• paris (1925) doğumlu akademisyen, yazar, malinovski ve wittgenstein'ın öğrencisi de olmuş, islam araştırmaları üzerine eğilmiş kalkmış, postmodernizm hakkında atmış tutturmuş, köktendinciliğin müslüman toplumlarda neden güçlü olduğunu araştırmış, sorgulamış, daha napsın adam.. bi de türkçe'de "postmodernizm, islam ve us" diye de bir kitabı var, dil ve bilgi felsefesiyle uğraşmış, yorulmuş olmalı..
  • milliyetcilik teorileri uzerine kendisine en fazla gondermede bulunulan cek asilli yazar. milliyetciligin kokenlerini aciklamaya calisirken kultur ve orgutlenmenin tarih boyunca izledikleri yonu kendisine eksen olarak alir. gellner'e gore, kultur, her ne kadar maddi ve degisken olsa da, tarihin cok eski caglarindan beri, hatta insan varoldugundan beri mevcudiyetini korumus bir ogedir. orgutlenme (organization) de ayni kultur gibi evrenseldir ve tarihin derinliklerinden gelmektedir. gellner'e gore milliyetcilik, toplumun politik orgutlenmesinin ve bu orgutlenmenin niteliklerinin onun tasidigi kulturel ogelerle tanimlandigi noktada, yani politik orgutlenmenin (ki bu devlettir) sinirlarinin toplumun ortak kulturel ogelerince tanimlandigi noktada baslar. bu da, bu sinirlari belirleyici "yuksek" kulturun egemenligini; daha onceden benimsenmis ve herhangi bir politik anlami olmayan diger altkulturlerin, ve zayif 'bolucu' kulturel ogelerin (ki gellner bazen etnisiteyi bunlari ifade etmek icin kullanir) yok edilmesini veya zayiflatilmasini gerektirir. bu da kanli da olabilir kansiz da olabilir. gelnner'e gore bati avrupanin disindaki yerlerde bu surec zorla ve baskiyla gerceklesmis, ve hatta etnik soykirimlara yol acmistir. tum bunlardan daha da onemlisi ise gellner'in bu kultur ile politik organizasyon, yani devlet birliginin ancak modern zamanlarda gerceklesebilecegini soylemesidir. ona gore ulus, ve ulusculuk bu bakimdan sonsuz, ve tarihsiz kendilikler degil, modern cagin, sanayi caginin, gerekleri sonucu ortaya cikmis maddi olusumlardir. lakin kendisi modern cagin hangi sureclerle milliyetciligi ve ulusu dogurdugunu doyurucu bir sekilde aciklamaz.
  • "it is nationalism which engenders nations, not the other way around" sözünü her üç milliyetçilik çalışmasından ikisinde duyabilirsiniz. modernist ekolün en önde gelen temsilcilerindendir. milliyetçiliği endüstrileşme ve kapitalizmin sonucu olarak görür, primordialistlere, ethno-sembolistlere pabuç bırakmaz.-anthony smith'le "do nations have a navel?" tartışması tavsiye edilebilir.- ayrıca sıkı webercidir.
  • ''milliyetçilik çalışmalarında modernist ekolün önemli isimlerinden birisidir eric hobsbawm ile birlikte. aşağı yukarı aynı tarihlerde milliyetçilik üzerine son derece önemli, modern ekolü besleyen iki kitap yazmışlardır. hem modern ekolün içinden hem diğer akımlardan onlara yönelik eleştirile bu alanın gelişimine yönelik çok önemli bir katkı payı sunmuşur. dolayısıyla da gellner ve hobsbawm'ı bilmek demek aslında onları eleştirmek ve o eleştiriden yola çıkarak yeni bir tanıma doğru gitmek demektir. gellner denilince akla sanayileşme gelmelidir. kapitalizmle bütünleştirmeyi esas olarak hobsbawm yapacaktır. gellner, koyu bir antimarksisttir. dolayısıyla hobsbawm ile arası pek iyi değildir. antimarksist olmasına rağmen liberallere de karşıdır. ona göre liberaller ve marksistler milliyetçiliği yanlış yorumluyorlar. liberaller her zaman serbest pazar ekonomisinden giderek 'millet'i ele almışlar ve işleine geldiği şekilde yorumlamışlardır. ikisi de milliyetçiliğe kötü bir imaj yüklemişlerdir. gellner her zaman 'milliyetçlik karanlık bir ideoloji değildir' der.

    modern bir adamdır ama ilerlemeye o kadar inanır ki milliyetçiliği o ilerlemedeki toplumların gelişimindeki bir kilit noka olarak tanımlar. bu kilit noktada aynı kohn gibi devlete özel bir önem verir. milliyetçilikten bahsediyorsak böyle bir ortamda devletin varlığı kaçınılmazdır. yani milliyetçiliğin tek koşulu devlet değildir tabi ki ama bir devlet varsa milliyetçilik de vardır. bunu açıklar ve bunu açıklarken de yine bu ilerleme nosyonunu karşımıza koyar.

    kendi milliyetçilik tanımını şunun üzerinden yapar; '' siyasal birimle ulusal birimin çakıştığı bir ilkedir milliyetçilik''. yani siyasal bir birim olan devletle ulusun çakışması ulus devleti doğurur. bunu milliyetçiliğin bir ilkesi olarak adlandırır hatta der ki eğer bu siyasal birim ulusla uyuşmazsa insanların duygusal alanda bi arayışı ortaya çıkabilir. çünkü gellner bütün milletlerin devletlerini aradığına inanır. kendi devletleini kurmaya çalışırlar. kuramadıkları durumlarda tepki olarak farklı bir milliyetçiliği karşımıza çıkarır. dolayısıyla duygu kelimesi burada son derece önemlidir. duygu -hareket- ideoloji üçlüsü bariz bir şekilde vardır. kohn'da da aynı şekilde vardır. milliyetçiliğin sadece bir hareket olmadığını sadece bir ideoloji olmadığını aynı zamanda duygulara da hitap ttiğini kabul ederler. çünkü biz ancak duygularımızı ifade ederken eyleme geçerken bir milliyetçi ideoloj içinde olduğumuzu gösteririz. dolayısıyla milliyetçilikten bahsettiğimizde duygularımız kadar hareketlerimiz de önemlidir bu ideolojiyi göstermede. gellner bu gösteriş şeklinde devlete özel bir önem verir. bu siyasal ve ulusal birimin çakışması sonucunda devlet merkezi bir önemdedir. ama hangi devlet ? ulus devlet ama orada da modern devlet tanımı karşımıza çıkar.

    gellner, comte'un ilerlemeci toplum tanımındaki gibi avcı-tarım-modern toplum ilerlemeci çizgisini devam ettirir. weber'e çok dayanır. devlet ve milliyetçiliği anlatmadan önce bir tarım öncesi toplum ve bir tarım toplumu vardır der. tarım öncesi toplumda devlet yoktur. devlet yoksa zaten millet ve milliyetçilik de yoktur. gellner, sanayileşme ile millet-milliyetçilik arasında bir bağ kurmadan önce tarım toplumunda neden milliyetçilik olmadığını açıklar.devlet vardır ama gayri ihtiyaridir. birincisi her tarım toplumunda bir devlet olması şart değildir der. ikinci olarak devlet vardır der ama bizim bildiğimiz modern devletteki uzmanlaşmış, standartlaşmış bir sistem yoktur. üçüncü olarak da devlet vardır ama bu devletin en önemli özelliği olan milliyetçiik yoktur. devletle halkı arasında önemli bir bölünme vardır. burada bir ruhban sınıfı ve yöneticiler ve altta yönetilenler vardır. üst-alt kültür ilişkisi vardır. tarım toplumunu ayrıcalıklı kılan şey bu iki grubun ortak bir kültüre ihtiyaı olmamasından başka bir şey değildir.''

    edit: milliyetçilik dersinden alıntıdır.
  • uluslar ve ulusçuluk eserinde milliyetçiliğin doğuşu ile kapitalist sistem'in ihtiyaçları arasındaki korelasyonu ortaya koyan yazardır. gellner'e göre kapitalist sistem sanayileşmenin getirdiği süreci müteakiben fabrikalarda çalışabilecek, kendisinden yapması istenen işleri bir kitap yahut manuel aracılığı ile öğrenebilecek, işçilerin birbiri arasında değiştirilebilirliği sebebiyle kendisine atanacak yeni işin gereklerini de çabucak kavrayabilecek belli bir analitik zekaya ve öğrenme kapasitesine sahip bireylere ihtiyaç duymaktadır.

    daha önceden insan toplulukları etnik, kültürel, linguistik vb. değerler etrafında toplanmış "milletler" haline dönüşmeden önce dini paydalar etrafında toplanmış topluluklar teşkil etmektedirler. tarım temelli feodal toplumlarda bu bağlamda okuryazarlık ve yazı, toplum üzerindeki otoritesini koruma ihtiyacı hisseden ruhban sınıfı ve vergi tahsildarları haricinde kimseye fazlasıyla gerekmemekteydi. sanayileşmenin ve makineleşmenin hız kazanmasıyla birlikte tarım toplumundan sanayi toplumunda dönüşen toplumlarda ilerde fabrikalarda çalışabilecek insanlara yukarıda da bahsetmiş olduğumuz gibi kitaplardan kendilerini geliştirebilme ve yapacağı işe hazırlayabilme, sayı, harf gibi sembolleri işleyebilme, okuma yazma, hesap yapabilme yetilerinin kazandırılması gerekmiştir. bu yetilerin aktarılabilmesi için ise temel bir eğitimin zarureti gündeme gelmiştir. öncesinde elitlere ait olan okuma yazma yeteneğinin ve yazı'nın halk düzeyine indirilebilmesi için latince'den farklı, ve halkın algılayabileceği diller'in kullanılması gerekmiştir. dolayısıyla ernest gellner sanayi'de çalışacak bireylere belli bir formasyonun aktarılabilmesi adına üzerine temel bir eğitimin inşa edilebileceği her dil'den bir millet yaratmanın mümkün olduğunu savunur.
  • encounters with nationalism adlı kitabı milliyetçiliğe bakmak başlığıyla iletişim yayınevinden çıkmıştır. kitabın 7. bölümünde kemalizm üzerinden bir türkiye analizi yapmış.
  • kendisi hakkında her zaman bir şeyler yazmaya çalışırken ağzıma sıçandır. zira muazzam saptamaları vardır milliyetçilik üzerine ve şahsen favori adamlarımdan biridir, lakin "grand theory" yaratmak uğruna bazen öylesine çekişmeli şeyler yazar ki "lan o mu bu mu şimdi hangisi ne nasıl n'oluyor?" derken insana kafayı yedirtir.

    şahsi tavsiyem, külliyatını okurken önce onun grand theorysi üzerine eleştiriler içeren "the social philosophy of ernest gellner" kitabındaki her biri farklı şahıslara ait makaleleri yalayıp yutunuz. tıpkı klasik bir eser üzerine yazılan eleştirinin eserden önce okuduğunda o klasik eseri daha iyi anlamayı sağlaması gibi (prens gibi, ütopya gibi), bu kitaptaki zihin açıcı eleştirileri okuduktan sonra gellner'in teorisi daha iyi anlaşılabilmektedir.

    evet kitap kütük gibi biliyorum, ama gellner üzerine yazılmış binlerce makale varken, en babalarını orda bulup okuyup, sonra gellner'in teorisine dalmak inanın akıl sağlığınızı korumada çok yardımcı olacaktır.

    not: kitap amsterdam rodopi yayınevi'nden çıkmış, ayrıca bir kısmına google e-books vasıtasıyla ulaşılabiliyor. özellikle "the danger of theorising nationalism" kısmı şiddetle tavsiye edilir.
  • milliyetçilik teorileri ve türk modernleşmesi konusunda makalelerine sıkça başvurulan değerli bir akademisyen. 1925 doğumludur. bir tarafı ingiliz, diğer tarafı çektir.

    http://en.wikipedia.org/wiki/ernest_gellner
  • "osmanlı döneminde türk erkeğinin iki vechesi vardı. biri; erkeksi maço özelliği, diğeri tekke taliminden kaynaklanan romantik, derviş tarafı. tekkeler kapatılınca estetize değerler taşıyan derviş yanınız dumûra uğradı, elinizde kaba bir maçoluk kaldı..."
  • islam'a ilişkin görüşleri üzerinde düşünülmesi gereken yazardır.

    "islam ne ondan önceki bir geleneksel uygarlığı çürüttü ne de onun hayaleti gibi yaşadı. kendi imparatorluğunu ve uygarlığını yarattı."

    "bir halkı ve bir büyük geleneği kapsayan ciddi bir din olarak yalnızca islam ayakta kalmayı sürdürüyor."

    "her ne kadar kendisi bir islamiyetçi olarak görülmese de david hume'un dinsel sosyolojisi büyük bir olasılıkla islam'ın toplumsal rolüne ilişkin en iyi yaklaşımdır."
hesabın var mı? giriş yap