• (bkz: ganz unten)
  • özgürlüğün ve özgürlükçülüğün göstergelerinden biri şirketinin veya ailesinin kendinden sonraki 3. kuşağını planlamamak, garantiye almamaktır. sanırım en alttakilerden iken yapılan mücadele, özgürlüğünü feda etme sayılamaz. özgürcülük rahatından ve kârından vazgeçmeyi, mal mülk feda etmeyi daha kolay içeriyor. özgürlük duygusunun en pahalıya mal olma şerefini gurur ile paylaşmasına yine de değer.. yerine göre candan bile daha değerli. tasavvuf aslen candan vazgeçmeyi öğreten tarafıyla çok özgürlükçüdür.

    "beş hindudan birinin dahil olduğu kastsızlar en alttakilerin de altındadır. onlara dokunulmazlar denir, çünkü bulaşıcıdırlar: sadece birbirleriyle ilişki kurarlar, diğerleriyle konuşamazlar, onların yürüdükleri yollardan yürüyemezler, onların bardaklarına ya da tabaklarına dokunamazlar. yasa onları korur, ama gerçeklik dışlar. her önüne gelen onları aşağılar; her önüne gelen onlara tecavüz eder ve bu durumda dokunulmazlar dokunulmuş olurlar.

    2004 yılının sonunda tsunami hindistan kıyılarını vurunca, dokunulmazlar çöpleri ve ölüleri toplama işini üstlendiler." eduardo galeano - espejos una historia casi universal

    (bkz: diplemek)
    (bkz: aşağıdakiler), madun, dokunulmazlar
    (bkz: favela sendromu)
  • günter wallraff adlı alman gazetecinin ilk denemelerine 1974'te başladığı "yabancı işçiler" projesi kapsamında, 1983'ten itibaren ali levent kimliğiyle (bir türk işçi kılığına girmiştir) çeşitli işyerlerinde çalışmaya başlamasıyla başından geçenleri anlattığı, açığa çıkardığı, ifşa ettiği kitabının adıdır. 1986'da yayımlanmıştır. wallraff bir hukuk devletinden çok, güney afrika'daki ırk ayrımcılığını aratmayacak deneyimlerini "en alttakiler" de biraraya getirmiştir. kitabın almanca adı "ganz unten"dir.

    "türkiye türklerindir" diyenlerin "diğerleri" için ne kadar zul olduğunu anlamak için; 1980'ler almanyası'nda "almanya almanlarındır" a inananların yaptıklarına wallraff aracılığı ile bakmak yeterlidir.
  • alman gazeteci günter wallraff'ın orijinal ismi ganz unten olan 1986 tarihli kitabı.

    yayınevleri ve pek değerli editörleri neden bu kitabın yeni basımını yapmıyorlar merak ediyorum açıkçası. her yıl ülkemizden yüzlerce insan göç edip almanya'ya yerleşiyor. orada yaşayan türkler zamanında alman halkı tarafından nasıl muamele görmüş, bu muamele zamanla nasıl evrilmiş ya da bastırılarak gizlenmiş bunu yeni göç edenlerin ya da göç edecek olanların bilmesi gerek; çünkü bastırılmış öfkenin ortaya çıkması için siyasette olan ufacık bir kıvılcım yeterlidir çoğu zaman. şu sıralar almanya'da aşırı sağ partinin ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı yapılan eylem ve gösteri haberleri de arttığına göre, görüyoruz ki ortalık kızışıyor. bilmek gerek geçmişi.

    yeni basım olmadığından kitabevlerinde bulamazsınız bu kitabı. eski basımlardan ikinci el temin ederek okuyabilirsiniz. elimde 86 basım olan 5. baskısı mevcut. sararmış halde olmasının verdiği his fevkalade mutlu etti beni.

    kitap alman gazeteci günter wallraff'ın 83-85 yılları arasında “ali levent” kimliğine bürünüp hayatını türk bir işçi olarak geçirmesini, böylece yabancı işçilerin sorunlarını bizzat tecrübe etmeye çalışmasını ve şahit olduğu ibretlik olayları birinci ağızdan anlatıyor. günter ne yaşadıysa hiç çarpıtmadan, süslemeden, melankoliye girmeden olduğu gibi anlatmış ve ibretlik kısım da zaten günter'in net gerçekçiliği. kendisinin hayatına biraz bakıldığında aslını öğrenmek istediği her konuda kılık değiştirip konuya bizzat dahil olduğu görülüyor. kitap ilk basıldığında almanya başta olmak üzere avrupa'da rekor kırıyor. 86 yılının nisan ayı birinci basım tarihi. herhalde almanya'da ırkçılığın revaçta olduğu dönemler olsa gerek ki bizim kemal sunalımızın da 85 yılında gurbetçi şaban isminde çektiği filmi var. bu filmi küçüklüğümden beri çok sever şaban'ın sonunda kazanacağı zaferi bildiğimden bütün dram sahnelerini bile keyifle izlerdim. ancak en alttakiler'de elde edilen bir zafer yok, kahrolan hayatlar var. kitabın ortaya çıkardıkları, kısa süreli bir süksenin oluşturduğu anlık bir coşku ve maalesef birlik olma dürtüsünün ömürsüzlüğüne yenilmiş.
    günter, yani ali, mc donalds'ta çalışıyor ki bu kısımda bez ve fırçaların hem yemek masasında hem de klozette ya da hem ızgarada hem de yine klozette ortak kullanılabildiğini okuyoruz, inşaatlarda çalışıyor, çiftçi bir ailenin yanında ayak işleri yapan ve çalıştırılmasından utanılan türk bir işçi olarak çalışıyor, ilaç firmalarına deneklik yapıyor. en can alıcı yeri bir işçi kiralama firmasında tecrübe ettikleri. kitabın büyük çoğunluğunu burası oluşturuyor zaten. bahsedilen daha çok işverenlerin yabancı işçi politikası. yabancı işçilerin sigorta girişinin yapılmadığını, en ağır işlerde çoğunlukla aralıksız 2 gün zorunlu mesai ile hiçbir koruyucu malzeme vermeden çalıştırıldığını üstelik olması gerekenden çok düşük bir ücrete çalıştırdığını ve bu ücreti bile işçiye vermek için işçiyi aylarca beklettiğini ve ancak sonunda işçiyi hak edilenin yarısı kadar bile olmayan bir ücreti kabul etmek zorunda bıraktığını anlatıyor. çalışılan işler sadece ağır inşaat işleri değil. 1 saat solunduğundan dahi hemen vücuttan atılması gereken demir tozlarını korumasız olarak günlerce mesaiye kalarak soluyor bu işçiler. söz konusu temponun ve ortamın kanser tehlikesi ve oranını nasıl artırdığı bilimsel açıklamarıyla anlatıyor. ismini değiştirerek bahsettiği bir patronu söz konusu. ali bu patron ile yakınlaşıp özel şoförü oluyor adamın. kendisi patronunun tüm yaptıklarına rağmen yine de günahını almamak ve emin olmak için bir oyun düzenliyor ve oyunun sonunda atom santralinde çalışacak ve alacakları radyasyon nedeniyle kısa sürede ölecekleri kesin olan 6 işçiyi, bu patronun göz göre göre nasıl ölüme gönderdiğine de şahit olduktan sonra oyununu bitiriyor.
    kitap basıldıktan sonra mc donald's da dahil olmak üzere söz konusu firmalardan dava üzerine davalar açılıyor tabii.

    günter bir gazeteci olarak çok çok iyi bir iş çıkarmış. 63'te de askere yollandığında eline silah almayı reddettiği için uzun bir süre gözetimde tutulmuş, evet çeşitli siyasi yönelimleri var; ama yazdığı bu kitabı okuduktan sonra ben özellikle iyi bir insan olduğunu düşünme eğilimindeyim.

    şimdi kendisinden güzel bir alıntı bırakacağım, ki özellikle bizim de sorunumuz olan suriyeli meselesini şiddetle yorumlarken, esasında insan olduğumuzu hatırlamamızı ve yeniden düşünmemizi sağlasın.

    “ oynadığım rol, çevresinde olan biten her şeyi kavrayamayan yanancı rolü, benim toplumdaki bir çok olguyu daha iyi anlamamı sağladı. kendisini becerikli, üstün, kalıcı ve adil sayan bir toplumun asıl yüzünü onun dar görüşlülüğünü ve buz gibi soğuk yanlarını yaşadım. bu toplumun gözünde bir budalaydım sanki: gerçeklerin çarpıtılmadan suratına vurulabileceği bir budala. evet, bir türk değildim ama toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorunlu oluyor. insanların ve kurumların gerçek yüzlerini görebilmek için insanın kendi gerçek yüzünü saklaması gerekebiliyor.”

    ders almak gerek. yarın öbür gün suriye kökenli biri biz türkler hakkında böyle bir kitap yazarsa bizim için bir utanç olmaz mı bu? parça parça örneklerden tüme varıp genelleme yapıyoruz ve bakışımızı kötücül olarak şekillendiriyoruz. beliren öfke sadece ve sadece sorumlulara olmalı, diğer masumlara değil.
hesabın var mı? giriş yap