• 1947'de en iyi film dalında oscar odulunu alan film.
  • elia kazan'ın ilk oscarını aldığı film olup aynı zamanda bir diplomatik terimdir. üst düzey, yetki sahibi diplomatların biraraya gelerek yaptıkları şifahi veya yazılı anlaşmalardır ve resmi bir geçerliliği yoktur.
  • gregory peck 'in müthiş bir performans çıkardığı film. burada peck anti-semitizm üzerine bir yazı hazırlayan gazeteciyi canlandırmaktadır. yeni geldiği new york kentinde kendisini bir yahudi olarak tanıtır. kültür içine, gündelik hayata sinmiş bütün ayrımcılıklar çok vurgulu bir şekilde işlenir.

    filmin adını veren "gentleman's agreement", filmde belli muhitlerde azınlıklara ev kiralamamak için yapılmış sessiz bir anlaşma anlamına gelir. mesela bir protestan evini yahudi bir aileye kiralarsa cemaatten dışlanacaktır. bu şekilde, amerikadaki ayrımcılık gözler önüne serilir.

    senator joseph mccarthy filmi komünizm propagandası sayarak suçlar. başta elia kazan olmak üzere, filme emeği geçen herkes yargılanır. en trajik olanı ise, filmde peck'in gerçek yahudi bir arkadaşını canlandıran yardımcı oyuncunun yargılamalar sırasında tartışırken kalp krizi geçirerek yaşamını kaybetmesidir. bu kalitedeki bir filmin bedelinin herhalde bu şekilde ödenmesi gerekiyordu.
  • (bkz: söz senettir)
  • (bkz: ingiltere)'nin yazılı bir anayasası olmamasının sebebidir.
  • (bkz: handshake)
  • tr. centilmenlik sözleşmesi denebilir. tarafları hukuken bağlamasa da ahlaki açıdan bağladığı düşünülen akittir.
  • spoiler içerir ikinci paragraf

    son zamanlarda facebook'ta veya arkadaşlar muhabbet ederken sıkça duyduğum-okuduğum bir söz var. söz büyük düşünür(!) adolf hitler'e ait. der ki hitler "bir gün gelecek ve öldürmediğim her bir yahudi için bana küfredeceksiniz". yanlış hatırlıyor olabilirim, buna benzer bir şeydi. facebook'ta sıkça paylaşılır, sıkça dile getirilir. arkadaşlarla muhabbet ederlerken "yahudi mi? nefret ediyorum. keşke hepsi geberselerdi, öldürseydi keşke hepsini" cümlelerini sıkça duyar oldum. ırkçılığın, kafatasçılığın, nefretin, önyargının, cahilliğin bu kadarına pes doğrusu. bir de "onlardan nefret ediyorum" dediklerinde yüzlerinde o gurur, o "nefret etmekte çok haklıyım ve bu nefretimden ötürü kendimi daha çok seviyorum" bakışı... tiksinmemek zor velhasıl. birazdan şu entri zamanın ötesine giderse bu rezil herifler yüzünden gidecektir. zor bir mesele değil aslında. bir kaç bin yahudi'nin imza attıkları şerefsizliklere (filistin'deki katliamlar, lübnan'daki katliamlar vs) bütün yahudilere mal edilemez, bu yüzden suçu günahı olmayan yahudiler de suçlu duruma düşürülemez. ama öyle bir nefret ki bu israil'in politikalarını desteklemeyen bir yahudiden bile nefret edilmesine neden oluyor. ırkçılık bu zaten. ırkçılık mı, ben mi? kesinlikle ırkçı değilim diyen herifle önce filistin'deki katliamlardan konuş, sonra konuyu yahudilere getir, bak nasıl da ırkçı kesiliyor, nasıl da hepsine giydiriyor? benzer şey kürtlere de yapılıyor, alevilere de. dünyanın her tarafında birileri ötekileştiriliyor velhasıl. ırkçılık, ötekileştirme, nefret almış başını gidiyor.

    uzatmayayım. elia kazan'ın gentleman's agreement filmi tam da ikinci dünya savaşı zamanında çekilmiş. almanların katliamları devam ederken yani. filmin yapılış amacı da tıpkı gazetecinin yazısını kaleme alma amacıdır. yahudi olmayan phil anti-semitizm ile ilgili bir makale yazmak üzere new york'a davet edilir. eşini dört sene önce kaybetmiş, küçük oğluyla birlikte yaşamına devam eden phil hemen annesine taşınır. bir hafta boyunca bu anti-semitizm yazısını yazmaya çalışır ama ne denerse denesin bir türlü yazıyı bitiremez. en sonunda dahiyene(!) bir fikir gelir aklına. herkese yahudi olduğunu söyleyip gelecek tepkileri de buna göre incelemek. yalnız phil sahte yahudi kimliğini çabucak benimser. yanında yahudiliğe en ufak bir eleştiri getirildiğinde bir yahudiden daha fazla üzülür. fazla içselleştirir kimliği.

    tabi ki yahudi olduğunu söyledikten sonra çoğu kişinin yahudilikten de, yahudilerden de nefret ettiğini, hatta yahudilere hiçbir şekilde hizmet edilmemesi için birbirleriyle anlaştıklarını fark edecektir. zira dönem öyle bir dönemdir. yahudilerden nefret etmek revaçtadır. bu nefrete eğilmesi bakımından önemli bir film. filmin diyalogları, insanlarla ilgili tespitler çok sağlam. özellikle "konuşurlar ama harekete geçmezler. savaşmazlar. sadece yılda bir iki kez konuşup demokrasiyi koruduklarını sanırlar" cümlesi filmin en etkileyici cümlelerinden bir tanesi. harekete geçmek, savaşmak yerine konforunu, rahatını korumaya çalışmak...asıl sorun burada. bu açıdan kathy bir hayli eleştirilir filmde. ama filmin sonunda savaşçı olmayan, yahudi olmamasına rağmen yahudiler için savaşan phil'e kızan ve bu yüzden ondan nefret eden kathy de bir savaşçı haline getirilir. ve mutlu son. izlenmeli...
  • 2. diünya savaşındaki yahudi soykırımından sonra 1947'de abd'de yahudilere karşı ayrımcılık olduğunu savunan bir film.

    filmdeki ayrımcılık örnekleri günümüzde güzel ülkemizde her türden insana yapılmaktadır.
    misal: yahudilere, ermenilere, masonlara (kurtlar vadisi effect), kürtlere, türklere, akplilere, chplilere, gslilere, fblilere....

    kısacası güzel ülkemde herkes herkese benzer ayrımcılık davranışlarını uygulamaktadır.

    film trişka bu arada, imdb puanı yüksek.

    yahudilere ayrımcılığın kötü bir şey olduğunu söyleyen filmin geçtiği topraklarda 30 yıl sonra zencilere ayrımcılık bitti. siktirsinler gitsinler afedersin.
  • imdb listesinde 35. sırada bu film. imdb puanına bakmadan sırasına aldanarak izlemeye başladım. filmin içinde hayatla ilgili çok değerli diyaloglar yakaladım, bu filmin hoşuma giden tarafıydı. filmin geneline baktığımızda çok durağan ilerleyen bir konu var, ayrıca film kısır bir konuya sahip olduğu için sürekli aynı olaylar etrafında dönülüyor. bu da filmin sıkıcı tarafını oluşturuyor. elia kazan'ın filmleri genel olarak aksiyonsuz, sıkıcı oluyormuş. bunu aynı yönetmenin ikinci filmini izlediğimde fark ettim. elia kazan sinema sektöründe değerli bir yönetmen olsa da filmleri bana hitap etmiyor.
hesabın var mı? giriş yap