9863 entry daha
  • conventionalisation diye bir tabir vardır, dilimize konvansiyonelleştirme, yani bir şeyi genel olarak kabul edilmiş prensipleri, metotları ve davranışları takip etmeye dönüştürme olarak kazandırabiliriz bu kelimeyi.

    böyle bir giriş yapma sebebim game of thrones'un son sezonlarında izlediği yoldan kaynaklanıyor.
    (şu entry'yi yazmak için bu kadar bekleme sebebim ortalığın yatışmasıydı, kaldı ki bu başlığa da çok uğramadım. bkz: game of thrones/@ug tek)

    kitabın izleğini takip eden sezonları ne kadar sevdiysem dördüncü sezondan sonra diziyi adeta bir görevi yerine getirir gibi izledim. halbuki her sezon öncesi binge-watch yapardım.

    neyse, bu konvansiyonelleştirme konusunu senaristlerin basiretsizliği bağlamında değil, anlatım teknikleri kapsamında ele almak istiyorum.

    şu tabloyu kim bilir kaç kere gördük:
    "toplumca kabul edilmeyen biri ya da bir grup vardır. anti-kahraman olarak tanıtılan bu figürlerin bu köşeli çizgileri anlatı ilerledikçe kaybolur. anlatının başında sıra dışı olan figür, giderek sıradanlaşır ve anlatı sonunda, halihazırda kabul edilmiş o dönemin genelgeçer yargılarıyla barışır, toplumla/sistemle bir derdi kalmaz. kısaca sindirilir ya da siner. asimile olur."

    bu söylediğim izleği animasyondan en "baba" filmlere değin tüm görsel ve yazınsal eserlerde takip etmek mümkündür.
    hatta hollywood "her zaman iyi" olan kahramanların artık yeteri kadar iş yapmadığını fark ettikten sonra yola bir dönem anti-kahramanlarla devam etmiş, günümüzde ise normalde "kötü adam" olan kişilerin hikayelerinden bilindik "kahraman" hikayeleri üretmeye başlamıştır; çünkü zaman değişiyor, izleyici kitlesi değişiyor ve bu sebeple o kitleyi çekmek için artık "kötü adamların" başrolde olduğu uyarlamalar izliyoruz.

    peki bu kötü adamlar aslında kötüler mi? bunlar ilk olarak "kötü adam" olarak ortaya çıktıklarında o dönem için belki kötüydüler ancak artık değiller. atıyorum venom'un hikayesini izliyor olmamızda artık örümcek adam'ın bizzat kendi hikayesinin, belki de başarısız projeler yüzünden, ilgi çekici olmaktan uzak hale gelmesinin de payı var. o açıdan örümcek adam'ın bizzat kendi hikayesini ilgi çekici hale getirebilmeniz için spider-man into the spider-verse gibi işlerle hikaye katmanını bambaşka noktalara çekmeniz, yeni, yepyeni, alışılmışın dışında, hem anlatının kendisini hem de görsel dili zorlamanız, ve hatta gerçekteki "iyi adam" figürünü yıkmanız gerekir. bu açıdan spider-verse bir başarı hikayesi olarak seriye yepyeni bir soluk getirirken, anlatısı herhangi bir süper kahraman filminden, başrolü "kötü adam" olması dışında bir farkı bulunmayan venom kötü eleştiriler alabiliyor. alır.

    örnekleri çoğaltabilirim, kült diye diye nicesine sarıldığımız the breakfast club'ın "asi" gençleri, the grinch'in toplumun tüm değerlerine aykırı devam eden hikayesinin olağanüstü bir noel kutlamasıyla mutlu sona ulaşması, aşk-ı memnu'daki "yasak aşk" hikayesinde başrollerin cezalandırılması, son derece tartışmalı figürler olan hitler* ya da margaret thatcher'ın* hayat hikayelerinin anlatılış biçimleri, hatta hatta bir terör örgütünü anlatan der baader-meinhof complex filminin anlatısının başlangıcındaki "asi gençlik" anlatım tekniğinin filmin finaline doğru aldığı dönemeçle farklı bir noktaya savrulması, yine "asi gençlik ve bağımlılık" konusunu son derece stilize bir şekilde ele alan requiem for a dream ya da trainspotting'in finalinde karakterlerin geldikleri nokta, vs...

    bu tür anlatıların en büyük tehlikesi, aslında bu konvansiyonelleştirme yöntemlerini uygulayan yapımların, sistemin göbeğine kurulan anlatılarını "cool" biçime sokması, onların yanlış değerlendirilmesine de sebep olabiliyor, ki olduğunu kaç kere gördük: hem eleştirel hem de sıradan seyircinin "beğenileri" açısından.
    bu sebeple sistem karşıtı, anti-kahraman gibi görünüp aslında sistemin kendisine dönüşen/onu kutsayan ya da anti-kahramanlarını "gri" kahramanlara dönüştüren bu tür eserlerin bu yönüne daha fazla odaklanmak gerektiğini düşünüyorum.

    game of thrones'un da kitaplara dayanan anlatısının sonunda saçma sapan bir noktaya evrilmesini de senarist gerizekalılığı yerine, var olan sistemin kutsanması noktasından ele alırsak "büyük resim" daha anlaşılır olacaktır, kanatindeyim.

    game of thrones'taki bu sistemin kendisine dönüşme örüntüsünü de tyrion'un "ne zamandır sevişmiyorum," sözüyle özetleyebiliriz.
    çünkü başta tyrion, jamie, cersei olmak üzere dizideki diğer "tartışmalı" karakterlerin dizi boyunca yaşadıkları ve geçirdikleri dönüşümler bu konvansiyonelleştirmenin ete kemiğe bürünmüş hali.
    zira, özellikle cersei ve jamie'nin "ensest" gibi bir tabuyu kırmaları, onların sistem tarafından bir şekilde cezalandırılmalarını gerektiriyor. ve biri eli kesilerek, diğeri de utanç yürüyüşü yaptırılarak cezalandırılıyor. sonrasında kiliseyi havaya uçurmak ya da yine sevdiğine dönmenin bir önemi yok, çünkü zaten ölüyorlar.
    benzer şekilde tyrion'un (ki martin'in favori karakteri), o imp halinden krallar-kraliçeler üstü bir "yedi krallığın bekasını düşünen" birine evrilmesi, sistemin bir özeti.

    diğer küçüklü-büyüklü karakterlere çok değinmeyeceğim ancak daenerys'in ölümünün ve jon snow'un sürülmesinin de, ikisinden birinin ya da ikisinin yöneteceği bir yedi krallığın, (günümüzün) işleyen sistemi için çok ütopik kalacağı için tercih edilmediğini düşünüyorum.
    dizinin saçma sapan bir şekilde "yaşayan" ejderhaları yok etmesi, melisandre'yi ve night king'i alelalece öldürmesi, arya'nın ve bran'ın "doğaüstü" güçlerini sadece sessizce hareket edebilme ve hedefini vurabilmeye ya da "manalı manalı bakmaya" indirgemesi, kısaca tüm o fantastik dünyayı törpüleyerek niteliksiz, boktan bir gerçekçiliğe dönüştürmesi hep sistemin bekası için.

    siz ne sanmıştınız?
1432 entry daha
hesabın var mı? giriş yap