• reşat nuri güntekin'in çok sevdiği kızı.
  • 16 ağustos 2010 pazartesi günü aramızdan ayrılan reşat nuri güntekin'in sevgili kızı. sevgi soysal’ın 1970 tarihli “yürümek” romanındaki ela karakteri, o'nu anlatmaktadır.
  • ardında bir çok çeviri (bkz: tenten) bırakan, babasının adını reklam aracı olarak kullanmamış, sessiz sedasız aramızdan ayrılmıştır.
    gazetede okuduğum habere göre; çapa tıp fakültesinde beyin ameliyatı geçirmiş. edebiyattan konuşurlarken doktoru jules michelet 'in la mer isimli kitabını çok sevdiğini söylemiş. hastaneden çıkan ela hanım teşekkür mahiyetinde hemen bu kitabı fransadan getirtmiş ve çevirisine başlamış, ne yazık ki tamamlayamamış. böylesine zarif, çalışkan birisiymiş.
  • gazeteci müjgan halis'in onun ölümü ardından onla ilgili yaptığı güzel bir haber var. eklemek isterim:

    http://www.sabah.com.tr/…8/22/bu_dunyadan_ela_gecti

    --- spoiler ---

    reşat nuri'nin ay dededen istediği kızı ela, ardında harika kitaplar ve dopdolu bir ömür bırakarak göçtü, gitti. babasının ününden yararlanmaktan hep kaçınan ela güntekin, tenten'i dilimize kazandıran kişiydi

    babası tarafından rousseau'nun emil'i olmak üzere yetiştirilen bir edebiyatçının kızı olarak doğar ela güntekin. erenköy kız lisesi'nde öğrencisi olan, 'bitanem' diye hitap ettiği karısı hadiye hanım'la 1927'de evlenir reşat nuri. hadiye hanım, sıtma hastalığıyla mücadelesiyle tanınan izmitli doktor feyzullah izmidi'nin torunudur ve erenköy kız lisesi'nde sesinin güzelliğiyle tanınmıştır. sesi öyle güzeldir ki, okul idaresi onu yurtdışına göndermek ister ama babasının izin vermemesi nedeniyle, müzik aşkı yarım kalır. hadiye hanım ve reşat nuri bey'in 1927'de başlayan yaşam ortaklığı tanrıya yakarılarak gelen bir evlatla şenlenir. bu evladın adı ela'dır, tam 14 yıl sonra doğmuştur güntekin ailesinin şafağına. doğuşu öyle önemlidir ki babası için kızının hatıra defterine şu satırları nakşedecektir ela 10 yaşındayken: "11 mart 1951, ela kızım, ben çocukken, senin yaşında iken, gökyüzünde aya bakardım, 'ay dede ay dede, oğlun kızın çok dede, birini bana versene, allah sana çok vere,' diye dua ederdim. ay dede beni işitti. çocuklarının birini bana verdi, 'adı ela kız olsun,' dedi. 'benim kadar çok ömrü, benimkiler kadar güzel çocukları olsun,' dedi. ela kızın babası reşat nuri güntekin."

    çalıkuşu sokaktaki çocukluk
    reşat nuri, ela henüz altı yaşındayken paris kültür ataşesi olur. 1954'e kadar süren paris yılları küçük kızın yolunu fransızcayla buluşturur ve yıllar sonra ekmeğini o dilden kazanmasına da vesile olur. eğitimine paris'te başlar ve o yaşlarını şöyle anlatır: "hem almanların müttefiki hem de müslüman olduğumuz için okulda çok aşağılanırdım. ama ben intikamımı iyi notlarla aldım." türkiye'ye döndüklerinde ilkokula nişantaşı'ndaki nilüfer hatun ilkokulu'nda devam eder. birkaç yıl sonra kaybedeceği babası, çok az babanın yapacağı bir şeyi yapar, küçük kızını yürüyüş arkadaşı olarak seçer: "babam çok nazik bir adamdı. o zaman babalar şimdikiler gibi değildi. çocuklarını dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler yapmazlardı. bir de tabii babamla aramızda ciddi bir yaş farkı vardı." levent'te daha sonra adı çalıkuşu sokağı olan sokaktaki evlerine 1951'de taşınırlar. karşılarında mısır tarlaları, dutluklar vardır, deniz görünmektedir levent sırtlarından: "nispetiye caddesi daracık ve çamurlu bir patikaydı. uzun yürüyüşler yapardık babamla."

    daktilo tuşları ninnisiydi
    baba-kızın yürüyüşleri bazen gökteki yıldızlar hakkında yapılan sohbetlerle dolar, bazen fuzuli'nin derinliğinden bahseder baba 12 yaşındaki kızına, bazen allah kavramını anlatır. o yıllarda artık ilkokulu bitirmiş, dame de sion'da okumaya başlamıştır küçük ela. dame de sion'da okurken babası okula müfettiş olarak gelir ve ertesi gün yapmadığı bir şeyden sudan bir gerekçeyle ceza alır. babasına yakındığında "şımarmandan korkmuşlardır," yanıtını alır. ela babasının bu tavrını benimser, o yüzden reşat nuri'nin kızı olmakla övünmez, babasını öne çıkarmaz, televizyonlara çıkmaz, röportaj tekliflerini reddeder: "bu tavrım yüzünden ayrıcalıklı bir muamele görmedim. ama babamdan dolayı en sıradan insanlardan çok sevgi, saygı gördüm." içi dopdoludur babanın, isim vermeden yaşadığı düş kırıklıklarını anlatır kızına, ama kin tutmamayı da öğütler. baba-kız o zamanlar teksas'a benzeyen levent çarşısı'nda bazen bir ayakkabıcıya konuk olur, bazen bakkala, bazen kasaba, oturup çaylarını içerler ve memleket meselelerinden bahsederler. ela, yıllar sonra evlerinden bahsederken "manastır gibiydi, öyle yazar-çizer takımı gelmezdi," diye anlatır. babasının 'sefalet'i özleyip, çamurlu sokaklara bata çıka halkın içine girmesini, onlarla yaptığı unutulmaz sohbetleri ise hiç unutmaz. onun için 'baba' demek 'güven' demektir, 15'inde yitirecek olsa bile: "çocukken, benim odam onunkinin karşısında idi. ben yatardım ama onun odasından ışık vurur ve daktilo sesi gelirdi. o daktilo sesi müthiş bir güven verirdi bana. o ses büyülemişti beni. orada yalnızdı." gece boyunca süren daktilo sesi babanın ela'ya hazırladığı kahvaltıyla sonlanırdı: "sabah da beni 07.00'de kaldırır, bana kahvaltı verir, irmik çorbası pişirir, beni uğurlar ve ondan sonra yatardı." günde dört paket sigara içen reşat nuri 1956'da londra'da tedavi görürken hayatını kaybeder. hastanede karısı hadiye hanım'a "iyi ki ela burada değil, ne kadar acı çektiğimi görmüyor, ona şükrediyorum," dediğini kızı yıllar sonra öğrenir. ela babasının ölümünden sonraki ruh halini şöyle anlatacaktır: "ölümüyle beni çok kötü bir zamanda ortada bıraktı. gelişme çağındaydım. ondan sonra kararlarımı, sürüklenmelerimi hep kendim götürmek zorunda kaldım. yani o konuşmalar, sohbetler olmasa belki ben daha düz, belki daha sağlam, ayağı yere basan insan olurdum. ondan sonra çok bocaladım."

    üç kez evlendi
    edebiyata ve okumaya hep meraklıdır ela. aziz nesin'in işlettiği levent çarşısı'ndaki kitapçı en önemli duraklarından biridir. oraya sık sık gidip efsanevi kovboy pecos bill'i okur, bu çizgi roman düşkünlüğü yıllar sonra onu tenten'i türkiye'yle tanıştıran isim yapacaktır. o yaşlarda en büyük hayali teksas'a gidip kovboy olmaktır. dame de sion'dan babasının ölümünden iki yıl sonra mezun olur. üniversite eğitimi için yurtdışında siyaset bilimi okumak ister ama annesinin engellemesiyle istanbul üniversitesi sosyoloji ve felsefe bölümüne devam eder, ardından sorbonne'da edebiyat eğitimi dönemi başlar. ancak sorbonne'dan hemen önce teyzesi aracılığıyla tanıştığı genç diplomat tanşuğ bleda ile 1961'de evlenir. yaklaşık yedi yıl süren evliliğinden sonra, onu yıldırım bölge kadınlar koğuşu'na götürecek ankara'daki trt yılları gelir. trt merkez program dairesi'nde uzman olarak çalıştığı yıllarda yaşar ne yaşar yaşamaz'daki unutulmaz oyunuyla ünlenen tiyatro sanatçısı mehmet keskiner'le tanışır. ankara sanat tiyatrosu oyuncusu keskiner, ela'nın gönlünü çalan ikinci kişidir, ki ondan olan ilk çocuğu üzüm ela doğar. o yıllarda en yakın dostu, trt'de aynı odayı paylaştığı yazar sevgi soysal'dır. hapishaneyle de birlikte tanışırlar ve bu hapislik, onu bir romanın kahramanına da dönüştürür. sevgi soysal, yürümek adlı romanının kadın kahramanının adını ela olarak seçer, erkek kahramanın adı da mehmet'tir. ela ve mehmet'in hayattaki kesişmelerini ve ayrışmalarını anlatan roman, toplumda çizilen erkeklik, kadınlık sınırlarını ve sınıf değerlerini bireyin gözünden sorgular. trt'den sonra ela için işsizlik günleri başlamıştır. bir süre türkiye'de yabancılara sağlık sigortası yapan bir şirkette çalışır ama bu uzun sürmez. bir yabancı dil okulundaki eğitimciliği de kısa sürer. 12 mart darbesinden birkaç yıl sonra ikinci evliliği de sona erecektir. kısa bir süre sonra gazeteci tanju akerson'la evlenir. bu evliliğin meyvesi de yağmur reşat akerson'dur. ancak hayatı boyunca kırılgan ve duygusal bir kadın olan ela'nın üçüncü evliliği de çok geçmeden biter. üstelik bu kez oğlu yağmur da amerika'daki babasının yanında yaşamaya başlar. artık ela için özlem dolu yıllar başlamıştır.

    çeviri dolu yıllar
    bu arada 1991'de emekli olduktan sonra boğaziçi üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışır, özel dersler verir. bu dönemde başladığı çeviri yapma işi, hayatının daha sonraki bölümlerinde yapacağı tek iş olacaktır. şeyh bedrettin'in hayatı, hatice sultan ve melling kalfa gibi eski çevirilerinin yanında osmanlılar ve ölüm gibi eserlerle çevirilerine devam eder. elbette inkılap yayınları'ndan çıkan tenten serileri, onu mutlu eden işlerinin başında gelir. bu sırada yaşamının önemli kısmını babasının hatıralarıyla dolu büyükada'da geçirir. ilk kez 41 günlük bebekken geldiği maden semti 119 numaradaki, üç katlı pembe pervazlı köşk, hâlâ reşat nuri'nin anılarıyla doludur. hadiye hanım'ın ölümüne kadar yaşadığı köşk, ela'nın da dostlarıyla birlikte olduğu, özenli çevirilerini yaptığı bir yazı mekânına dönüşür. onu son yıllarda maddi olarak rahatlatan şey ise, babasının romanlarından televizyona uyarlanan diziler olur. yaprak dökümü ve dudaktan kalbe dizilerini düzenli olarak izler, eleştirilerini ve beğenilerini iletmekten geri durmaz. özellikle yaprak dökümü dizisini büyük bir sadakatle izler: "orada kendimi sıcacık bir şeyin içinde buldum. maketi muhafaza etmişler ama karakter yapılarıyla oynamışlar. zaten bana maketi gönderip baştan onayımı alıyorlar." ela güntekin, belki de hassasiyeti ve duygusallığı nedeniyle ağır hastalıklar geçirir. beyin ameliyatları, boyun fıtıkları peşini bırakmaz. en son birkaç yıl önce yemek borusuna musallat olan habis hastalıkla mücadele eder. bu arada kitap okumaktan ve çevirmekten asla vazgeçmez. hatta kendisini tedavi eden doktoru talat kırış'a hediye olarak çevirmeye başladığı jules michelet'nin la mer'i (deniz) ölümüyle yarım kalacaktır. ela 16 ağustos'ta 69 yıldır doldurduğu dünyamızdan ayrıldığında, ardında onlarca çeviri, çizgi roman ve onun bu sayfada yayımlanacak yaşam öyküsüne gece yarılarına kadar satırlar üreten iki evlat bıraktı. bir de vivet kanetti'nin o muhteşem cümlesini: "ela, romy schneider ile jacqueline bisset arasında bir güzelliğe sahipti."

    doktoruna kitap çevirip hediye edecekti, olmadı
    üzüm keskinoğlu-yağmur akerson
    "gösterişten hoşlanmayan, alçakgönüllü, mütevazı, duygusal bir kişiliği vardı annemizin. duygularını gizleyen, belli etmeyen, çok hassas bir insandı. ilgi alanlarının başında edebiyat gelirdi. nitekim paris'te edebiyat üzerine yüksek öğrenim gördü. bunda duyarlı yapısının yanı sıra babasının bir edebiyatçı olmasının muhakkak ki bir payı var. fransız edebiyatından bazı eserleri dilimize kazandırdı. çevirmenliğindeki başarısı, son derece hâkim olduğu türkçe ile birlikte, notre dame de sion'da başlayan öğrenim yaşamı boyunca fransızcaya da ana dili kadar hâkim olması ve ustalıkla kullanmasında yatar. jean paul sartre'dan l'engrenage'ı, çark adıyla , jean marie gustave le clezio'nun çöl adlı romanını da türkçeye kazandırdı. ayrıca annemiz türk tarih vakfı tarafından yayımlanan, yerasimov gibi önemli yabancı tarihçilerin çok özgün alanlarda yazmış olduğu eserlerini de çevirdi. ama bu eserleri sessizce, yakın çevresine bile duyurmadan, reklamını yapmadan sıkı çalışarak türk okuruna sundu. öyle ki çok yakın arkadaşları bile bazen bu eserleri ancak yayımlandıktan sonra öğrendi. annemiz 2007'nin nisan ayında çapa tıp fakültesi'nde ağır bir beyin tümörü ameliyatı geçirdi. ameliyatı başarıyla gerçekleştiren dr. talat kırış'la rutin kontroller sırasında edebiyattan bahsederler. talat bey, jules michelet'ye olan hayranlığından bahseder ve fırsatı olsa türkçede çevirisi olmayan bu yazarın bir kitabını çevirmek istediğini söyler. bunun üzerine annemiz paris'ten yazarın la mer (deniz) adlı kitabını getirtir ve talat bey'e teşekkür mahiyetinde çevirmeye başlar. ancak bu çeviri vefatıyla yarım kaldı."

    dostlarından cümleler
    atilla dorsay
    "ela'yla aramızda bir yaş fark vardı, o benden bir yaş küçüktü, yani aynı kuşaktandık. 1950'li yılların sonu ve 1960'lı yılların başlarında bir gençlik grubu içinde birlikte olduk. ilk partilerimiz, ilk flörtlerimiz, ilk mutluluklarımız hep bir arada yaşandı. benim gözümde ela, hep biraz dalgın, hep biraz hüzünlü, hep biraz içe dönük, çok hafif şehla olan gözlerinin ardında mutlaka hayal alemleri olan, mutlaka gönül fırtınaları yaşayan çok duygusal bir insandı. sanki babasının romanlarındaki bütün duygusallığı almıştı. en önemli yanı güntekin soyadını çok onurlu bir şekilde devam ettirmesiydi. evlilikleriyle birlikte soyadını asla değiştirmedi, hep ela güntekin olarak kaldı. kişisel olarak ela'yla benim gençliğimin bir parçası gitti. büyük bir yazarın çocuğu olup da ona böylesine bağlı kalan, onun adını böylesine onurlu bir biçimde taşıyan çok az evlat gördüm."

    vivet kanetti
    "kapısında 'bu evde reşat nuri güntekin yaşadı,' yazan pembe panjurlu güzel evin üst katında kiracılarıydım. ela'nın üçüncü eşi tanju akerson yakın arkadaşımdı. çok narin, çok duyarlı bir insandı ela. reşat nuri güntekin gibi bir edebiyatçının ve hadiye güntekin gibi kuvvetli kişilikli bir kadının evladı olmak kolay bir şey değildi. ama ela olağanüstü duyarlılığıyla hiçbir zaman şımarmadı, hiçbir zaman babasının kredisini kullanmadı. çok çalışkan ve güzel bir kadındı. romy schneider ile jacqueline bisset arası bir güzelliği vardı. bu güzelliğinin farkında mıydı bilemiyorum, çünkü büyük bir ruh terbiyesine sahipti."

    nazan ölçer
    "biz ela'yla yedisekiz yaşımızdan beri arkadaşız. evlerimiz aynı sokaktaydı, babalarımız da yakın arkadaştı. ela'nın tavırları, hatları babasına benzerdi. reşat nuri'nin kızı olmayı aşmıştı, kendisi bir şahsiyetti ama babasıyla da gurur duyardı. ela çalışıp yaşamını kazanmayı yeğledi, sadece babasının eserlerinin telifiyle yetinmedi. son derece derinliği olan bir insandı, duygu yüklüydü. birtakım kurulu değerlere bakmadan kendi yaşamını doğru bir biçimde sürdürmeyi yeğledi. cesur bir kadındı. herkes iyi dilbilgisiyle onun da bir şey yazmasını bekledi, ama o yola girmedi. reşat nuri'nin şöhretinin devamı niteliğinde bir şey yapmak istemedi. çok ciddi ameliyatlar geçirmişti. ona rağmen hayata sıkı tutunan bir insandı ve tanıdığım en güzel kadınlardan biriydi."
    --- spoiler ---
  • [ela*, "o, benim," diye düşünüyordu, ama kitapta* anlatılanların birçoğunu sevgi, 1964-1970 yılları arasında gerçekten yaşamıştı. kitapta yazarın çocukluğuna, gençlik yıllarına, aşklarına dair anekdotlar yer alıyordu. imroz adası'na dair yazılanlarsa, büyük ölçüde yazarın başından geçenlerdi.] erdal doğan - sevgi soysal yaşasaydı aşık olurdum
  • öldüğünü neredeyse on sene sonra bugün rastlantıyla öğrendiğim, boğaziçi üniversitesi'ndeki fransızca hocam. fransızcası bir fransız kadar mükemmeldi. dil sorunum olmadığından devamsız bir öğrencisiydim, kredi tutturmak için sınavlarına girerdim. şimdiki aklım olsa derin kültüründen yararlanmak için bile dersine girerdim, iyi bir öğretmendi çünkü.

    bir renault 12'si vardı, bir kez okula gitmek için levent'te otobüs beklerken bizi arabasına almıştı. çok duygusal bir insandı, umarım dersindeki haylazlıklarımızı affetmiştir. nur içinde yatsın.
hesabın var mı? giriş yap