*

  • cezmi ersozun bir hikayesi. aşık oldugu adamdan kopamayan bir kadının isyanı anlatılır
  • "artık çok iyi anlıyorum. aşk varsa; o asıl, sevişmeden sonra başlayandır... peki başlamıyorsa; bir uçurum açılıyor ve orada, seviştikten önce ve sonra yitirilenler özleniyorsa...

    seni yargıladığımı düşünme; ama hissediyorum, görüyorum ve buna engel olamıyorum ne yazık ki... ve gördüklerim acı veriyor bana...

    çünkü buraya geldiğinden beri benimle sevişmeyi aklından geçirdiğin için, bana öylesine uzak ve öylesine yabancısın ki... hem nasıl da aceleci, hoyrat, nasıl da dikkatsizsin...

    söylediklerimin hiçbiri geçmiyor sana... bana değil, sanki benden çok uzaktaki garip bir boşluğa bakıyorsun... orada bütün yitirdiklerini, ertelediklerini, isteyip de elinden kaçan bütün fırsatları görüyorsun sanki...

    fırın gibi sımsıcak bir odada, başsız, kolsuz, ayaksız bedenler hayal ediyorsun sanki...

    tarihsiz, itaatkâr, kimliksiz, kimliksiz olduğu için sonsuz cömert, sonsuz dilsiz bedenler... bana ya da bir başkasına ait olup olmadığı bile önemli olmayan bedenler... şu an abartılı, zorlama bir yakınlığın var bana karşı...

    beni tarihsiz, kimliksiz ve ruhu olmayan bir beden olarak düşünürken aslında kendini de öyle hissetmeye zorluyorsun...

    benimle, kaybettiğin benliğini yeniden bulmak için sevişmek istediğine inandırıyorsun kendini...

    oysa şu an beni duymadığın, beni geçiştirdiğin gibi, kendini de duymuyor, kendini de geçiştiriyorsun...

    ve kendine bunu nasıl yapabildiğini düşünmek bile istemiyorsun şimdi...

    bir yanın yaşımı, göğüslerimi düşünürken; bir yanın bana sonsuza dek âşık olmayı, ruhumda erimeyi, bütün bu arayışların ve savrulmaların son bulmasını istiyor...

    aşkı istiyorsun, ama bunun koşulu güzelliğim, gençliğim, diriliğim oluyor yine de...

    hep, ama hep ayırıyorsun ruhumu bedenimden... ruhumu güzelliğimden, gençliğimden...

    beni imkânsız bir şekilde ikiye bölüyorsun; beni umutsuz bir şekilde benden kopartıyorsun...

    ruhum üşüyor; üşüyor, çünkü sen sadece bedenimle ilgileniyorsun...

    sana heyecan veren, gözünü karartan, ruhum, duygularım değil, bedenim... düşüncelerim değil güzelliğim... düşlerim değil gençliğim, çekiciliğim...

    beni bedenime, güzelliğime, gençliğime rakip kılıyorsun...

    ikimizin arasına giriyor bedenim, gençliğim, diriliğim... seni tanımakta, anlamakta zorlanıyorum... beni gerçekten sevip sevmediğini anlamakta zorlanıyorum... çünkü güzelliğim seni iki yüzlü bir köle yapıyor...

    hazlar ve duygusuz sevişmeler taciri yapıyor...

    seni böyle hoyrat, seni böyle maskeli görmeye dayanamıyorum. ruhumdan böyle uzak... kayboluşunu kanıksamış... niye böyle susuz ve niye böyle düşkün olduğunu unutmuş görmeye dayanamıyorum...

    seni şu an, hiç sevişmeden, gerçek sen olarak görmek için yüzlerce yıl yaşlanmak ve nasıl oluyorsa, işte öyle çirkinleşmek isterdim... bedenim, güzelliğim değil, sadece ruhum, o dinmeyen özlemim, o öksüz acım sana acı versin, seni duygulandırsın isterdim...

    ama olmayacak biliyorum. olmayacak ve birazdan sevişeceğiz... sana karşı koymayacağım; çünkü seni yitirmekten korkuyorum. her şeye rağmen korkuyorum... bunu düşünmenin seni sonsuza dek yitirmek olduğunu bile bile korkuyorum bundan....

    biliyorum, sevişmemiz bittikten sonra o yapay nezaketin, o zorlama coşkun yerini hoyrat bir suskunluğa ve kayıtsızlığa bırakacak... zaten başından beri aramızda var olan o derin uçurumun bu defa üstü açılacak... bu oyunu hep oynadık biz... sen, sana verilmesini çok istediğin aşkla karşılaşmaktan çok korktuğun için; ben, seni yitirmemek için, her şeyi görmezlikten geldiğim için hep oynadık bu oyunu... ve her defasında önümüzde o karanlık uçurum açıldı... her defasında çok sarsılsam da, yabancısı değilim bu duygunun, bu uçurumun...

    masken düştü şimdi... yolunu tamamen kaybettin... kendinlesin şimdi...

    benimse, senin için bedenim bitti... bitti güzelliğim, bitti seni benden uzaklaştıran her şey... ama biliyor musun bu halini, bu pişmanlığını seviyorum senin... çünkü sensin bu... çıplak, mahcup, yenik ve en dipte... bana şimdi nasıl davranacağını bilemiyorsun...

    ansızın, şu an, içinde bir ateş yansa ve keşke böyle anlarda hiç olmadığın kadar cesur olsan ve bana neden o çok özlediğin aşkından bu denli korktuğunu anlatabilsen.

    bu korkunun sende nasıl bir inançsızlığa yol açtığını tanımlayabilsen... nasılsa çok seversem karşılık göremem, kırılırım; çok seversem, bu aşka layık olmadığım, bana benden çok güçlü biri tarafından bir gün mutlaka söylenir, diye sadece fiziksel güzelliğe tapınmayı, içindeki o sonsuz aşk özlemine rağmen nasıl sürdürebildiğini bana itiraf edebilsen...

    o zaman, ben de seni yitirmemek için seninle her seviştiğimde, seni nasıl yitirdiğimi itiraf ederim...

    ve neden senin şu anki pişmanlığının ve düştüğün boşluğun sebebinin benim o bin yıllık korkularımdan ve alışkanlıklarımdan kaynaklandığını anlatırım sana...

    biliyorum, bir an önce giyinip evinden gitmemi istiyorsun... bir an önce içindeki dramla, içindeki kırgınlıkla yapayalnız kalmak istiyorsun.

    birazdan, çekip kapıyı çıkacağım evinden... biliyorum, birazdan, ben gidince, işte asıl o zaman beni gerçekten düşünmeye başlayacaksın... bütün geceyi... ve bütün hayatını.

    ruhumu değil, sadece bedenimi ele geçirerek kaybolduğun çölde, yolunu bulacağını sanırken nasıl da yanıldığını... ve kimse acı çekmesin derken ve bu yüzden aşktan kaçarken, ikimizi de nasıl sonsuz bir yalnızlığa ve sonsuz bir üşümeye terk ettiğini ürpererek düşüneceksin... her sevişmemizden sonra, sefaleti bir kez daha kanıtlanan birlikteliğimizi bütün o sahipsiz yüzleriyle düşüneceksin...

    ve şimdilik, ben seni en çok böyle anların için seveceğim... böyle anların için özleyeceğim... başka tutunacak bir şeyim yok bu hayatta...

    beni, en çok ben yanında yokken özleyişini özleyeceğim..."*
hesabın var mı? giriş yap