• ege bölgesi serbest bölgesi anonim şirketi, içinde uzay kampini da barındıran serbest bölgeyi işleten şirket.
  • baskani kaya tuncer'dir. islettikleri ege serbest bolgesi turkiye'nin ilk modern ve su anki yatirim payi en yuksek olan endustriyel parkidir. turgut ozal zamaninda, disariya acilim, ozellestirme dalgalarindan kuvvet bularak kurulmustur.
  • ege serbest bölgesi, üretici firmalar için altyapısı hazır arazileri ve kullanıma hazır fabrika binaları, ticaret yapan firmalar için depolama tesisleri ve kiralık ofisleri ile çağdaş ve master planlı bir endüstri parkıdır. kuruluşla ilgili bilgi edinmek, yatırım tercihleri, hizmet seçenekleri, yatırım için planlanan yerler ile ilgili detaylı bilgileri şu linkten takip edebilirsiniz.

    http://www.esbas.com.tr/…/webcalismalari/turkce.htm
  • bunyesinde bir adet klasik otomobil muzesi bulundurmaktadır. izmir adnan menderes havalimanı gelis ve gidis yol guzergahları uzerinde bulunan gaziemir ve sarnic kavsaginda yapilan yaklasik 6 ay surecek 02 adet alt gecit ve yol tadilati calışmalari nedeniyle, calisanlar icin islerine gelebilmek ve evlerine donebilmek iskence halini almistir, (bkz: bitsin artik bu cile).
  • türkiye'nin en büyük ve başarılı serbest bölgesi olan ve içinde uluslararası büyük şirketleri barındıran "ege serbest bölgesi"'nin kurucusu ve işletmecisi olan başarılı şirket.
    öte yandan, gittikçe büyüyen ve kalabalıklaşan ege serbest bölgesi'nde, artık akşam iş çıkışlarında trafiğin felç olmaya başladığını da pek göremeyen; tam iş çıkışı saatlerinde tırların bölgeden çıkışını kısıtlamasını, ya da bölgeye bir kapı daha açmasını umduğumuz şirkettir aynı zamanda.
  • gümrüklerin en yoğun olduğu cuma günü sabah'tan akşam mesai bitimine kadar sistemleri çalışmayan , bu nedenle hiçbir işlem yapılamayan yer.

    ulan sene olmuş 2014 , halen sistem yok diye ithalat-ihracat yapılamıyor bu ülkede. tabi hafta sonu nedeniyle 3 gün kaybettirilen firmaların uğratıldığı zararlara girilirse verdiği zararın asıl boyutu görülebilir.
  • 25 yıldır süregelen mükemmeliyetlerini kutluyorlarmış. alemler.
  • önce varmıştım, telefonda 50'ye kadar say dedi, 50'den önce geleceğine demek ki emindi. 39'du o yanıma geldiğinde. sıcak bir karşılama ve oturacağım koltuğun üzerinde bir gömlek vardı, hatta refleksle ben arkaya geçeyim bari dedim, gömleğin altında saklanmış çiçekten habersizdim, bir baktım çiçekler avcumda, yol boyunca benle seyahat eden bir çocuk gibi kucağımda. çok heyecanlıydım, duygularımı hissetmekten bile beni alıkoyan bir heyecanlaydım. o da öyleydi, buluşmamızdan önceki son gecemizde ikimiz de hayattan kaçmış gibiydik. uyuyalım bir an önce, güneş aylardır 9'unda bizim için doğacak diye hep derken bir an önce sabah olsun da güneşin doğuşunu görmemeye de kabuldük. yeter ki an evvel sabah olsun, yolumuz birleşsin, ellerimiz, dudaklarımız, vücudumuz, kısmi zamanlı da olsa hayatlarımız birleşsin diye atan kalbimiz bize nefes aldırmamakta kararlıydı bugün.

    onunla günlerce aynı balkondan bakacaktık dünyaya, baktığımızda aynı ağacı görecektik, aynı rüzgar aynı anda yüzümüze değecekti ve uzaklardan bize çevrilen gözler aynı karede ikimizi bulacaktı, kimseden utanmadan biz "biziz" diye gururlanacaktık, senle sevgili olma hissimizle karşılayacaktı bakışlarımız bize yöneltilen bakışları. senle beni yakıştıracaklardı belki de ilk defa. belki bir markette senle ilgili bir diyalog geliştiğinde birine "eşim şunu bulamadı da yardımcı olur musunuz?" diyecektim.. belki bir kedi sırf yoldaki çöp'ün yanından geçerken ikimizin ayak sesleri var diye bizden endişe edip arkasına bakmadan kaçacaktı, varlığımızdan rahatsızlık duyacak demiyorum, sırf ayak seslerimizden, insanlar neden hep kötü bellenir ki? halbuki bu kaçışta ya da kendimizi buluşta ben de o da en merhametli halimizle olacaktık dünyada. dünyaya geleli beri ilk defa beni anlayan, ve onu anladığım biriyleydim, tanrıdan başka bir şey istesem yalan olurdu, tanrı için ibadet değilse de merhamet eşiğim çok yükselmişti hissediyorum. hep iyi biriydin oldum olasıya, çocukken karıncalara yem taşımasam da yemlerine giden yolu açmakta hep bir emeğim vardı, büyüdü cüssem ve artık kedilere, köpeklere yardımcı oldum, kurban bayramı öncesi arka bahçemizde bekleyen kuzudan ailem adına af bile dilemişliğim var. ama doğa bana belki dr ilk defa hak ettiğimi veriyordu, doğayı üzecek davranışlarımı daha iyi ayırt etmeliydim artık. mesela kış aylarında ısınmak için kullandığımız katı yakıtlı kaloriferimizi doğalgaz'a çevirdim diye sevindim o an.

    bu yolumuzda basit bir iklim meselesinde bile vücutlarımızın aynı tepkiyi verecek olması heyecanımın kesilmesi için yeterliydi, sadece sevişirken değil, güneşin altında dolaşırken de terleyecektik, ellerimiz ilk defa dört duvar harici bir yerde de birleşecek, sokakta belinden sıkı sarıp kollarında olabilecektim, belki denizde kucağında, ya da ayaklarım ıslanacaksa kıyıda ona sarılacaktım.

    bu yolda gidiş dönüşümüz boyunca elbet aynı bardaktan bir şeyler içecektik, tabağımızdakini elbet paylaşacak, içimiziyse ortaya bir şey döküp saçmadan kırmadan ruhlarımızı içimizi açacaktık birbirimize. tamir edecektik belki de kırılmış kalplerimizi, ağrıyan yüreğimizi. şakaklarımıza kadar dolmuş gözyaşlarıyla ödemli yüzümüzü boşaltacaktık açtıkça içimizi.. sonra gülmelerimiz, eğlenmelerimiz.. o kadar güçlüydü ki neler yaşayacağıma duyduğum merak, bir gece önce uykuya kaçarken ben, hep yakaladı kendimden saklanırken. gece kaç defa uyandım kaç defa.. o gün sabah güneşten önce doğdum ben. doğdum çünkü yeni bir hayat. makyajımla falan uğraşmadım, hep zaten en yalın halimle isterdi yanında beni ve hazır valizimi kaptığım gibi sokağa çıkmak için attım dışarı kendimi. önce bir merdivenden indim.. sonra bir araçla metro durağı, tekrar merdivenler, zaten sabah daha ilk saatler, şehirde yeni başlamış daha seferler, kimseyi görmedim, dakika saydım, durak saydım, geçsin dedim bu yollar.. içeride işine giden insanlar, belki uzak memleketlerdeki bir düğüne/cenazeye katılmak için, belki hayatının amacını gerçekleştirmek istercesine bineceği uçakla hac'a giden amcalar halalar, birilerini karşılamak için havaalanına giden yakınlar. sevgisiyle buluşmak için kimbilir daha kaç yürek vardı bir sonraki vagonda, bu vagonda, benim vagonumdan öncekinde. hepsi aslıda umrumdaydı, ama düşünecek ne takatim ne de kalbimdeki basıncın yarattığı bir rahatlık vardı, varsa yoksa ona bir an önce sarılmak, sonra valizimi bagaja koyup bu şehri terk etmeyi, yıllar sonra ilk defa gideceğim kendi gerçek dünyamda yaşamak istiyordum. verilen kıymetin hissettirildiği, yaptıklarıyla anlaşılan ve anlayan, yardım edebilen, yardım edilen kadın olmak, onun olmak istiyordum, artık katlanamadığım beraber yaşadığım insanlarca bana her daim tattırılan anlaşılmaktan uzak bu yalnızlığı istemiyordum.

    ayakta durmak zor geldi, oturdum kapıya en yakın boş koltuğa. parmaklarımı zaptedemeyip ağzıma götürmekten alamazken kendimi, gözlerim sadece yere baktı, ayaklarımın simetrik durmasıyla uğraştı, parmaklarımın ağzımdan çekildiği anlarda içiçe geçebildiğini test etti.. aslında insanları anlamak şimdi daha kolay neden ve nasıl deliriyorlar.. 2 duraklık bir yolda dirayetimi yitirmemek adına kendimle yapmadığım mücadele kalmamışken, bir dünya insan vardı, aylar yıllar bekleyen melankolikler, kıymetini görmemiş birarada yaşayan insanlar. bir ara elim camdan çıkar mı acaba diye cama bile dokundum, sonra cam bu kadar mı pürüzsüz dercesine fark ettim ki ellerim tekrar camda, gözlerim halâ yerde.. kulağım durakların adını kaçırmamak için pür dikkatse de, bir yandan içimde bir korku, aman bak bu esbaş adlı durağı kaçırmayayım, aman kaçırmayayım ne de olsa kalp atışlarının hızı vesvese yapmak için çok elverişli.. bilgisayarımsı bir kadın sesi esbaş dedi kapıya yöneldim, ama şey, kapı halâ açılmadı, tren de durmadı ama durak görünüyor, trene saydırdım bir dünya, bekediye başkanı bile küfür yedi benden. duraktayız işte burada indirsen ne olur diye. bir an önce koşup sana gelmek istiyorum.. tren iyice yavaşlıyor, duruyor, kapı açılıyor, sakinleşmek için mücadelelerim.. yanımdan birkaç kişi inip gidiyor umutlarına, işlerine, bense yanımdan geçip gidenlerden daha ağır ve kendimden emin adımlarla, hayallerime ramak kalmasının mutluluğuyla atıyorum adımlarımı.. dünyaya daha anlamlı bir dik duruş sergiliyorum, ve bunu hak ettiğini 50'ye kadar bir çırpıda değil de sayman gerektiğin gibi saymanla da gösteriyorsun..

    çıkıyorum metro'nun kapısına, yoksun. arıyorum seni nerdesin merağıyla o kadar eminim ki geleceğinden, 50'ye kadar say diyorsun sadece ve biten bir telefon görüşmesi. başlıyorum saymaya,
    1 diyorum, kimse görünmüyor, ama yakınlardadır,

    3, şimdi gelmek üzeredir; ama bu kadar çabuk olsaydı 50'ye değil 10'a kadar say derdi..

    8'e ulaştığımda saydıklarım, beyaz bir araba görünüyor uzaklarda, yüzümde bir tebessüm.. daha araç yaklaşmadan anlıyorum sen olmadığını, o benzetme sayesinde iç huzurum hiçbir şey düşünmeden 14'e ulaşıyor..

    gelse görürüm zaten diyerek 17-18-19.. acaba bu taraftan mı gelecek diye kafamı çevirdiğimde 22-23-24-25.. yarısı oldu gelmedi, bakalım 50'ye kadar yetişecek mi diye bir oyun giriyor düşüncelerime, insanın delirmesinin insana ne kadar yakın olduğunu ilk defa bu kadar yakinen idrak ediyorum, daha önce sadece öfkelendiğimde bağıramayınca deli olcam sanardım, ne komik ve hüzünlü..
    27 diyorum gözlerim sonsuz ve sabırsız bir arayışta,30 oluyor sayılar, önümden gelip geçenler, belki bizim gibi buluşmayı bekleyenler onlar çoktan gittiler.. 32 diyorum gözlerim faltaşı gibi açık, dişlerimin hepsi görülüyor yüzüm tebessüm halinde, bir daha sanki hiç üzülmez, ayaklarım yerinde durmaz, ona yaklaşmamı engelleyen başında durmamı gerektiren bir valiz.. ve su gibi akan sayılar tamı tamına otuz dokuz..

    iniyorsun arabadan elini tutuyorum, sarılıyorum sana sımsıkı, ve dudağımdasın. senle gerçeğe dönmüş bir hayali, hak ettiğimiz bir hayatı bize sunan doğaya binlerce teşekkür, oturacağım koltuktaki gömleğinin altında bir buket güldür, hemen arkamda benim için çizilmiş bir karikatür.. elim elinden ayrılmak istemezce yolumuzda önümüze dökülen bir aşk, sevgi..
hesabın var mı? giriş yap