• sergei dovlatov'un hayatından 6 günü anlatan ve berlin film festivalinden ödülle dönen boncuk film.
    dünyayla olan tüm gerçek bağımı -gerçek derken hissiyat dünyamın kendini gerçeklemesinden bahsediyorum aslında- edebiyat üzerinden kurduğum için uzunca bi' süredir bayılarak izledim filmi. nabokov'dan kafka'ya, dostoyevski'den tolstoy'a sürekli göndermelerin minik güzel diyalogların filmin genelinde olması beni izlerken ekrana kalpler gönderir hale getirdi anında. ayrıca brodsky şiirleri okunurken ne dediğini altyazıdan takip etmeyi bıraktım, şiir fonetiğine kaptırdım kendimi, hiç bilmediğim bi dilde, o kadar hoşuma gitti ki bu, o kadar olur. film boyunca -2saat 10 dakika gibi bişey- hem ahah diye güldüğüm hem de deli bi burun sızlaması yaşadığım bir sürü an oldu. tüm bu buram buram öykü, roman, şiir, resim kokmasının, sovyetler baskısının, ısmarlama ve halka empoze edilmesi için kullanılmaya çalışılan edebiyatın zaten halihazırda sarıp sarmalamasının yanında filmdeki kostümler ve renkler çok çok güzel. hem sarı sıcak hem de bi o kadar güzel soğuk.
    sonunda hayat hikayesinin devamını verdiğinde, yani öldükten sonra ünlenmesi, asıl mesele ün de değil burda ya, yazmak karşı koyamadığın ve kendinden bi parçayı sürekli göstermek istediğin, ses almak istediğin bi durumken bunu tıpkı filmde de bahsettikleri van gogh gibi öldükten sonra alması içimi sızlattı. tüm kutsallardan sıyrılıyor edebiyatı ve hatta sanatı aşırı kutsal buluyorum, büyüleniyorum ve seçme şansın yokmuş gibi geliyor bana. filmin sonunda da buna doldu gözlerim bi süre.
    ayrıca aklımın kenarında köşesinde dahi yoktu hatta çok tercih edeceğimi düşünmezdim ama filmle birlikte rusyayı da gerçekten görmek istedim. çünkü evet sovyet, evet lenin evet stalin, aa troçki diye okuyor biliyorsun ama aslında çok geçmişte olmayan her şeye ev sahipliği yapan bi yer burnunun tam ucunda.

    bir de tabii; dovlatov okumayı listeme ekledim.
  • 70li yıllarda sovyet rejiminin baskısı yüzünden adını duyurmaktan mahrum olan yazar sergey dovlatov'un tutunma çabalarını anlatan hüzünlü ama bi o kadar şiirsel olan film. benzer kaderi paylaşan ülkelerdeki aynı ruhsal acıları yaşamış ve hâlâ yaşamakta olanlar için bi tür sözcü gibi. kullandığı eleştri dilindeki zarif anlatımla naif kalplere dokunuyor.puşkin, dostoyevski, tolstoy göndermeleri ve romantizm yüklü edebi diliyle yürek sızlatıyor. aynı oranda şiirsel olan, yönetmenin (aleksey german jr.) estetik bakışının sanatsallığını sahneleyen görüntüler de cabası.
    sonunda bana kalan, tutunamayanların ve sistem baskıları nedeniyle harcanıp,yitip gidenlerin hikayelerinin bıraktığı buruk tortu(bkz: blue belgeseli).
    ha bi de bu filmle adını duyduğum dovlatov'u okuma iştahı.
  • şöyle güzel bir replik barındırıyor:
    "bir hiçken kendin olmakta direnmek büyük cesaret ister." (ya da öyle bir şey aklımda bu kalmış)

    alternatif: "kendin olmakta direnmek, üstelik bir hiçken, büyük cesaret"
  • ortodoks marksistlerimizin sinirlerini zıplatacak bir film, film bize, sağ ya da sol farketmez otoriter rejimler altında bir şeyler üretmeye çalışanların kaderlerinin ortak olduğunu gösteriyor, özellikle bizde 50lerden sonra kültür alanında sol cenahta hakim ideoloji olan ve nerdeyse 80lerin sonlarına kadar bu hakimiyetini koruyan (ki hala bile bazı edebiyat sanat dergileri inatla bu köhne anlayışı yaşatmaya çalışıyorlar) "sosyalist gerçekçilik"in anavatanında nasıl aydınlar üzerinde baskıcı bir araç olduğunu göstermesi de önemli

    bir yazar düşünün, sovyet yazarlar birliğine üye olamadığı için öyküleri şiirleri dergilerde basılamıyor, okuyucusuna ulaşamıyor,

    filmi ağzınızda acı bir tebessümle seyredeceksiniz!
  • bir çok sovyet ve rus yapımı film izledim. hatta çok da dizi izledim. kesinlikle bu film başka bir boyut açmış rus sinemasında. bu kalitede oyunculuk ve sinematografiyi hiç bir rus filminde görmemiştim. eğer rus edebiyatı biraz hoşunuza gidiyorsa bu filmi izlemek zorundasınız. yoksa kendinize ayıp edersiniz.

    filmin ağızda bıraktığı tat, bir beyaz geceler, bir anna karenina tadı. 2018 yapımı bir filmden böyle bir tat almayı kesinlikle beklemiyordum.

    bu filmi beğenmeyenler, sıkıcı bulanlar da olabilir. onlar kutsal damacana tarzı filmleri seveceklerdir.
  • osmanlı yemeği sevmeyen yazarın filmi. film hakkında yazmayacağım; ama film hakkında olacak yazacağım.

    komünizmin ne kadar bireyi boğan bir yapısı olduğu filmde hissedildi. ilginç olansa, sinemaya seans saatinden önce gittiğim için oyalanmak adına bir kitapçıya girdiğimde; normalde, en fazla 1 ay önce ilk basımı yapılan kitapların yer aldığı "yeni çıkanlar" bölmesine bakarken, iki yıl önce basılan "puşkin tepeleri"ni görünce, filme aktarılacağını bildiğim komünizmin yozluğu günümüze kalamadığı gibi, kapitalizmin oynak, flu, görünmeyen ama köküne kadar hissedilen yozluğundan çıkışın pek yakında görülmediğini duyumsadım.

    mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
  • henüz izleyemediğim rusya, polonya ve sırbistan ortak yapımı biyografi.

    imdb
  • aleksei german tarafından yönetilen filmin başrolünü sırp oyuncu milan maric üslendi. film 2018 berlin uluslararası film festivali’nde gümüş ayı ödülü kazanan otobiyografik film. danila kozlovsky, helena sujecka, artur beschastny, elena lyadova, svetlana khodchenkova filmin dikkat çeken diğer oyuncularıdır.

    sovyetler döneminde yazarlar birliğine kayıtlı bir yazar olmak için mücadele veren ancak yazması istenen konuların devlet tarafından kendisine dayatılmasını kabullenemediği için birliğe üye olamayıp yazdıkları eserleri yayınlayamayan baba tarafından yahudi anne tarafından ermeni olan yazar sergei dovlatov’un hayatının 6 gününü anlatan film.

    dovlatov’un arkadaşı nobel edebiyat ödüllü şair joseph brodsky’inin ülkeyi terk etmeden önceki son günleri ve ikili arasındaki ilişkiye değinilmiş. ikisinin de sovyet dönemi uygulamalarından ve baskılarından duydukları rahatsızlık, sanatlarını özgürce icra edememe ve bu yüzden duydukları çaresizlik filmde başarılı bir şekilde işlenmiş. filmde anlatılan dovlatov’un geçirdiği 6 gün boyunca arkadaşlarıyla olan ilişkiler ve onların başına gelen olaylar, kızı ve eski eşiyle yaşadıkları, çalıştığı gazeteyle olan sorunları anlatılmıştır.

    dovlatov ülkede kalıp yazılarını yayınlatarak başarılı bir yazar olmayı hedeflemektedir. üniversite’yi bitirememiş, birkaç yıl hapishanede gardiyanlık yaparak geçimini kazanmış ve bu sürede yazmış ancak yazılarını yayınlatamamıştır. gardiyanlığı bıraktıktan sonra gazetecilik yaparak geçimini sürdürmeye çalışan dovlatov, gazetelerin devletin propaganda organı olarak çalışmasından ve sürekli olarak kendi yazılarına müdahale edilmesinden rahatsızdır. maddi sıkıntılar ve baskı ortamı yazarın hayatını cehenneme çevirmiştir.

    boşandığı eşinde kalan kızına baba olarak hediye almak ister ve alman yapımı bir oyuncak bebek almaya çalışır ancak yokluk içindeki ve dışarıdan gelen malların sıkı takip edildiği rusya’da bu oyuncağı bulamaz. bir yazar, bir baba, kendi olma mücadelesi veren bir insan olarak her şey kötü gitmektedir. arkadaşlarıyla sık sık ülkeyi terk etmek hakkında konuşurlar.

    “yetenek nadiren başarıyla buluşur”, “her gün kötü bir rüya gördüğümü düşünerek uyanıyorum ama hepsi gerçek” ve filmin sonunda 48 yaşında kalp krizinden ölen dovlatov hakkında söylenen “20'nci yüzyılın en önemli yazarlarından birisi olacaktı ama o bunu asla bilmeyecekti” filmden en çok aklımda kalan ve beni etkileyen cümlelerdi.
  • altyazıların türkçeye feci boktan çevrildiğini söylemek isterim. bir edebiyatçının hayatını anlatan filmin çeviri işini google translate'e yaptırarak sanırım sosyalizme bir eleştiri getirmek istemiş yapımcılar. filmin amacına hizmet etmiş, aklına gelen arkadaşı sikercesine kucaklamak istiyorum.
hesabın var mı? giriş yap