• gereğinden çok olmak, gereğinden çok kaplamak *
  • dolup taşmak için, bir bardakla bardağı dolduracak bir miktar su ve bardağı taşıracak ufacık bir damlaya ihtiyacım var. basit. sıradan ve hatta bazen sakarca bir eylem olabilir. dolup taşmanın maddeci yanıyla ilgilenmiyorum, benim ruhum dolup taşıyor bedenimden. bedenler dolusu ruhum var benim; ne girdiği bedenin şeklini alır ne de akıp da yolunu bulur. ruh taşmak için vardır. sizin kokuşmuş bedenlerinizi yırtıp taşmak için fırsat kollayan bir ruhunuz yoksa ne işe yararsınız! ruh, size öğretilen ''su'' gibi girdiği kabın şeklini almaz. siz zorla bedenlerinize hapsederseniz onu; deriniz gerilir, kalbinize durmadan yumruk yersiniz! fark etmediğiniz her an içinize asla sığmayacak olan ruhunuz bedeninizin maddesine dönüşecektir. o farkındalıktan yoksun bedenler içleri bomboş birer maddeye dönecektir. ruhsuzluk işte böyle bir şey.

    çok mu zoruna gitti sana yıllarca öğretilenin yalanlanması, suyun aslında girdiği kabın şeklini almaması? su; buza dönüşmek için, kalıplarını kırmak için fırsat kollar. senin bedeninse ruh için suyun içine konulduğu cam şişe gibidir. bedenin yeterince dirençliyse kırılmaz ruhla bütün olur. direnç dediğim ruhu umursamazlığın, fark etmemen. fark etmediğin her an ruh, bedenin maddesine dönüşür. bedenin ruhu tüketir. eğer dirençli değilse ruh bedeni un ufak eder. dolduğu gibi taşmasını da bilir.
  • bugün tam olarak hissettiğim duygudur. sınıfımda bir kaynaştırma öğrencisi var.* ilk geldiğinde ne kadar korktuğumu anlatamam. hem sınıf yönetimiyle ilgili hem de çocuğun güvenliği ve ruh sağlığımla ilgili korkulardı bunlar. ilk hafta annesine kendini sandalyeyle birlikte geri atmasından, neredeyse başını kaloriferin sivri yere çarpacağından ve böyle bir durumda sorumluluk kabul edemeyeceğimden (çünkü sınıfta 21 çocuk vardı. ilk hafta, ağlayanlar, yerinde durmayıp oradan oraya koşturanlar, sınıftan kaçmaya çalışanlar vs. ve tek başıma her an her yere yetişmem mümkün değildi) içim ezilerek bahsettiğimi ama bi taraftan da konuşmak zorunda olduğumu çok net hatırlıyorum. bunu söylemek çok zordu çünkü çocuğuyla ilgili yeterince sorun yaşayan ve çevresinden destek görmek yerine muhtemelen engellemeyle karşılaşan bir annenin ''çocuğunuzun başına bir şey gelirse, bıdıdıdıdı'' gibi bir cümleyi duyduğunda ne hissedeceklerini az çok tahmin edebiliyordum. yani bu gerçekten acı bi durum. her neyse...

    o sıralar çocuğun gelişimiyle ilgili ayrıntılı bir rapor istemiştim. bu hem çocuğu daha iyi tanıyıp takip etmek hem de karşılaşacağım şeylere hazırlanmak içindi. annesi diğer gün ayrıca devam ettiği özel eğitim kurumundan aldığı raporu sabah teslim edip benden ''bunu mümkünse her ay getirebilir misiniz'' cümlesini duyduğunda gözü dolmuş bi şekilde ''ben de sabaha kadar uyuyamamıştım acaba tekrar göndermeyi mi düşünüyosunuz diye'' dedi. annenin daha rahat hissetmesi için sınıfta olanların çoğundan annesini haberdar etmedim. her gün defalarca tükürük banyosu yapmak, olur olmaz bir şey için kendini yere yapıştırdığından çektiğim bel ağrıları, sırtıma ve kalçama yediğim şaplaklar ve koparılan saçlarım gibi, ağlama nöbetleri... bir taraftan bütün sınıfın gözü bizim üzerimizdeyken bu gerçekten daha da sıkıntılı bir durumdu çünkü tepkilerime göre tamamen sınıf kontrolünü yitirme ve ciddiye alınmama yada çocuğun arkadaşları tarafından hor görülmesi ve dışlanması gibi dengeyi tutturmanın çok zor olduğu iki uç çizgi vardı. ufak tefek konularda çocuğa sınıf kurallarıyla ilgili telkinde bulunmasını istiyordum en çok. derken aylar ayları kovaladı. bu sırada zeynep önce kurallara uymaya başladı, sonra yönergeleri anlayıp uygulamaya, çizgiler çizmeye, etkinliklerini algılayarak boyamaya, işaretlemeye, eşleştirmeye, ağır aksak kelimeleri telaffuz etmeye (hatta şimdi birkaç kelimelik cümleleri anlamaya başladık), serbest zamanda arkadaşlarının oyunlarına katılmaya, yemeklerini tek başına yemeye ve üstünü ıslatmayan ellerini yıkamaya başladı.

    ilk kez öğretmenim dediği gün neredeyse ağlıycaktım. kitabını almış, boyamasını bitirip hamur oynamaya başlayan bazı arkadaşlarına katılmak için aceleden aslında çok daha iyi yapabileceği bir şeyi üstünkörü yapıp yapıp getiriyodu. biraz daha yapması gerektiğini söyledim ama hala kitabı vermeye çalıştı, hayır lütfen yap gel ben bekliyorum deyip kafamı çevirince de net değil ama anlaşılır bir şekilde seslendi öğretmenim diye. başka bi kitaba bakıyodum, içim hopladı, gözüm açıldı, kafamı kaldırdım boş boş baktım. sonra da dayanamadım öylece kabul edip hemen kitabı alıp gönderdim minnoşu ^^

    şimdi neredeyse okul biticek ve bugün ram'dan aldığı yeni raporu getirdi annesi. ayrıca özel eğitim öğretmenlerinin de zeynep'in beklenilenden daha büyük bir hızda gelişim gösterdiğini söylediklerini, tebrik ve teşekkürlerini iletmesini istediklerini söyledi. çok mutlu oldum. annesine neden daha önce okula göndermeyi düşünmediklerini sorduğumda ''gönderiyoruz zaten hocam iki yaşından beri anaokuluna gidiyor'' dedi . çok şaşırdım. ama bu konuda bir şey de söylemedim. annesi seneye böyle giderse rapora ihtiyacının olmayacağını söylediklerinden bahsedip tekrar teşekkür etti. hayatımda çok az bu yoğun mutluluğu hissettim ve herhangi bi konuda ilk defa çabalarımın sonucunu bu kadar net bi şekilde gördüm.

    bu dolup taşmak; içi içine sığmamaktan böyle daha yoğun, daha doyurucu bi duyguymuş efendim.

    edit: eksik yaş bilgisi
  • "enerji ile dolup taşmamaktadırlar*. tamamen yaşamak için hiçbir şeyi riske atmamaktadırlar*. maceracı değildirler. maceracı olmadan insan sağlıklı olamaz. kriter* maceradır, kriter bilinmeyeni sorgulamaktır. insanlar genç değildir, çocukluklarından itibaren yaşlıdırlar." osho provokatör mistik

    (bkz: taşmak), içi taşmak, taşırmak
    (bkz: kaynamak/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap