*

  • sözlükte yazarları takip eden stalkerların işini kolaylaştıracak pano ya da paranoyak suserların karalama tahtası.

    'hayatından siktirip gitmeyi ben senin kadar istemiyorum. evet ben de seni okuyorum her gün, bir takıntılı hasta gibi. ben senin hayatından zaten gittim. ama senin içinden gidemedim. her şey senin elinde. '

    daha önce sözlükte bu tarz bir başlık düşünülmemiş hayret.

    farzet ki o bunu okuyor olarak da düşünülebilecek ihtimal.

    edit: çok müstehcen hislerimi yazdığım cümleleri çıkardım.
  • semantics ile morphology nin yeri ve önemini insanın çok daha iyi algılamasını sağlayan varsayımdır.
    "o"nun bunu okuyor olması insanda kendini "o"na karşı en iyi hali ile yansıtma ihtiyacını doğuracaktır.
    işte bu karşıdakine iyi görünme ve yaranmaya çalışma durumu özellikle bu konuda anlam mı şekil mi sorularını gündeme getirir ki mevzu bahis olan bu konu için doğru seçim genellikle anlam olmaktadır. kişi "o"na kendisini iyi ifade edebilmeyi, sözlerinin ve yazdıklarının biçimsel olarak harika olup boş laflar barındırmasına yeğleyecektir. bu uzun süre sonra görülen ve hala unutulamayan eski sevgilinin karşısına çıkıldığında takım elbise-kravat kombosu yapmaktansa, onunla buluşmadan önce daha önce ifade edilmek istenip de ifade edilmemiş olanların kafada toparlanılmaya çalışılmasına benzerlik gösterir.
  • "düşün ki" kısmının cümleye "imkansız" anlamı kattığı, bi gece yarısı sözlüğe sarhoş giren aşk yaralılarının uzun uzun hikayelerini yazacağı başlık adıdır.

    buradaki gibi bir şey olabilir bence benim yazacağım.
  • seni sevdiğimi unutma.
    bu yılki gezi olaylarına katılma ne olur.
    bir de seni sevdiğimi unutma.

    (bkz: bir yazarın serzenişi)
  • sana oksijen veren ağacın dalını sikeyim yavşak herif sana verdiğim emeği ilime bilime versem şimdi ihracata başlamıştım bokunda boğul emi
  • gerçekten şansımın döndüğü yer sensin sanmıştım. keşke şansımın döndüğü yer olsaydın.

    tanım: bana bunu düşündüren cümledir.
  • benim yazacağım kişi için gerçekleşmesi mümkün olmayan ihtimaldir.

    bunları mail atacaktım o 34lü hotmail adresine... atmadım.elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım

    yıl 2005, ekim ayı,18im, nefret ettiğim o yerde öğrenciyim bir yıldır. sen burdan gideli bir buçuk yıl oluyor.
    onu tanıyalı 15 gün belki olmuş... bana senin fotoğrafını gösterdi, nedensiz yere. -bu kim? dedim.
    -nişanlımdı.
    -yaa, bakayım...çok güzelmiş, o mu bıraktı, neden ayrıldınız?
    -yo, birlikte karar verdik.(öyle değilmiş tabi)
    -olmaz mı tekrar? belki barışırsınız.

    seninle ilgili bir şeyler daha sordum sonra. şu an nerde, ne yapıyor? seviyor musun hala bile demiş olabilirim.
    (o fotoğrafını cüzdanında taşıyordu. mezuniyet için çekilmiş, lacivert cübbe ve kepli...bugünden sonra bir yıl daha taşıdı hatta. ben bazı geceler çıkarır bakardım. neden bu fotoğrafı hala saklıyor, diye düşünürdüm ama hiç söylemedim. yırtıp atıcaktım, elim gitmedi bir türlü. zarar gelsin istemiyordum. ve baka baka içime ilk kıskançlık tohumları atılmış oldu. bir adamı eski sevgilisinden kıskanacak kadar ucuz olamam telkinlerim tam da işe yaramıyordu...bir terslik vardı. )

    yani daha onunla sevgili olmadan tanıdım seni. gerçi bir ay sonra da başladık ya... evlerine üç dört kez gitmiştim o bir ayda. birlikteliğimiz başlayınca her akşam yemeğine gitmeye başladım. rica mı zorla mı işte anlarsın, senle nasılsa, ...odasında eşyaların vardı. ona aldığın kıyafetler... biz evlendikten sonra dahi iki yıl kullandığı pembe bornoz!?! iki gri polar eşofman üstü( ben üç yıl giydim bunları, senin olduğunu bilmeden) işte kırmızı kalp objeler, senin öğrenci evinde çekilen iki fotoğraf( sarı-kırmızı kareli koltuk ve kırmızı kalp yastık arka fon, siz boğuşuyorsunuz, ama sen görüntüde yoksun, elin kolun ayakların var sadece. zaten başka da fotoğraf yok, çünkü bak, o günlerinizi hatırla, pişman ol ve dön amacıyla yüzlercesini sana vermiş.
    -ee :) :) hem vazgeçmedi hem de gitti fotoğraflar desene
    - valla ya, çok pişman oldum verdiğime :)
    bunu konuşup baya gülmüştük. zaten seninle ilgili ne varsa hep çok gülerek, hiç olmadı gülümseyerek anlattı. ben de çok güldüm tabi.
    o ilk günlerde, hani senin senden bir yıl sonra mezun olan arkadaşın s. ile(hani sen, kardeşin, o,eşi,benimki istanbul'da buluştunuz da ben bütün gece benimkini arayıp taciz ettim ya, işte o s.) her gün bir saat msn'de konuşurlardı. ben de konuştum sanırım, hatırlamıyorum. neyse bir ay sonra filan ben bu s.'ye mail attım. senin no'nu istedim. ama benimkinin adresinden benimkinin ağzıyla yazdım. s. de cevap olarak; artık sen hayatına bak, onu da tamamen unut, bak sevgilin var, ne iyi, sakın benden onunla ilgili bir şey isteme artık anlamında bir cevap attı. benimkini sen konusunda ilk rezil edişim bu.

    okul dışında hep iş yerindeyim; akşam yemeği için de evlerindeyiz; benim kaldığım pansiyonda da uyuyoruz.
    daha önce hiç sevgilim olmadı ve kendine aşırı güveninden dolayı asla onunla da olmaz diye düşünürken, kendimi nasıl bir çemberin içinde bulduğumu anlatabiliyor muyum? sadece yarı zamanlı bir işe girmiş tıfıl bir ikinci sınıfken; 26 gün sonra,işinde gücünde,neredeyse on yaş büyük, görmüş geçirmiş onunla; hiç konuşmadan düşünmeden planlamadan müşterek bir hayata başladık. sadece o olsa iyi, tüm ailesiyle. neyse...her akşam evlerine yemeğe gidiyorduk dedim ya sana...ben zaten ev yemeği yemiyorum o yıllarda, o beni teklifsiz götürüyor, ben de dikkat çekmeden, tabağıma bir iki kaşık kendim koyarak, kırıcı da olmadan yiyormuş gibi yapıyorum. yiyoruz, babası kalkıyor(ah canım nerdesin) benimki de kalkıyor gidiyor koltuğa kuruluyor, eline kumanda.oh ne ala.sonra ben sofrayı topluyorum, tabakları yıkıyoruz annesiyle. hiç tanımadığım bir teyzeyle her akşam mutfaktayım.bir..iki...beş... on...artık benimkine söylüyorum. bak sizin evdeyken sen de mümkün olduğunca yanımda ol; sofrayı kaldır, mutfağa gel...ben daha ergen yaştayım, o evin oğluyla her akşam uyuyorum ve bu durumdan utandığım için yüzlerine bakmıyorum dahi, müthiş baskı hissediyorum üzerimde. ona bunları söylesem de kulak arkası ediyor ve dinlemiyor beni.

    devam edeceğim
  • (bkz: ekşi itiraf)
  • hadi düşünelim bakalım dediğim ihtimaldir.

    devam ediyorum

    benim erkek kardeşlerim var ve onlara ev işlerini yaptırırım, işlerini kendileri görürler. annem çalıştığı için yemek, temizlik, alışveriş bizde ve ben de buna yatkınım sanırım. abim sofrayı toplamak istemediğinde, tabağını kaşığını pencereden atmışlığım da var(on yaşımdayken,kaç yaş büyüğüm abimin! anla işte, mizaçım ters heralde bu konularda) yemeği babam yapar... yani öyle yayılmak, kadın-erkek, kız-erkek çocuk ayrımı sevmem, bizde de pek yoktur.
    işte kısmen bundan, kısmen de yukarda bahsettiğim suçluluk duygusu ve hissettiğim baskıdan dolayı, benimkine dedim ki, ben bir daha yemeğe falan gelmem, size de gelmek istemiyorum.
    -asla olmaz, düşünme bile... hayır.
    bu konudaki hiçbir itirazımı, hayırımı kabul etmiyor, her gün aynı tartışmalar.
    (bir de ben tek sayılırım, ev arkadaşım hiç uğramıyor, sınıftaki iki ayrı grubumdan biriyle daha başlarda bağları kopardım, ötekiyle yıl sonunda birlikte eve çıkarken... sonra başka bir kızla çıktım evlerinden..geçen yıl yurt odamdakiler üst sınıftı gittiler. yani yorgunum ve kırgınım.)
    sonra onunla tartışmaktan da yoruldum, çünkü dedim ya sadece o vardı artık.
    tamam, itiraz etmiycem artık. yine gidiyoruz akşam . o yine kalkacak oluyor sofradan, kalkma diyorum. birlikte kalkalım, birlikte toplayalım. madem o beni dinlemiyor, peşinden sürüklüyor, o zaman yanımda dur az, çalış biraz. senin oturman bana ters geliyor.
    tabi ki kabul etmiyor. sofra filan toplamıyor. ya öyle mi deyip ben de geçip oturuyorum salona. bu basit hareketimin tüm olacaklar için bir dönüm noktası olduğunu nereden bileceğim?
    bu akşamdan sonra yine evlerine gidiyoruz, yiyoruz, kaş göz yapıyorum hadi toplayalım, temizleyelim...hiç oralı olmuyor. öyle mi? ben de gidiyorum kuruluyorum salona. sonraları yine...ve bundan sonra tek çekingen-gergin-isteksiz ben değilim artık. ortamda olumsuz bir elektrik var. ve farkediyorum ki tesadüf sandıklarım tesadüf değil. annesi yüzüme dahi bakmıyor, selamımı almıyor, söylediklerime cevap vermiyor. ve ben bunu bir süre hiç anlamıyorum. duruma uyandığımda; kendi kendimi aralıksız yargılamam, asmam kesmemin üzerine bir de bu ekleniyor. beni çok seven, çok düşünen, benimkinin başkasından duyup bana aktardığı üzere, şimdiye kadar kimseye böyle değer verdiği görülmemiş, bu verdiği değerle başkalarını şaşkınlık içinde bırakmış olan annesi beni tamamen siliyor. üç beş gün, bir hafta ne kadarsa, sofra kaldırmadığım, bulaşık yıkamadığım için. tümden yok sayıyor, orda yokmuşum gibi, bir şey dememişim gibi...ben önceleri konduramıyorum, sebebin bu olduğunu zaten çok çok sonra bizzat ağzından çıkınca öğreniyorum. (sen de yaşamışsın ya işte, salata davası, tam konuyu da bilmiyorum, o tam anlatmadı, -olumsuzlukları aklında tutmaz zaten-bir salata meselesinden uzun süre konuşmadığınızı söylemişti. zaten sen de 2008 mart civarı webcamda görüşürken bu konuda espiri yaptın da güldünüz, ben de sormadım, zaten yeterince sarpa sarmıştı 3 yılda işler, hiç gülecek halim yoktu, yıllar sonra, yüzlerce km öteden espri yapmak kolay tabi)
hesabın var mı? giriş yap