• joseph losey'nin the servant'ını, roman polanski'nin repulsion'ını, rainer werner fassbinder'in martha'sını beğenenlerin muhakkak ki izlemesi gereken, george cukor'un yönettiği, ingrid bergman, joseph cotten ve charles boyer'in başrollerini paylaştığı, 1944 yapımı başyapıt.
  • şimdi vaktim varken okuyanı izlemeye heveslendirecek birşeyler yazasım gelen, film, ama boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum olmuyor gibi birşey.

    evvela filme verdiğim referanslara bakalım:

    the servant, repulsion, martha. hepsi de dar alanda geçen bu filmlerle filmimizin ne alakası var? buna gelmeden önce; bu referans üç filmin nasıl başyapıtlar olduğunu bilenler, gaslight'ı izleme fırsatı bulduktan sonra kapıma gelip hesap sorma ihtiyacı duyabilir; evvelden uyarayım filmimiz production code döneminde çekilmiş bir holivud filmi olup, kendisinden baştan sona bir sanatçı tutarlılığı beklememek daha faydalı olur.

    filmin konusu, bilmediğimiz bir sebepten müstakbel eşinin(ingrid bergman) yıllar evvel korkunç bir faili meçhul cinayet ile teyzesinin öldürüldüğü eve tekrar yerleşmek isteyen bir adam (charles boyer) ve onun eşiyle ilgilidir. biraz karışık oldu tekrar: ingrid bergman genç ve güzel bir kadındır. etekleri tutuşup aşık olduktan sonra müzik kariyerine son verip, charles boyer ile evlenir. onunla beraber yıllar evvel teyzesinin öldürüldüğü eve yerleşirler. bir daha dönmek istemediği bu evde charles boyer birden o adanmış aşık pozlarını bırakıp, ingrid bergman'ın psikolojisini allak bullak eden manipulasyonlara başlar, binbir türlü itlik ile bergman'ı yavaş yavaş delirtir, sebebini bilmeyiz. öte yandan bergman'ın teyzesinin eski hayranlarından joseph cotten bergman'ı şans eseri sokakta görüp onunla iletişim kurmaya çalışır, ama boyer gitgide paranoyaklaşmış, bergman'ı iyice domine etmiş ve evden çıkamaz hale getirmiştir bile.

    konu böyle; şimdi referanslara dönelim: the servant? bergman'ın evdeki hizmetçilerle ilişkisi bağlamında böyle bir referans göstermek oldukça mümkün görünüyor. repulsion? klostrofobik ambiyansta yavaş yavaş deliren bir kadın, ister istemez repulsion'ı andırıyor. ama film en çok martha'yı getiriyor aklımıza: o koskoca ev, ışık gölge oyunları, art deco tasarım, bergman ile kendisine beyin sinkafı geçirten kocası vesair; hepsi martha'yı anımsatıyor.
  • dün akşam izlediğim ve hala etkisinde olduğum muhteşem film.... hararetle tavsiye edilir......
  • ingrid bergmanın en iyi kadın oyuncu oscarını aldığı film.

    --- spoiler ---
    filmi izlerken adamın, bergman'a yaptığı baskıyı içinizde hissediyorsunuz. hatta bir bergman fanıysanız yada en azından casablanca hayranıysanız iyice içiniz acıyor bu duruma...

    --- spoiler ---
  • ingrid bergman delirdiğini düşünen, mutsuz bir kadın rolünde kariyerinin en iyi performanslarından birisini ortaya koymuş, aldığı ilk oscar'ı da sonuna kadar hak etmiş. double indemnity'de döktüren barbara stanwyck de şahanedir, femme fatale rollerinin en önemli ismidir, o da oscarlık bir performans ortaya koymuştur; lakin bir bergman değildir bence, en azından gaslight'taki bergman kadar iyi değildir. evet, bergman şahanedir. fakat ben bu kez bergman'dan değil, filmin kötüsüne hayat veren charles boyer'dan daha çok etkilendim. sesiyle, bakışlarıyla, duruşuyla vs enfes oynamış. öyle ki yanımda belirse yumruğu basardım. sinir bozucu karakterde döktürmüş boyer. ne yazık ki oscar adaylığını ödüle çevirememiş. insan, ödülü alan bing crosby'nin 7 oscarlı going my way'de nasıl oynadığını merak ediyor boyer'ın dört dörtlük performansının ödüllendirilmediğini görünce. neyse... sonuçta performanslar açısından tatmin edici bir film. keza yönetmenlik ve senaryo açısından da öyle.

    türden türe atlayan, genelde kadınların önplanda olduğu, eğlenceli filmler çeken george cukor bu kez gerilimli bir film çekmiş. çoğunlukla puslu, sisli, kapkaranlık ve ürkütücü gecelerde geçen film, kötü karakter gregory ile insanı sonuna kadar germeyi başarıyor. açıkçası cukor'un bu türün hakkını bu denli verebileceğini düşünmezdim. tabi dendiği gibi film akla hemen roman polanski'nin apartman üçlemesini, özellikle apartman dairesinde kala kala deliren başkarakteriyle repulsion'ı hatırlatıyor. neticede iki film de şahanedir.
  • 1940 yapımı film. 1944'te yeni bir versiyonu daha yapılmış.

    --- spoiler ---

    kocasının sistemli telkinleriyle aklını yitirdiğine dair delüzyonlar yaşayan bir kadın ve acımasız ve para düşkünü kocası anlatılıyor filmde. kocayı anton walbrook, kadını da diana wynyard canlandırıyor.
    --- spoiler ---
  • psikolojide kullanılan gaslighting terimi bu filmden gelmektedir.
  • eskiler iyiymis ya; ellerini kana bulamadan gerilim filmi yaparlarmis ustaca. bu filmi izlerken kotu adami evire cevire dovmek istedim. izleyin mutlaka. yukarda soylenecek her sey soylenmis nerdeyse. izleyin de izleyin.
  • gaslighting kavramının isim babası olması nedeniyle meraktan başladığım bir film oldu, ama sonuna kadar zevkle izledim, gerilimi biraz kısa kalmış gibi geldi, ama tiyatro tadı ile izlenebilen, başarılı oyunculuklar barındıran bir film, özellikle bence charles boyer çok başarılı.

    bence bir yeniden çevrimi hakediyor, ya da en azından bu konuyu işleyen bir modern uyarlamayı, zira bir insanı ya da bir topluluğu manipüle etme ve kendinin dışında bir şey olduğuna inandırma konusu hiç olmadığı kadar güncel bir konu günümüzde.
  • ingrid bergman'a bir kez daha hayran bırakan fimdir. joseph cotten ile aralarında ki uyum müthişti. film çok ta geniş bir alanda geçmemesine rağmen olay sizi içine çekiyor. nasıl bittiğini anlamadım.

    tabi oscar ödülleri o yıllarda da müzikallere gittiği için aday olmasına rağmen ödülü going my way'e kaptırmış. gerçi going my way olmasa bile double ındemnity bütün ihtişamıyla orada duruyor muhtelemen o alırdı ama bu ayrı bir konu tabi.
hesabın var mı? giriş yap