• bir yere zamanından daha geç varmak, bir şeyin zamanından daha geç gerçekleşmesi.
  • (bkz: geç kalmak)
  • sadece şu sözü söyleyen kişi kadar muhteşemseniz mazur görülebilir.

    "i am invariably late for appointments--sometimes as much as two hours. i've tried to change my ways but the things that make me late are too strong, and too pleasing."

    (marilyn monroe)
  • fiil.

    duygusal çekimi şu şekildedir.

    geciktin
    geç kaldın
    gelmedin
  • "bir ölü nedir ki bir ölüm nedir
    acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.

    siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
    gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz
    ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz
    ben o kadar iyiyim."

    (bkz: cenaze kaldırıcısı adem)
  • aklımdan şarkıları geçirdim, acaba hangisi dinlesem bana yazma şevki verirdi? bir şey bulamadım, radyo açmağa karar verdim, önce joy fm, sonra radioline denedim olmadı. belki romantik türk'te aradığımı bulabilirdim. bu saatlerde özellikle bana yazma şevki verecek bir şarkısı olurdu muhakkak. sonrasında o şarkıyı indirip, tekrara da aldım mıydı gelsin kelimeler, uçuşsun harfler.

    uzun zamandır ertelemek konusunda yazmak istiyordum. neden bilmiyorum arama kutusuna ertelemek yerine gecikmek yazdım. yaptığımın farkında da olduğum halde, yine de o diğer başlığa gitmedim. burada kelimelere takıldım. okudum. yazanı anlamağa çalıştım. kafamda canlandırmağa çalıştım. belki bir tanesi bana cevap verirdi, neden ertelemek değil de gecikmek? belki birisi bilirdi.

    sonra ne tanım yapacağım diye düşündüm. gecikmek ile ilgili bir tane bile tanım gelmedi aklıma. hani şu gök kubbe altında söylenmiş ya tüm kelimeler, bu başlık altında da tüm tanımlar verilmiş zaten.

    gecikmişim.

    yazma şevkim de gitti...
  • en az 14+geciktiğiniz gün kader hamile olduğunuzu da gösterebilir.

    hehe, analı babalı.
  • varacağınız yere en yakın olduğunuz zamandır.
  • yine geciktim. hep gecikiyorum.
  • tek bir fotoğraf var elimde. adını bile hatırlamadığım bir antik kent tiyatrosunda. sapasağlam kalmayı başarmış bir basamağında oturuyorum, sırtım dönük. öğle vakti, güneş tepede. sahne tam ortada, karşımda. benden başka kimsecikler yok. yıkık dökük bir sahneyle karşılıklı oturmuş birbirimizi izliyoruz. başım, yorgunluktan olsa gerek, sağ omzuma doğru hafifçe düşmüş. sahnenin önündeki demir parmaklıklar günümüz misafirlerinin hiçbirinin geçmişe dokunmasına izin vermemek için nöbet tutuyorlar. ne kaybolacak kadar küçük, ne ilgi çekecek kadar büyük yer kaplıyorum, sözüm ona, antik karede.

    çok gecikmişim meğer. yolculuk ötesine geçmiş varışın, farkına varmamışım. ben varana kadar çoktan bitirilmiş yaşanmışlıklar. ben sadece bir seyirci olabilmişim, o da olabildiğince. tıpkı yıllar sonra bir antik kentin tüm heyecanıyla yeniden karşımda canlanmasını beklemek gibi.
hesabın var mı? giriş yap