• yazım dili ve sabrım arasındaki tansiyon akıllara zarar.
  • bugüne kadar kişisel gelişim kitaplarını okumaktan itina ile kaçmış biri olarak neden satın alıp, okuma girişiminde bulunduğumu bilmiyorum. fakat yazım dili, anlatılmak istenenler o kadar basit, akıcı ve net ki, kitaba başlayıp, bitirmeden başka bir iş düşünemez oldum. okumaya başlar başlamaz uzun zamandır ihtiyacım olan kitap olduğunu anladım ve o hevesle 24 saati bile bulmadan bitirdim ve asla pişman değilim.

    açıkçası bu kadar satan bir kitap olduğu için ve "aman allahım şöyle hastası oldum, böyle bayıldım" dendiği için beklentilerim epey yüksekti doğal olarak. fakat yeteri kadar yüksek değilmiş demek ki, beklediğimden fazlasını buldum. herkesin alacakları farklı olacaktır mutlaka, her kitap için bu böyle.. başka biri benim öğrendiğimden daha fazla şey öğrenecek, başkası da sadece birkaç saat hoş vakit geçirecek olabilir. ne olursa okunması vakit kaybı sayılmayacak ve mutlaka bir şeyler katacak bir kitap olmuş.

    ayrıca hemen arkasından conversations with god okunmaya başlanırsa görülür ki enteresan benzerlikler vardır arada. bir şeyleri değiştirmek isteyenler ve nereden başlayacağını bilmeyenler için bu iki kitap büyük yardım sağlıyor.
  • 80 sonrası iyice normalleşen torpilci anlayışın kozmik düzlemde dışavurumu. torpil falan değil emekle güzelleşecek dünya. *
  • çok eğlenceli bir dille anlatılmış, çok samimi bir aykut oğut kitabı. arka kapak yazısını okuyup da kitabı almamak mümkün değil zaten. şöyle ki:

    "siz hiç 150 kilo oldunuz mu?
    sizin hiç yabancı bir ülkede bavulunuzu kaybettiğiniz, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kalırken günlerce tek kelime bile konuşmadığınız, dayak yedikten sonra girdiğiniz komadan bir gözünüzü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara döndüğünüz, annenizi kaybettikten sonra hapiste yatarken babanızı kaybettiğiniz oldu mu?
    benim oldu.

    peki ya sonra o yabancı ülkenin dilinde şakır şakır konuşup hatta seslendirme yönetmenliği bile yaptığınız, o ülkedeki filmlerde başrol oynadığınız, 70 kilo verip filinta gibi olduğunuz, yeni ve mutlu bir hayat kurduğunuz, elinizi attığınız her işi altın yumurtlayan tavuğa çevirdiğiniz, her saniyenizi gülümseyerek geçirdiğiniz, hayatta istediğiniz her şeyi elde etmeye başladığınız oldu mu? benim oldu.
    nasıl mı?
    gelin anlatayım…"

    kayıp falan değil, zamanınıza zaman katan bir kitap.
  • (bkz: #187122)
    (bkz: #9163294)
  • adı gibi bir kitap. bunu yazarak bilmem kaç baskı yapabiliyorsa bu arkadaş hagaden büyük yerden torpilli olduğuna kani oldum. bir yandan da kendi sağlamasını yapan bir eserdir bu açıdan. kafadan atmıyorum, ben bu kitabı okudum dostlar. okudum çünkü ben de herkesler gibi kısa yoldan ve hemencik paranın, şanın, şöhretin amua koymak istedim. sonuç ne oldu? gülüp geçmenin sarmaktan daha iyi olduğunu ve iyi düşünürsem iyi olacağını öğrendim verdiğim para ilen.
  • the secret ile ayni yasayi anlatiyor olmasina ragmen, the secret'tan en buyuk farki, bu yasaya olumlu bicimde maruz kalmanizin uygulanis seklini daha anlasilir vermesidir.
    the secret'ta kurallar ve uygulamaniz gerekenler vardir, eger bu iyi seyler, bu iyi orneklerdeki gibi basina gelsin istiyorsan, bunu bunu bunu yap der.
    aykut ogut'un kitabinda ise, kural budur ve eger uygularsan basina gelecek iyi sey budur der. ancak diye devam eder, senin o kurali hayatina uygulayabilmen icin once zihniyetini ve cocukluktan getirdigin sacma sapan icsellesmis inanislarini bir kenara atmalisin der. bunu da samimi bir turkce ve hafif argo ornekler ile tamamlar. bu da okuyucuyu sarar, cunku ornekler the secret'taki gibi new jersey'den jenny'nin degil, cogunlukla aykut ogut'un sahsi deneyimleridir. ister istemez bir bag kurarsiniz. kitabin yazim dili bu bakimdan gercekten basarilidir.
    ben hayatimda hicbir kisisel gelisim kitabini tebessum ile, hatta zaman zaman bildiginiz kahkaha atarak okumamistim.
  • mecburiyet sonucu okuduğum ama okuduğuma pişman olmadığım kitap. aklımda kalan tek şey ise park yeri sıkıntısı olan bir yere gitmeden önce kendi kendine "ben çok şanslıyımdır zart diye yer bulucam" diye telkinde bulunmak gerektiği... ki ben zaten öyle yapardım... dolayısı ile okumama hiiiç gerek yokmuş. yine de mecburiyetten okudum.

    ama bu kitabı okuduktan sonra bakın ne oldu.

    iki araba dışarıda yemeğe gidiyoruz. diğer arabadaki şapşal benim gibi optimist olmadığı için dünyanın öbür ucundaki paralı park yerine gitmiş. hem yürümüş, hem para vermiş. ben de oturduğum yerden arabamı işaret edip yemek boyunca dalga geçtim. sonra kahve içmeye gittik. kahve içerken de oradan dönerken de dalga geçmeye devam ettim.
    ...
    ama ben çok şansılıyımdır arabam hiç çekilmez demeyi unutmuşum.
    ...

    yine de olgun çocukmuş, çok dalga geçmedi. beni önce bankamatiğe sonra da araba parkına götürdü. yine de sevmiyorum bu kötümserleri. o salak arabasını o kadar uzak yere parketmeseydi o soğukta 5 saat yürümezdik, kız arkadaşım da soğuk kapıp domuz gribi olmazdı. hep bu kötümserler yüzünden.
  • aykut oğut'un ego'yu kişinin 0-10 yaşı arasındaki hali olarak tanımladığı kitap. freud öyle demiyordu ama.
  • kişisel gelişim kitaplarından yıllarca kaçtıktan sonra etrafın methiyelerine dayanamayıp okumaya başladığım ve 66 sayfasına kadar dayanabildiğim kitaptır. kitap, elektriğimi, ritmimi, enerjimi, bozdu. bu kitabın, aykut ve esra ikilisine yaradığı çok belli de, bu kitabın anlattıklarını yepyeni bir pencereymiş gibi görecek kadar hayata kapalı buncayıl kapalı yaşamışlar için anca boş park yeri bulmada yardımcı olacaktır. bu kitap iyi niyetle yazılmış da ben ticari bir girişim olarak görüyor ve fesatlık yapıyorsam da ömrüm boyunca "park yeri" bulamayayım.

    yıllar sonrası edit: şaka maka hiç park sorunum olmadı demek ki haklıyımışım
hesabın var mı? giriş yap