• faşizmi kurumsal manada ilk ortaya koyan kişi olarak bilinir...mussolini'yi görüşleriyle oldukça etkilemiş demek ki , bu faşist diktatör bir gün halka şöyle bir açıklamada bulunmuştur: 'şu anda sahip olduğum herşeyi georges sorel'e borçluyum'.
  • devrimci sendikalizm kuramını, bergson'un düalist felsefe kuramı ile birleştirmeye çalışmış, fikirleriyle mussolini, lenin ve gramsci'yi etkilemiş fransız filozofun en önemli eseri, şiddet üzerine düşünceler adlı kitabıdır.
  • 1847-1922 yılları arasında yaşamıştır. sendikal hareket yoluyla toplumda derin değişimlerin gerçekleştirilebileceği düşüncesini ortaya koymuştur.
  • georges sorel bir hareketi, bir eylemi, hatta daha da ileri giderek bir düşünce akımını tam anlamıyla kavrayabilmenin ancak onun içinde yer alarak mümkün olabileceğine inanıyordu. eylemle, insanlarla ve düşüncelerle ruhsal bir akrabalik kurmak onların bir parçası olabilmekle sağlanabilir, tersi mümkün olamazdı. bugün pek hatirlayani kalmasa da kimi şaşkınların hala kitap arkası yazılarından üç beş cümle denkleştirerek sosyalist hareketin ya da 68 hareketinin "şiddetperverliğinin" teorik temelini hazırlayan adam olarak nitelediği sorel'in kitlesel şiddet övgüsü ve yıkım-yeniden yaratım üzerine olan bütün kurgusal tasarımları, insan hayatını değiştirecek bir içsel sezgi peşinde koşmanın, bir tür kişisel napolyon darbesi arayışının mantıksal sonucuydu. anarko sendikalizmin kimi versiyonlarının "saf şiddet"e yükledikleri arındırıcı nitelikler, sorel felsefesinde işçi hareketinin mistik sonuçlarıydı.

    döneminde sık sık amaçsız ve yıkıcı hareketler olarak nitelenen işçi hareketlerine tinsel bir anlam kazandırmakla ve hayatının önemli bir bölümünü bergsoncu sezgicilikle marksist toplum kuramı arasında ilişki kurmaya çalışmakla geçiren sorel, yine hayat boyu devrimci bir yaratımın ancak kitlesel bir yıkım deneyiminin parçası olunduğu takdirde başarılı olabileceğine dair bir inanç vazetti. bu inanç işçi sınıfının yeniden doruğa ulaşan grev, genel grev vb. kitlesel eylemleriyle ilişki kurmak isteyen ve sırasıyla marksist sosyalizmden, bernstein ekolü revizyonizmden ve sendikalizmden etkilenmiş sorel'in 1908 sularinda yayınladığı şiddet üzerine düşünceler'inde özellikle belirgindir. bir yandan bergsoncu sezgicilik ve öte yandan da james tipi pragmatizm modasının estiği avrupanın savaş öncesi entelektüel atmosferinde sorel aynı rüzgarların etkisi altında bilim karşıtı bir mühendis, metafizik karşıtı bir sezgici, diyalektik karşıtı bir marksistti. bu denli özgün bir kişilik olmasına rağmen lenin'in onu "ünlü olmuş bir sersem" olarak nitelemesi -laf aramızda biraz ağır kaçsa da- sorel'in aynı anda prusya monarşisine saygi duyan, öte yandan mussoliniyi selamlayan, diğer yandan da lenin'i öven kafa karışıklığının boyutlarını göstermesi bakımından anlamlıdır.
    böyle bir adamdı rahmetli, kafası karışıktı, ama bütün hayatini ecole normel superiorda öğrendiklerini unutmaya çalışmakla geçirdiğini söylerdi, işçilere, mühendislere ve sanatçılara güvenirdi. başka da kimseye güvendiğini duymadım. nihayetinde dildir dilarayi eyler dilber, eser rüzgar vurur sel, kum kalir geride eser yel hüvel baki püf...
  • aslında georges sorel, savaş öncesi avrupasında yoğun sendikal ve anarşist hareketler ile katı gelenekçiler arasında kalmış bir entelijansiya neslinin kafa karışıklığını temsil etmektedir. marksizm, avrupa'da yaygınlaşırken gelenekçiliğin anti-semit ve anti-alman soslara batırılmış haliyle "direnişi" vardı. fransa'da pierre biétry'nin temsil ettiği "sarı sosyalizm", italya'da enrico corradini'nin "nasyonal sendikalizm" örneklerden birkaçıdır. marx'a karşı "fransız sosyalizminin babası" sayılan proudhon'a dönülmüş, monarşistler ve milliyetçiler charles maurras, george valois gibi önderler yardımıyla cercle proudhon ve action française gibi örgütler yardımıyla sosyalist ve sendikalist hareketi kırmak ve tabandan destek devşirmeye çalışmışlardır. savaşta ve interbellum'da durum pek değişmemiş. edmond laskine, "kayserin sosyalistlerine" karşı "le socialisme national" üzerine bir dizi kitapçık kaleme almış. italya'da ise, isyancı anarşizm güçlüydü. nasyonal sendikalizme ek olarak, interbellum'da krizin etkisiyle leandro arpinati ve maria rygier gibi anarşist politikacılar mussolini'ye yakınlaşmışlardır. çünkü, "savaş-karşıtı" tutuma yabancılaşmışlardı.

    bunların hepsi, bu dönemde hatların keskinleşmesinden ve özellikle ikinci dünya savaşı sonrası iklimde silindi gitti. hiçbirini hatırlayan yok, olsa olsa akademik mastürbasyonlara meze oluyor. bana kalırsa, sorel'i özel kılan yegane şey diğerlerinin aksine marksizm ile daha ciddi hesaplaşması ve "kafa bi milyon" nesline bergson'dan devşirdikleri ile "marx-dışı" reçeteler sunmasıdır. "şiddet üzerine düşünceler" ise, sorel'in içinde yetiştiği kültürün proleter şiddetini görüp toptan reddeden anlayışa karşı sosyolojik açıklama sunmaktı. kitaptan ya da la mouvement socialiste'de yayınlanan metinlerden hareketle "genel grevlerin normal gelişimine şiddetin eşlik etmesini" kavramaktan başka şey değildir amacı. teori falan da yoktur. ha, bu keşmekeş içerisinde illa faşizmin başarısını açıklamak istiyorsanız; sendikalizmin kırılmasında faşizmi "acil durumlarda kullanılan geçici bir çözüm" olarak görüp sosyalist ve anarşist hareketlerin bastırılmasında entelektüel desteğini sunan ludwig von mises gibi liberallere bakınız der, çekilirim efenim.
  • devrimci sendikalizmin en önemli teorisyenlerinden olan 1847-1922 yılları arasında yaşamış ünlü fransız düşünür. şiddet üzerine düşünceler (réflexions sur la violence) kitabındaki düşünceleri komünistler, faşistler ve son olarak islamcılar tarafından ilgiyle izlenmiş ve kendi ideolojilerine uyarlanmıştır.
  • marksizmin anti materyalist revizyonunu şeyapan, milliyetçilikle sosyalizmi çiftleştirmeye çalışan gudubik fransız. (yoksa italyan mıydı? her ne sikimse işte.) bunu yaparken liberal değerleri tabii ki her anti-enlightenment (daha kuul böyle) yancısı gibi reddeden, bireyciliği, rasyonalizmi (yani tabi burda rasyonalizmden kasıt mantık+ilim bilim işte) yeren bir tutum izlemiştir.

    bu karındaşımız artı değer kuramına falan da saldırmıştır. "ya zaten bi' kuram bilimsel olsa ne olmasa ne, önemli olan marksizmin ahlakı, bilimi de bırak imgeler duygular daha önemli lan sikerler bilimi." demiştir. tabi fransızca. türkçe bilmiyordu yanılmıyorsam. "aha bu amına kodumunun proleterlerinden enternasyonel manada bi' bok çıkmaz, yeni çimentomuz millet olsun bari. mınakodumun fakirleri yaa" da demiştir.

    bertrand russell, faşizmin soyağacı adlı eseyinde "bugün popüler olan fikirler için birkaç on yıl geriye gitmek lazım." tarzı bişiiler der. işte faşizma adlı muvmentin de babalarından biri soller denen bu alacagavattır.

    bir abi. mınakodumun fransızı yaa.
  • georges sorel'in bir pasajında <etkin ve yapıcı evresini öngörmeyen edilgen bir etkinlik olarak eylem> diye bir tanıma rast geldim. gilles deleuze 68 olaylarını yorumlarken "fransızlar ne istediklerini bilmedikleri bir hareket başlattılar ama hareketin sonunda elde edecekleri şeyin 'istenir' bir şey olması beklentileri vardı" diyor. sorel'in dediği de bu. çünkü ne istediğini bilen bir hareket özünde ütopik ve gerici bir mahiyettedir.. çözüm, istenci kendi haline bırakmak ve rastlantıyı sahaya sürmektir. böylelikle ne istediğini bilen hareketlerin öngörülebilirliği ve engellenebilirliği ortadan kalkar. önce iradeyi ortaya koymak lazım. tasarım, irade gerçekleştiği zaman başlar.

    antonio gramsci ise bu fikri şu yönden eleştiriyor; kurucu niteliği olmayan bir mitos olabilir mi? örtük bir kurma iradesi olmadan yıkmak ne demektir? yıkım, yeni düzen kurmaktan ziyade eski haline getirme arzusudur o zaman. başta gerici olarak betimlenen şey, ilericilik görünümü altında hala olduğu gibi duruyor demektir bu. kurmanın örtük iradesi de "eskiye dönüş" arzusu.
hesabın var mı? giriş yap