakat bu filmin hem de ilk renkli filminin geri dönüşü hayatına son verecek kadar kötü bir hüsran olmuş.

    --- spoiler ---

    akira kurosowa için teşekkürler.
  • en sevdiğim japon yönetmen hatta japonunu geçtim en sevdiğim yönetmen akira kurosava'nın en kötü filmi. aslında kendisinin tüm filmlerini izlemiştim ve nasıl olduysa bu gözümden kaçmış. eksik kalmasın diyerekten bunu da izleyeyim dedim ama izlemez olaydım. inanılmaz sıkıcı, mesaj verme kaygısına bulanmış, bölük pörçük ve gereksiz uzun. belki 90 dakika olsa bu kadar eleştirmezdim fakat 120 dakikayı aşan süresiyle bitirene kadar ıslak ıslak terledim, efkar bastı.

    konusuna kısaca değinecek olursam kendisini tramvay makinisti sanan şu arızanın ve çevresinde yaşayan diğer arızaların trajik yaşamlarına tanık oluyoruz.
  • akira kurosawa'dan şimdiye kadar izlediğim en rahatsız olduğum, en çok sinirimi bozan filmi olabilir.
    çer çöp içinde yaşayan insanlar, çeşmenin önünde toplanmış varoş kadınlar, sarhoşluktan karılarını karıştırıp değiştiren adamlar ve buna aldırış etmeyen eşleri;
    hornylikten çıkamayan, kocası dışında herkesten tavşan gibi üreyip çocukları da bir güzel bu saf kocasına bırakan bir kepaze; topal ve en fazla balgama sahip olma rekorunu koşa koşa elde edermişcesine burnundan böyle bir ses çıkarma gibi tike sahip olan ve minibüste oturanı zorla kaldıran teyzeler gibi inanılmaz kaba bir karıya sahip olup ona gram toz kondurtmayan (helal olsun valla) yegane kibar bir beyefendi; her şeyini kaybetmiş, bastığı yere kasvet yayan yoğun depresif biri; artık nasıl bir seviyede olduğunu anlamadığım, kendi evini çalmaya gelen hırsıza kendi eliyle para veren ve istediği zaman gelmesini söyleyen ama aralarında en kafası yerinde bulduğum garip bir adam daha;

    aralarında en sinir bozduğunu düşündüğüm, artık nasıl bir ütopyanın içine girmiş olup nasıl bir ev kuracaklarını sayıklayan, tek çocuğuna 0 ilgiyle kayıtsız olan, mahvolmuş bir arabada yaşayan, pespaye giyimli zombi gibi bir baba ve oğul. çocuğun, babasının, kendi elleriyle çok rahatça bırakıp yemek bulmasını isteyen bu aptal babasının, ve kendisinin karnını doyurmak için iğrenç, mide bulandırıcı artıklardan mı desem sırf çocuğa yemek vermemek bir kevaşenin için kül tablasını artıkların üstüne bile bile atmasını mı desem bilemiyorum. tabii artık çocuk (bile) profesör babasının mimar projesinin hangi güme gittiğini anlayıp her dediğine haklısın demesi de cabası. kapitalizm ve japonların ahşap fetişizmi üzerine master yapan babamızın yine çok bildiğinden çocuğa balığın pişirilmesini söyleyen aşçıyı dinlemeyip bir güzel gıda zehirlenmesi ile artık tamami ile bir zombiye dönen baba oğul, ki oğlunu önce bir şey yemezsen kendine gelirsin diyip açlıkla bir güzel gıda zehrinin acısını çıkartarak, herkesin tavsiyelerini eliyle itip, hastahaneye gitmeye gram tenezzül etmeyen ardından son anda aklının %1 ni bir anda kullandığını şahit oluyoruz ve son anda yemek getiricem diyip bizi hiç şaşırtmayarak yemek yerine su getiren bir zombi babadan bahsediyoruz. çocuğu zehirlenmeden ötürü öldüğünde kazılan toprağın önünde hâla kendi kafasından uydurduğu ebesinin amından mavi taslakla çıkardığı post modern ev modelinin havuz planını anlatıyor oluşu.

    buraya kadar restoran artıklarından oluşan menümüzün son tatlısının çileğini de açıklamama izin verin:/
    pis tecavüzcü orospu çocuğu, pezevenk, fosur fosur sigara içip gebeş gibi yerinden kıpırdamayan, karısını ve onun yeğenini köle gibi çalıştıran korkak, amcık, puşt, anasının amına sake şişesi soktuğum rezil rüsva bir adam demeye bin şahit isteyecek yaratık.
    bunların farkında olup bir tanecik, ufacık, küçücük bir nöronlardan geçen bir minnacık bir elektrik değişimi tepkisi bile vermeyen sakalını uzatmış çinli tarzında rahatlıkta teyze.
    ve hayatını karartılan bu yeğeninin kendisine yardım eden genci öldürme teşebbüsü...

    ki buraya filme ismi verilen, her ortaya çıktığında yukarıda yazdığım her karakterin skeçlerinden sonra hiçbir şey olmamış gibi tatlış bir temayla gelen, kendini kondüktör sanıp hayali tramvayıyla çuf çuf vari bir sesin elim japoncasıyla bağırıp yörünge çizen bir çocuk ve onun bu durumundan haberdar olan çilekeş anasını söylemiyorum bile ki bunların hepsinden hafif kalır.

    ya şu tabloya bakar mısınız, insanın bunu okurken ne kadar içi daralıyor. akira kurosawa'nın neden izleyici kitlesinden verim alamadığı çok açık. öyle bir film ki yani izleyici de rahatsız, filmi yapan da rahatsız zaten üzüm üzüme bakarak kararırmış deyimine uyar nitelikte kurosawa bu gişeyle ,şu üstte bahsettiğim depresif abinin halleri ile karışık, çuuuf çuuuf diyerek az kalsın boğazını kesiyormuş. yazık valla, bu çok sevdiğim bir yönetmenden hiç hazetmediğim bir film oldu.
hesabın var mı? giriş yap