*

  • eğitimin çarpıklığı deyince benim aklıma hep bir fıkra gelir (başka bir şey gelmez). sözlükte her başlığın altına fıkra giren yazar imajım olsun da istemem elbet, ama bakın bu fıkra ne manalı, ne de güzel oturuyor:
    temel askere gider. orda her gün ders görmektedirler. çavuşları bir gün anlatmaya başlar: "aha çocuklar, dünya dediğiniz şey işte böyle portakal gibi yuvarlaktır". temel huysuzlanır, ayağa fırlar "ama, ama çavuşum, bana bizim köydeki imam dedi ki, dünya tepsi gibi düzdür!" çavuş sinirlenir, temel'i oturtur, "sus, onu ben de biliyorum, şimdi dersteyiz."
    evet, ben fıkranın sosyal içeriklisini severim.
  • eğitimin gerçekleşebilmesi için iki şeye ihtiyac vardır:
    1. öğrenci : öğrenmek isteyen ve bilgiye susamış insanoğlu. yaş sınırlaması yoktur.
    2. öğretmen : öğrencinin olduğu yerde varolan, olmadığı yerde olmayan ve öğrenciden daha çok bilgisi olması gereken, binlerce kitap okumuş okumaktan zevk alan ve bıkmayan ... hepsinden önemlisi bir tarafı halen öğrenci olan kişi.

    bu iki şey olmaları gereken şekillerde değillerse eğitim çarpıklaşır. zorla kimse kimseye birşey öğretemez.
  • ogrencilere bir $ey ogretmek onlari ara$tirmaya yonlendirmek yerine onlara ezberleme makinesi $eklinde bakilmasi.okullarda gercek egitmenler yerine ogretmen\hoca sifati altinda bir takım bastirilmi$liklarini disari vuran insanlarin bulunmasi.sonucta gercek hayata atilindigilda dumur ya$anmasi.tek cozum ki$inin kendini egiterek kendini kurtarmasidir.
  • türkiye'de uygulanan eğitim sistemi!
    yorum yapmaya hak tanımayan, körpe beyinleri, bir kaç sınava endexleyen ve sonunda bilgili ama cahil bireyleri toplumumuza sunan ibnemsi sistemin daha düzgün bir adla ihtiva etmiş şekli.
    bu tip insanların yegane yardımcısı dardanel ton dur. hatta hatta bu bireyler dardanel tonla beslenerek ders çalışmaktadırlar ki (bkz: dardanel yiyerek ders çalışan insan yavrusu modeli) insana "aman allahım"* dedirtmektedir bu sistem.
    pink floyd diyeceğini demiş olsa da eylemsi söylemler bu sisteme karşı en iyi cevaptır*
    (bkz: we dont need no education)
  • doç. zekerya başkal

    1990’lı yıllarda eski sovyetler birliği’nden öğrencilerle karşılaştım. dikkatimi çeken bir durum, hemen herkesin anne-babasının üniversite mezunu olmasıydı: anne; çocuk doktoru, baba; kimya mühendisi, anne; petrol mühendisi, baba; felsefe mezunu… önce bu kadar eğitimli insanın bulunduğu bir sistemin çökmesine bir anlam veremedim. biraz daha yakından bakınca aslında eğitimin, gerçek anlamda bir eğitim değil, sadece istatistikleri yüksek göstermek için yapılan bir tasarruf, ideolojiyi öğretmek için oluşturulmuş süreçler bütünü olduğunu gördüm. sovyet sistemi çöktükten sonra pek çok yerde çocuk doktoru bakıcılar, kimya mühendisi inşaat işçileri, yüksek mimar bavul ticaretçileri gördük. sovyet sistemindeki diplomalar sadece o sistem içinde geçerliydi. kapalı devre sistem çökünce, insanlar, okur-yazar konumuna düştüler. sistemin dışında işini yapabilecek çok az insan vardı. yetişmiş insanın göstergesi her yerde değerli olmasıdır. yetişmiş insan, ülkenin ve dünyanın ihtiyaçlarına göre kendini hazırlamış demektir. bir insan, mesleğini dünyanın her yerinde icra edebiliyorsa aç kalmaz. bunun için iyi bir alan bilgisi, problem çözme becerisi, dünyada geçerli bir yabancı dil ve kendine güven yeterlidir. maalesef ülkemizdeki yükseköğretim sistemi sovyet sistemine benzemeye başladı. çok azı hariç üniversiteler, politikacıların meydanlarda ya da televizyon konuşmalarında birer istatistik olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor. yükseköğretimde neyi, niçin, nasıl yapıyoruz sorusu ciddi anlamda tartışılmıyor. kimin işine yarayacağı, ülkeye ve mezunlara nasıl faydalı olacağı belli olmayan pek çok bölüm ve programda binlerce öğrenci okuyor. son beş yılın üniversite tercih kılavuzlarına bir göz atmak muazzam bir plansızlığı apaçık önünüze serecektir. afyon’un güzide bir ilçesi olan 11.329 nüfuslu başmakçı’da “dış ticaret” diye bir program var. aynı program emirdağ’da da var. bolvadin’de dış ticaret programının sadece birinci öğretimi değil, ikinci öğretimi de var. bayat ilçesinde de dış ticaret programının hem birinci öğretimi hem de ikinci öğretimi öğrencilere sunulmuş. afyonlular lütfen yanlış anlamasın, gösterdiğim, ülkenin fotoğrafıdır. eğer programın adı yanıltıcı değilse dış ticaret, dil öğretilmesi gereken bir program. bu programda dil öğretiliyor mu? öğrencilerin işine yarayacak dersler verilebiliyor mu? hadi tüm bunlar yapıldı diyelim, başmakçı dış ticaret programından mezun olan bir öğrenci hangi sektörlerde istihdam edilecek? çocuğunu buraya gönderen aile, nasıl bir geri dönüşüm alacak? maaşlardan aydınlatmaya, ısıtmaya kadar tüm masrafları üstlenen halka bu programın nasıl bir faydası olacak? 2014 yılında sayısı toplamda 323’e yükselen dış ticaret programlarından mezun olanlar, binlerce iktisat ve işletme mezununun işsiz olduğu bir ülkede nasıl iş bulacaklar? benzer bir komediyi -trajedi değilse eğer-tıbbi ve aromatik bitkiler programında da görebilirsiniz. 2010 yılında 25 yerde açılan program, 2013 yılında 50 yerde açılmış. ancak muhtemelen öğrenci gelmediği için 2014 yılında program sayısında düşme var. hangi üniversiteler bu programı açmış, neden açmış, açılan programlara kaç öğrenci gelmiş ve ne kadarı kapanmış? ülkedeki sektörler bu programdan mezun olanların kaçına istihdam sağlayabilmiş? bu soruları soran yok, cevap veren de. 18 yaşındaki gençler ya da yiyeceğinden ve içeceğinden keserek ineğinin sütüyle çocuğunu okutan aileler, hangi bölümlerin işe yarayacağını, hangilerinin yaramayacağını bilemez. anne-baba üniversite okuyan çocuğunun mezun olunca iş bulabileceğini hayal ediyor. bu günlerde çok duyduğumuz “o kadar okudu, hâlâ işsiz!” ifadesi, yaygınlaşan bir hayal kırıklığının göstergesidir. gençleri, istihdamı olmayan bölümlerde okutmanın başka bir yanı da şudur: lise mezununa asgari ücretin üstünde bir iş verirseniz memnun olur. ya da birkaç yılda daha fazla para kazanabileceği bir meslek edinir. ancak üniversite mezununa aynı ücreti verdiğinizde mutsuz olacaktır. üniversiteden mezun olan insanların doğal olarak beklenti ve tatmin seviyeleri yükseliyor. peki, bu öğrencilerin ciddi anlamda bir becerileri var mı? yeni bir meslek edinecek zamanları ya da enerjileri var mı? maalesef bu iki soruya da olumlu cevap veremiyoruz. iki yüze yakın üniversitemizin olduğu, anlamsız bir istatistiktir. asıl sorulması gereken, mezunların yüzde kaçının alanlarında istihdam edildiğidir. mezunların yüzde kaçı, dünyanın her yerinde çalışabilir? kaçı, bir yabancı dilde mesleğini icra edebilir, hatta kendini ifade edebilir? üniversiteler, teknik ve sosyal alanlarda ülkenin hangi sorunlarına hangi çözümleri teklif ediyor? kürt sorununda, toplumdaki alevi-sünni ilişkilerinde, uluslararası alanda, ermeniler konusunda, şimdilerde derin dondurucudaki kıbrıs konusunda üniversitelerin hangi projeksiyonları var? üniversite tanıtımlarına dikkat edin. şu kadar metrekare kapalı alan, bu kadar fakülte, bu kadar öğrenci, bu kadar laboratuvar, hatta bahar şenliklerine gelen pop starlar ve kasaba karnavalı görüntüsündeki kampüsler… “mezunlarımızın yüzde 80’i bir yıl, kalanı da iki yıl içinde iş buldu” diyen üniversite yöneticisi gördünüz mü? “mezunlarımız mesleklerini dünyanın her yerinde icra edebilirler” diyen bir rektör duydunuz mu? “şu konularda devlet ya da dünyanın falan kuruluşu bizden know-how alıyor” diyen bir üniversiteye rastladınız mı? “müfredatlarımızı güncelledik, harvard’la, stanford’la tayvan’daki üniversitelerle işbirliği içindeyiz” diyen bir üniversite karşınıza çıktı mı? ab’nin zorlamasıyla uyguladığımız ve dünya kadar para harcadığımız erasmus programları büyük ölçüde turistik geziler olarak işlev görmektedir. ülkemizdeki üniversiteler, avrupa ortaçağını hatırlatıyorlar. sayılardan ve diploma denilen kâğıttan, tuhaf, mistik ve mucizevi sonuçlar bekliyorlar. akademik kadroların önemli bir kısmı, hayattan kopuk olması yönüyle manastıra çok benzeyen bir kampüste olmayı, kimsenin işine yaramayan makaleleriyle akademik titrler almayı, bir marifet zannediyorlar. amerika’da karşılaştırmalı edebiyat bölüm başkanına bölümde çok sayıda hoca olduğunu, neden sadece beş doktora öğrencisi aldıklarını sordum. “beş yıl sonra bu alanda dört doktoralı elemana ihtiyaç var. biri de ya yurtdışında çalışır ya da yarıda bırakabilir. fazla öğrenci alıp insanların beş yılını boşa harcayamayız.” dedi. insanların çoğu güncel siyasetle ilgileniyor. falan ne dedi, diğeri ona ne cevap verdi? oysa ortada kendilerine ve ülkeye hiçbir faydası olmayacak işlerle yılları heba olan çok sayıda insan var. bazı kayıplar yenilenebilir. ancak gençliği, zekâsı, hayalleri kaybolmuş, belli bir yaşa gelmiş, ama ne işe yarar bir diploma almış ne de bir beceriye sahip binlerce insanı nereye koyacaksınız ve nasıl değerlendireceksiniz?
hesabın var mı? giriş yap