• on defterin toplandıgı bu eser 1933-1947 yılları arasında yayımlandı.
  • uluğ nutku hocamız çevirmiş, notlamış; maya yayınları'ndan 1975 yılında basılmasına hazırlamış. tam başlık şöyle: v. i. lenin, -hegel'in 'felsefe tarihi üzerine dersler'ine toplubakış - hegel'in diyalektik'inin (mantık) planı - diyalektik üzerine. ( http://picasaweb.google.com.tr/…5265472894247665442 )

    temelde yayınevinin notunda da belirtildiği gibi "lenin'in 'devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz' sözünün içerdiği teorik dayanaklardan birisi de felsefedir"; bu yüzden lenin'in defterlerinden çıkarılabilecek olan şey salt kendi teorisini güçlendirme çabasıdır. hıristiyanlıkta çok sık dile getirilen, ekşi sözlük'te de incelediğimizi anımsadığım, philosophia ancilla theologiae düsturunun bir başka imago'su olarak değerlendirmemiz gerekiyor bunu. yani dine/ideolojiye hizmet eden hizmetçi kız statüsünde felsefe! yine yayınevinin notunda şöyle deniyor: "lenin, hegel'in felsefesi üzerinde özellikle durmuş, onu ayrıntılı incelemiştir; çünkü bu felsefe 'idealizmin materyalizme dönüşümü akşamı', diyalektiğin somut tarihsel anlatımını bulmasının son hazırlığıdır." oysa salt hegel'in felsefesi değil, ona varıncaya değin özellikle de yunan felsefesinden kendi ideolojik sistemine dayanak oluşturabilecek bütün noktalar "felsefe tarihine giriş" kapsamında belirtilmiş; aslına bakılırsa "belirtmek" de yanlış kelime, zira yukarıda da dediğim gibi amacın kendisi zaten bu belirtme tutumunu gösteriyor.

    bu tutumdan hareketle felsefe defterleri'nde geçen kavramları açımlamaya çalışalım:

    soyutluk - somutluk

    "hakikat soyutsa, o hakikat değildir. sağlıklı insan aklı somuta yönelir... soyutluluğun en büyük düşmanı felsefedir; o somuta döndürür..." (sf.17) raya dunayevskaya'nın "philosophy and revolution: from hegel to sartre, and from marx to mao" adlı eserinde de (p.112, lexington books, 2003) söylediği gibi lenin, subje ve obje çatallaşmasında her ikisine birden evrensel bir somutluk düzleminde katılıyordu. o halde hakikat somut olmalıdır; sağlıklı insanın aklı da somuta yönelir. felsefe, bilgi (sophos) seviciliği (philos) demektir; o halde sevilen bilgi "somut" olur.

    felsefe tarihi - daire

    "felsefe tarihinin bir daireye benzetilmesi - 'bu dairenin çevresi çok sayıda dairelerden oluşur...' ... diyorum ki, tarihte felsefe sistemlerinin ardarda sırası, idenin kavram belirlenimlerinin mantıksal türetilmesindeki sırasının aynısıdır. yani felsefe tarihindeki sistemlerin temel kavramları dış biçimlerinden, özele uygulanımlarından ve bunlara benzer ilintilerinden bütünüyle arındırılırlarsa: o zaman idenin kendi belirlenimlerinin çeşitli basamakları onun mantıksal kavramı içinde elde edilir." (sf.17)

    georges cogniot'nun ilkçağ materyalizm'inde de (çev. sevim belli veya seçkin selvi, sarmal yay. 1992, sf.9) geçtiği gibi lenin'de felsefe tarihi ve sosyal bilim tarihi, marksizmin, kendi üzerine kapanıp kalmış, kalıplaşmış, evrensel uygarlığın büyük gelişim yolunda bir kenarda ortaya çıkıvermiş gibi bir anlamda 'sekterizm' ile hiçbir benzerliği olmadığını bütün açıklığı ile göstermektedir... felsefe tarihi, aynı yerde emekleme, bitmez bir tekrarlama değildir; o geçmişin, ileri doğru yürüyüşünü, yüzyıllar boyunca entelektüel bir ilerlemeyi akla getirir. felsefe tarihini bir evrim süreci kapsamında değerlendirme anlayışı, haliyle dairenin çevresinde yeni dairelerin oluşumunu da açıklar. insan, zekasıyla, tutunduğu anlamlandırma çabasıyla yaşamı, yaşayışını, var oluşunu manalı kılmaya çabalamaktadır. bu manalandırma çabası haliyle genele yayılan mantıksal ilerlemenin kendi başına ele alınmamasını gerektirir. çünkü birey birey her türlü anlamlandırma çabası ve mantık dizgesi bir yerde toplanarak, kendisinden sonraki anlamlandırma çabalarına öncül oluştururlar, tıpkı bizim bugün anlamlandırma çabalarımızın gelecekteki anlamlandırma çabalarına öncül oluşturması gibi. o halde lenin şöyle demesi makuldur "...çok iyi bir tarzda felsefe tarihinde kesin tarihsellikten yana; böylece, eskilerin düşüncelerine, bizim için anlaşılır ama gerçekte henüz olmamış bir çeşit 'gelişim' atfedilmesin." (sf.18) yani sürecin kendisi gereğince "ilerleme" başlı başına bir değerdir; geçmiş, bugün ve gelecek noktalarının her birinin durduğu yer öyle kalmalıdır.

    yunan felsefesine dair kısa bir inceleme

    ionia

    örneği lenin, anaksimandros'u "insanı bir balıktan türetti" diyerek anımsıyor. (sf.19) evrime ve yukarıda kısa üzerinden geçtiğim sürecin işleyişine giriş açısından lenin için paha biçilmez bir veri olsa gerek bu! dahası lenin iin pythagoras ve pythagorasçılar "kuru, oluşumsuz, diyalektik olmayan, durağan belirlenimler"le meşguldur. açımlaması şöyle: "pythagorasçılardaki genel ideler ele alınıyor; 'sayı' ve onun anlamı vb. ergo: bu, pythagorasçıların ilkel ideleri, ilkel felsefeleri göz önünde tutularak söyleniyor; onlarda substans'ın, nesnelerin, dünyanın 'belirlenimleri kurudur, oluşumsuzdur, diyalektik değildir.'" (sf.19) o halde lenin için pythagorasçılara dair temel kaynaklarından biri de hegel'dir; buna şaşmamak gerek: müzikal harmonia, 1'in çift yapma özelliğine sahipliği (3+1=4 gibi), evrenin harmonia'sı, subjektif-objektif ilişkisi... pythagoras'ın meşhur mısır seyahatları ve kendisinde etkili olan mistik kabulleri, ruhun ölümsüzlüğü (başka insanlarda 207 yıl yaşadığını söylemesi) göz önünde bulundurulursa (ki w. kranz'ın aktardığına göre, ruhun göçtüğü düşüncesi hindistan'dan çıkma idiyse de, pythagoras bunu kosmos'un kanunluğunu ileri süren yeni miletos öğretisi ile birleştiriyor: antik felsefe, sf.41, çev. suad y. baydur, sosyal yay., 1984); bilimsel düşüncenin başlangıçlarının din, mitoloji gibi phantasia'larla bağlantısı dikkat çeker. (sf.21) pythagorasçılar bir aither kabul ederler: "güneşten çıkan bir ışın kalın ve soğuk aither'e girer... vb." (sf.22)

    elea

    lenin için hegel'in elea okulundan çıkarımları dikkate değerdir: "burada diyalektiğin başlangıcını görüyoruz; yani düşüncenin kavramlar içinde saf hareketini: böylece, düşüncenin görünüşe yahut duyumlanan varlığa karşıtlığını, -kendi başına olanın, bu kendi başınalığının başka bir şey için olma'ya karşıtlığını: ve nesnenin varlığında, onun kendi başına sahip olduğu çelişkiyi buluyoruz." (sf.22-23) (bkz: #786743) var olma ya da var olmama, oluş ya da bitiş/yok oluş hep bir durum geçerli. w. kranz, bu okulun kurucusu parmenides'ten şöyle alıntılıyor: "...aynı şeydir düşünmekle var olma düşüncesi, çünkü içinde söylenmiş olarak bulunduğu var olansız, bulamazsın düşünmeyi. değildir ve olmayacaktır çünkü başka şey var olanın dışında, çünkü kader bağlamıştır, bütün ve hareketsiz olmaya..." (sf.84, 1984) lenin buradan / hegel'in değerlendirmelerini açımlıyor: "genellikle diyalektik 'düşüncenin kavramlarda saf hareketidir' yani idealizmin mistiği olmaksızın: insanın kavramları hareketsiz değil, ebedi hareket halindedir; birbirine dönüşür, birbiri içinden akar; böyle olmasa, yaşayan hayatı yansıtmaz. kavramların tahlili, onların incelenmesi, 'onlarla iş görme sanatı', kavramların hareketinin, bağlantılarının, birbirlerine geçişlerinin incelenmesini her zaman gerektirir. özelliğinde diyalektik, kendi başına nesne, öz, substrat, substans ve görünüş -başkası için olmak- arasındaki karşıtlıkların incelenmesidir." (sf.23)

    lenin, ksenophanes'ten alıntılıyor: "öküzlerin ve aslanların sanat eserleri yapmak için insanlarınki gibi elleri olsaydı, onlar da tanrıların resmini yapar ve tanrılara kendi bedenlerinin şeklini verirlerdi." (sf.24)

    lenin, zenon'u diyalektiğin başlatıcısı olarak görüyor. (sf.24) ona göre felsefe sistemlerinin çürütülmesine dair yanlışın yanlış olduğunun gösterilmesi, onun karşıtının hakikat olması yüzünden değil, yanlışın kendisi için yapılmalıdır. (sf.24-25)

    lenin'e diyalektik için iki seçenek sunuyor: a) dış diyalektiktir; bu hareket, bu hareketin kavranmasından ayrıdır; b) yalnız bizim muhakememizin hareketi değil, aynı zamanda nesnenin kendi özünden, yani içeriğin saf kavramından ileri gelen bir harekettir. birincisi nesnelere bakmanın, onların sebeplerini ve yanlarını göstermenin bir yoludur; sabit gibi görünen her şey sarsılır. bütünüyle dışsal sebepler de olabilir. diğer diyalektik nesnenin içten düşünülmesidir; nesne kendisi için, önsavsız, idesiz, gerekirliksiz, dış ilişkilere, kanunlara ve sebeplere bağlı olmadan ele alınır. nesnenin içine girilir, o kendi başına gözlenir, belirlenimlerine göre onun üzerinde düşünülür. bu düşünmede o kendisini açar; karşıt belirlenimler taşıdığını ve böylelikle kendisini aştığını gösterir; bu diyalektiği öncelikle eskilerde buluyoruz. dış sebeplere dayanarak çıkarımlar yapan subjektif diyalektik ancak şöyle geçerli olur: "haklı olanda haksız da vardır ve hatada hakikat." hakiki diyalektik, sanki nesnenin yalnız bir yanı bozukmuş gibi, nesnesine hiçbir şey arta bırakmaz; hakiki diyalektik kendisini onun tüm yapısı içinde çözer. (sf.25)

    gelişim problemi ve hareket

    lenin çok önemli bir konuyu ele alıyor; temelde "gelişim"den anladığımız şey "büyüme", "çoğalma" gibi "furthermore" yani "üstelik", "bundan başka"lık halidir; öteye geçiş vardır onda bir nevi "moreover" yani latincesiyle söylersek "super"lik; "öteye geçmişlik", "normal'i aşmışlık"... lenin'e göre 20. yüzyılda herkes görüş birliğindedir. evet ama bu, yüzeysel, iyi düşünülmemiş, raslantısal, dar kafalı, hakikatin bastırıldığı ve bayağılaştırıldığı türden bir görüş birliğidir. (sf.26) buna göre eğer her şey gelişiyorsa, bu gelişim düşüncenin en genel kavramlarında ve kategorilerinde de var mıdır? eğer yoksa, o vakit düşünce varlıkla bağlantılı değildir. lenin'e göre gelişimin genel ilkesi birleştirilmelidir; bağlanmalıdır; bütünleştirilmelidir; doğanın, hareketin, maddenin, evrenin birliği ilkesiyle... (sf.26) bu yaklaşımı şu paradokslarla değerlendirmek gerekir: gerçekten de bir değişim ve gelişim olgusundan söz edilebiliyorsa, o halde gelişim ve değişim olgularına dair tanımlamaların, örneklerin de değişmesi söz konusu olabilir mi? insan eğer bu değişim ve gelişim kabullerinin de değişmesi durumunda, bu yeni statünün farkında olabilir mi? tanımlamaya ve örneklemeye dair gerçekleşen değişim durumlarının varlığı, eski tanımlamalarla ve örneklemelerle mercek altına alınan değerlerin değiştiğini mi gösterir yoksa yeni bir durumdan ötürü buradaki farklı duruma, gelişim denemez mi? benim bu entiriyi girerken uğraştığım bu meseleye değinmeden, lenin için "hareket"in doğasına özgü yunan kaynakların önemi açığa çıkıyor. örneğin zenon'un hareketi ele alışı her şeyden evvel objektif diyalektiktir: var olan her şeyin diyalektiği hareketin kendisidir... hareketin duyusal kesinlik olduğunu reddetmeyi zenon hiç düşünmedi; sorusu yalnızca onun yani hareketin hakikati yani hakikatin hakikiliği üzerineydi.(sf.26) yine yüzyılları atlayarak kendisine temel kaynak edindiği bir diğer isim olan hegel'den "zaman ve mekanın özü harekettir; çünkü hareket genel olandır; hareketi kavramak demek onun özünü kavramın formunda ifade etmek demektir. olumsuzluğun ve sürekliliğin birliği olan hareket, kavram ve düşünce olarak ifade edilir; ama onlara öz olarak ne süreklilik ne de kesinti atfedebilir." ifadelerini alıntılıyor. (sf.28)

    yani temelde hareket süreklilik ile süreksizliğin birliğidir. hareket çelişkidir, çelişkilerin birliğidir. (sf.28)

    lenin'e göre cisim bir yerdedir ve sonra başka bir yere gider. cisim hareket ettiğinden, artık birinci yerde değildir; ama henüz ikinci yerde de değildir; iki yerden birisinde olsa, durur... hareket etmek demek, bu yerde olmak ve aynı zamanda olmamak demektir; bu, mekan ve zamanın sürekliliğidir; ve hareketi mümkün kılan da budur. (sf.29)

    bu son söylemden hareketle tekrar yukarıdaki gelişim problemini değerlendirirsek; gelişim olarak gördüğümüz bir şeyin başka bir şeye yönelerek çoğalması halinde, yani ikinci halindeki tabirinde gelişimden bahsederiz. gelişim, başlı başına ilk halden kurtulma durumunu gösterir. buna göre ilk halin sınırlarının belirlenişiyle, gelişimden anlaşılan ve gelişimi tabir eden kavramların değişimi etkisiz kılınmış olur. salt ilk hale bakarak evvela hareket anlaşılır, daha sonra da kat edilen mesafe -sınırların zorlanışı göz önünde tutmak-... ilk hale bakarak gelişim olgusunun kendisinin değiştiğini anlasak bile, bu bir anlam ifade etmez.

    sapiens

    lenin şöyle diyor: "güçlük çıkaran daima düşüncedir, çünkü düşünce parçalara ayrılan bir nesnenin gerçeklikte bağlı kalan unsurlarını birbirlerinden uzaklaştırır." (sf.30) oysa "güçlük çıkarmayan" düşüncesizlik haliyse; sorgu mekanizmasını da düşüncenin en temel silahı olarak düşünürsek, sorgulamayan kafalar için her sınırlamada bir ayak dirememe, uyma, uygun olma hali vardır. örneğin dindarlar homo instabilis'tir yani tutarlıdır; ideolojinin esiri olmuş her tip birer homo instabilis'tir; bu, haliyle yoğun bir düşünce savaşıyla olsun veyahut olmasın, bir şekilde saplanıp kalışın rahatlığını içinde taşır: bu yüzden dogmaların altında ezilen insanlarda tutarlılık temeldir; onları eden şey de bu olabilir: tutarlı davrandıkça, güçlük çıkaran düşünceden uzaklaşıyorlar. bir nevi kaçış, bir nevi uğraşmak istememek. öyle ya hem öldükten sonra bile ruhun ölmezliğine inanacaksın, hem de ruhsuz bir hiç olan bedenin ancak yaşarken çekebileceği bedensel ıstırapları -ateşte yanmak vs.- ölmez olan ruha atfedebileceksin; bu acı çekme riskini göze alamamanın nihai sonucu. homo insipiens için ne elea diyalektiğinin sonucu yani "yalnız bir olan hakikattir; başka hiçbir şey hakiki değildir" düsturu ne de kant'ta geçen "biz yalnız görünüşleri biliriz, genelde aynı ilkedir bu" kabulü, tartışılası bir mesele teşkil eder. o sadece inanmak istediği şeyin altında ezilmeyi manalı sayar.

    lenin'in felsefe defterlerinden kendi defterlerime taştığım bir entiri sunmuş olmanın huşusuyla uçuruyorum kendimi.

    vuğğrk cuuğğrrç...
  • atilla tokatlı çevirisiyle minör yayınevi tarafından yeniden yayımlanmış.
  • "lenin'in hegel defterleri rusçada 1929, almancada 1932, fransızcada 1938, ingilizce ve italyancada 1958 yıllarında yayınlanmış olmalarına rağmen göreli olarak karanlıkta kalmışlardır. bu durumun sebebi, kısmen resmi sovyet marksistleri ve ve onların sovyetler birliği dışındaki "meslektaşlarının" defterleri önemsememe tutumudur. ancak bu, hikayenin tümünü anlatmaya yetmez, çünkü aynı şey genç marx'ın eseri için de söylenebileceği halde, sovyetler'in onları önemsemeyen tutumuna rağmen (ya da o nedenle), marx'ın erken dönem yazıları 1940'lardan bu yana, batı'da önemli tartışma konularından biri haline gelebilmiştir. bu durumun bir açıklaması şu olabilir: bizim lenin konusunda sahip olduğumuz genel imaj, bir eylemcinin ve örgütsel liderin, öncü parti kavramını keşfeden kişinin ve 1917 devrimi'nin liderinin imajı olmaya eğilimlidir. hegel araştırmaları kadar soyut bir şey, böyle bir insan için ne kadar önem taşıyabilir ki? marx konusunda sahip olduğumuz genel imaj ise bundan oldukça farklıdır: şaheseri olan kapital'i yazmak için kendisini british museum'a kapatan sürgündeki bir entelektüel. ne var ki, her iki imaj da son derece tek yanlıdır. örneğin marx, hayatının büyük bir bölümünü, 1864'te birinci enternasyonal'in kuruluşunda önemli bir rol oynayarak, siyasal faaliyete adamışken; aynı dönemde, 1867'de ilk kez yayınlanmış olan kapital'in birinci cildini tamamlamakla uğraşıyordu. lenin de, hayatının en önemli siyasal ve örgütsel krizinin ortasında kendini hegel araştırmalarına adamıştı ve 1917 kasım [eski takvimde ekim] bolşevik devrimi kapıya dayandığında emperyalizm, ulusal kurtuluş ve devlet ve devrimle ilgili yoğun teorik çalışmalarını sürdürmekteydi."

    kevin b. anderson. lenin, hegel ve batı marksizmi. s.45-46
hesabın var mı? giriş yap