*

  • (bkz: genel af)
  • hediye miraslar kadar armağan miraslar.
    (bkz: bahşetmek)
  • (bkz: potlatch)

    edit: sözlük bünyesinde türkçeleştirilmişi varmış bile. (bkz: potlaç)
    ayrıca ali akay "armağan" diye bir kitabı düşün dünyasına armağan etmişti bir vakit galiba.
  • -şeyimize şeyetmesin diye ad vermeyeyim- bir çok kurumda tıkır tıkır işleyen rüşvet geleneği vardır.
    alıcıları, hiç de pişkin olmayan bir alışkanlıkla 'hediye' diye adlandırırlar; neredeyse 'memurla dayanışma ücreti' diyecekler.
    rüşvet; işimizi görenlere verdiğimiz armağan.
  • zumbara'nın kısmen eyleme geçirdiği yöntem. kısaca siz ihtiyacınız olmayanı armağan edersiniz, başkası da size armağan eder. çünkü biz doğadan havayı, suyu, güneşi, besini armağan olarak aldık der charles eisenstein. değiş tokuş mantığıyla aslında anadolu'da var olan bir sistem, bize çok yabancı değil. yani şekeriniz bitmiştir komşudan alırsınız, siz de onun ihtiyacı olduğunda un verirsiniz. bu dayanışma ile toplum kalkınır. islam hukukundaki zekat mantığına benzer.

    "bu yayındaki diğer eserler, eksiksiz ve anlaşılır bir biçimde, armağan ekonomisinin, dönüşüme uğrayan insan ilişkileri ekosisteminin ortaya çıkışıyla olan ilişkisinden bahsetmektedir. bu makalede ise, birlikte çalışmak için fiziksel bağlarla bağlanmış biyolojik varlıklar olduğumuz, biriktirmek ve gözetmekten ziyade, vermekle daha büyük tatminler yaşadığımız önermesini kuvvetlendirmek istedik.o halde, sorumuz şu: bu kamusal, esaslı, yaygınlaşabilir ve etkili bir yolla nasıl yapılır?

    portland, oregon’daki ‘şehir onarım projesi’ (the city repair project) serbest bölgeler oluşturarak ve kamusal alanda karşılıklı değiş tokuş imkanları sağlayarak armağan kültürünü evrensel anlamda yaşanır ve ulaşılır kılıyor. şehir onarımı çalışmasının özünde; karşıt durumunun kısa bir tarifiyle daha rahat anlaşılır hale gelecek olan, alan oluşturma (placemaking) fikri yatıyor. bizler amerika birleşik devletleri’nde, egemenlik ilkeleri, isimsizlik ve kapitalist toplumun tarafsız değişim özellikleriyle demlenmiş hayatlar yaşıyoruz. ailelerimizin inşa etmediği (ve muhtemelen hiçbir zaman sahibi olamayacağı) evlerde doğduk. türdeş tasarımların sonucu olan coğrafyalara tanık olduk ve sınır içinde sınırlara hapsolmuş hayatlarımızla, doğal dünyanın saf çeşitliliğinden koptuk. bize, dünyaya ‘yaşıyoruz; şimdi ve burada’ diye haykırırarak kök salmak için fırsat tanınmadı.

    placemaking (alan oluşturma), kent sakinlerinin aktif katılımcı olduğu, ikamet ettikleri; hayatlarının manzarasını oluşturan yerlerle ilişki kurdukları, kişilerin bu yerlere kamusal yönetim ve toplumsal yapıyla ilişki içinde olduğu hissiyle şekil verdiği çok katmanlı bir yöntemdir. bu, çoğunlukla kamusal alanın ıslahıyla olur: sokak köşelerindeki yükseltilerin oturulabilir, dinlenip sohbet edilebilir yerler haline getirilmesi, kaldırımlarda komşuların yerel etkinlikler, ihtiyaçlar ve kaynaklar hakkında ilanlar paylaşabileceği kulübeler yapılması, kaldırımlara halkın kullanmadığı eşyalarını bırakabildiği ve ihtiyacı olanların bunlara ücretsiz sahip olabileceğini bildiği ‘ücretsiz kutular’ koyulması, gelip geçenlere buranın bir “mekan: içinde yaşanılan, sakinleri tarafından bilinen ve sevilen bir yer” olduğunu gösteren sokak boyamaları gibi projeler.

    bu projeler, her defasında, kendi muhitinde neler olmasını istediklerini tartışmak için bir araya gelen yerel topluluklar tarafından üstlenilir – kamusal alanda neler eksik ve bu topluluk, şu an yaşadığı yerde birlikte çalışarak, nasıl kendi cennet bahçesini yaratır? böylece, şehir onarımcısı’nın işi, katılımcılarının hediyeler vermesini gerektirir –zaman, kaynak, enerji, mesuliyet ve hizmetten oluşan hediyeler. verilen bu hediyeler sayesinde şehrin sosyal ve fiziksel onarımı tamamlanmış olur. şehir sakinleri büyük oranda, para alışverişi ve bürokrasiden ibaret soyutlamalar yerine, tanıdık insanlar ve mekanlarla, yaşamak ve soluk almanın alışverişi üzerine ekosistemler geliştirmeyi öğrenir.

    buradaki önemli nokta, bu komşuluk projeleri armağan ekonomisinin deneyimlerini sunarken, projenin yaratımında yer almayanların durumu. siz okuyucunun talihsizliği, şehir onarımcısı’nın işiyle edebi bir alanda karşılaşma yaşıyor oluşunuz. onarılmış alanlardan geçen insanların deneyimlerini anlamanız için size gereken şey, betimlemeler: güzel bir tablo, topraktan yapılmış bir bank, ilan tahtasından bir mozaik. trafiği yavaşlatan, yaşam detayı ve güzelliği yaratan, hiçbir mühendislik firmasıyla uyuşmayan bu projeler, insanların yardım edemediği ama durup ‘bu ne?’ dediği baskın, şekilsiz ve kişiliksiz ‘kamusal’ fikrine alternatif, fiziksel bir boşluk sunmaktadır.

    bu ilgi ve merak kıvılcımı, bizim masum şehir sakinimizi hediye endüstrisine çekmek için bir kancadır: aniden, bir kulübeden bir bebek bakıcısının telefon numarasını alıyorlar ya da kendilerini bir bankta, gerektiğinden fazla kabak yetiştirmiş bir komşunun yanında otururken buluyorlar, kadın poşetler dolusu kabak uzatıyor ya da ‘iletişim istasyonu’nda bir anı defterine çocukluğundan güzel bir anısını yazıyor, oradan geçen, küçük spiralli deftere ulaşacak yüzlerce insandan birinin tanıklık edeceği ve seveceği bir hikaye.

    bu projenin kamusal alandaki varlığı armağanın verilmesini sürdürecektir; eğer biz yeteri kadar cesur olabilirsek…

    bir evrenselleşmiş pazar ekonomisinden bir çok yerel, birleşmiş armağan ekonomisine kadar, apaçık bir türler arası geçiş gerekliliği bağlamında, şehir onarımcısı’nın projeleri insanların kendilerinden verebilme yeteneklerini güçlendirecek geri bildirim düğümleri atacaktır. lezzet vererek ve doku oluşturarak ilişkileri geliştiren tek şey hediyeler değil; aynı zamanda, yapan ve kullanan, verici ve alıcı arasındaki bağlantıdaki anı ve tavırlardır. bu ilişkilerin içinde var olmak, paylaşılan deneyimler ve kollektif hareketle oluşturulan güven ve anlayışla, kendimizden daha ve daha fazla verebilmemize olanak sağlanacaktır.saygın paylaşım kültürünü kuran, hareketlenmeleri ateşleyen ve dünyaları yeniden kuran şey, bu ilişkiler, insanlar arasındaki bu güvendir.*"

    (* bu yazı zumbara aracılığıyla, saat karşılığında emre çakman tarafından çevirilmiştir. makale shikshantar’ın ‘reclaiming the gift culture‘ kitabında yer almaktadır.)

    ayrıca:
    armağan ekonomisi röportajı

    (bkz: kutsal ekonomi)
  • emre ertegün'ün armağan ekonomisi'nin 5n1k'sını yazdığı yazı bu mevzuya güzel bir giriş olma niteliği taşımaktadır. yazı kendi blogunda, ekoıq ve yeşilgazete'de yayımlanmıştır. buraya da olduğu gibi alıntılamanın faydalı olduğuna inanıyorum.
    ------------------------------------------------------------------------------------------------------

    uzun zamandır gerek kendi hayatımla gerekse armağan ekonomisi ve bu çerçevedeki fikir ve hislerimle ilgili gelen sorulara cevap vermekte zorlanıyorum. eski dünyanın (çoğunluk için bugünün dünyasının) kavramlarıyla, kelimeleriyle; bambaşka fikirleri, idealleri, hayalleri anlatmak çok kolay olmuyor zira. çok içimde hissettiğim, tüm hayatıma yaydığım şeyleri bile anlatmak çok kolay olmayabiliyor.

    armağan ekonomisinde bunu aşmanın yolu olarak, "ben bunun 5n1k'sını yazayım bari" diye düşündüm bir süre önce ve hiç düşünmeden aklıma nasıl geliyorsa yazdım. geçtiğimiz hafta sonu düzenlemiş olduğum armağan ekonomisi 101-102 atölyesinde bu notların faydalı olduğunu da gözlemleyince biraz daha detaylandırarak bloga da yazmak istedim. bu kavramı biraz daha ete kemiğe büründürebilmeniz için işe yarayacağını sanıyorum.

    her konuda olduğu gibi bu konuda da farklı yaklaşımlar var, örneğin paranın olduğu yerde armağandan söz edemeyeceğimizi düşünen arkadaşlarım var. ben burada, benim armağan ekonomisine nasıl yaklaştığım ve benim bundan ne anladığım üzerinden gideceğim. bunların hiçbiri kati bilgi değildir. gerçi bence hiçbir konuda kati bilgiler yoktur ya...

    başlıyoruz...

    ne?
    armağan ekonomisi, önceden belirlenmiş bir karşılığa dayanmayan alışveriş ilişkisidir. birisi size herhangi bir ürün, hizmet, arkadaşlık vs. sunduğunda, anlaşmayla bunun belli bir karşılığı önceden belirlenmez. ürünü, hizmeti, belki ağlanacak omzu alan siz, bunun sonucunda hissettiğiniz şükran karşılığında o kişiye bir karşılık vermek isterseniz, kalbinizden gelen her ne ise onu iletirsiniz.

    idealde kendine yeten bir topluluk ekonomisidir. ekonomi deyince sadece mal ve hizmeti değil, ihtiyaç duyduğumuz maddi-manevi her şeyi karşıladığımız bir sistemi kast ediyorum. bu toplulukta herkes kendi armağanlarını özgürce paylaşır ve ihtiyaçlarının karşılanacağına da güvenir. ilişki ve hikaye ağlarıyla örülmüş, sürekli alış-veriş halinde olan toplulukta bunun gerçekleşmesi hiç de hayal değildir. yeterince büyük (mesela 300 kişi) ve yeterince çeşitlilik arz eden kişilerden oluşan toplulukta paranın varlığına ihtiyaç yoktur. kimisinin yiyecek yetiştirdiği, kimisinin eğitim verdiği, kimisinin çocuk bakımıyla ilgilendiği, kimisinin ise tamirat yaptığı ... toplulukta, birbirinin ihtiyacını karşılayan kişiler minnet ve sevgi duygularıyla bağlanır, birbirine -olumlu anlamda söylüyorum- borçlu kalırlar ve bu kaçınılmaz olarak sürekli ilişki halinde olmayı getirir.

    bu ideale giden yolda, yani günümüzde, paranın varlığı yadsınası bir şey değildir. hatta alışveriş halini ve ileti(şi)mi kolaylaştıran, pratikleştiren bir araç olarak çok da faydalıdır. paraya bir çeşit enerji olarak bakabiliriz. üstüne yüklemiş olduğumuz kötü anlamları temizlemek tamamen bizlerin elinde. önemli olan paranın bana nereden geldiği ve benden nereye doğru aktığıdır. bunun dışındaki kısım zaten sorumluluk ve etki alanımın dışındadır. sevdiğim ve "bütün"ün yararına olan iş ve uğraşlardan kazandığım parayı; beslenme, ulaşım gibi ihtiyaçlarımı gidermek için ve varsa fazla olanı, hayata bu şekilde yaklaşan, bu şekilde yaşayan insanlara aktararak kullanırsam, para çok da güzel bir şeydir.

    bunların ışığında, paranın içinde yer aldığı armağan ekonomisi ne şekilde işler?

    ürün veya hizmet aktarımı yapıldığında, ödemenin şeklini ve miktarını alıcının belirlediği bir değiş-yokuş yöntemidir. alıcı bunu belirlerken kalbinden geçene ve cüzdanının neye elverdiğine bakar, dengede hissedeceği bir miktara karar verir. bu öyle bir denge olmalıdır ki alışveriş sonrasında ne kendisini eksilmiş hissetmelidir ne de "az verdim, daha fazlasını hak ediyordu aslında" duygusunu... ve dengeyi sağlamak, armağan ekonomisinin en önemli armağanıdır.

    - bundan sonraki kısımlarda, ideal olarak tanımladığım armağan ekonomisi dünyası üstünden değil; hemen bugün, paranın da içinde olduğu alışveriş ilişkilerimize bunu nasıl ve ne şekilde yansıtabileceğimiz üstünden devam edeceğim. bunun bir başlangıç olduğunu ve bizi her geçen gün ideal olarak tanımladığım topluluk olma haline götüreceğini düşünüyorum.

    bununla birlikte yine para kullanmayıp onun yerine alınan mal ve hizmete karşılık gönülden kopan başka şeylerin armağan olarak verilmesi de söz konusudur elbette. aşağıda para üzerinden yazmış ve tanımlamış olduğum ödeme şekillerini farklı şekillere büründürmek de mümkündür ve çok da güzel olur/oluyor. -

    nasıl?
    armağan ekonomisiyle ödeme çok çeşitli yöntemlerle olabilir, bundan hiçbiri bir diğerinden daha iyi veya daha doğru değildir. uygulayanların kendilerine uygun olan yöntemi kullanmaları esastır. sınırsız şekilde yapılabilecek olmakla birlikte belli başlı birkaç yöntem şunlar olabilir:

    - alıcı ne ödeyeceğine tamamen kendisi karar verir.
    - minimum fiyat belirtilir, bunun üstüne çıkıp çıkmamaya alıcı karar verir. (özellikle sabit masrafı olan işler için uygun bir yöntemdir. örneğin tesisatçı evinize gelip yeni bir musluk taktığında sizden yol parası ve musluğun maliyeti olan x lirayı isteyip üstüne, emeği ve bilgisi için ne kadar para vereceğiniz kararını size bırakabilir.)
    - önerilen bir miktar olabilir; alıcı bunun altına inebileceği gibi üstüne de çıkabilir. (tanımlanması ve fiyat biçilmesi kolay olmayan etkinlikler için uygun bir yöntem olabilir. son zamanlarda atölyelerimizi bu yöntemi kullanarak düzenliyoruz.)
    - benzer şekilde, önerilen bir fiyat aralığı olabilir.
    - vs vs.

    nerede?
    armağan ekonomisi hemen her türlü alışverişte, yani her yerde kullanılabilir. bununla birlikte birebir ilişki gerektiren ve bunu geliştiren bir uygulama olduğu için alıcı ve satıcının yüz yüze gelebildiği, birbirine dokunabildiği durumlarda daha iyi çalışır; çünkü bu durumda bağ kurmak daha kolay olur.

    ne zaman?
    kişiler, firmalar; istedikleri ve hazır hissettikleri an armağan ekonomisine geçebilirler. geçiş, ani ve topyekün olmak zorunda değildir. yapılan işin bir bölümünde (belirli ürünlerde veya belirli gün-saatlerde mesela) denemeler yapılabilir. aynı şekilde "nasıl?" kısmında anlatılan farklı uygulamaların hangisinin daha uygun olduğuna, çalıştığına bakılabilir.

    neden?
    - paranın ve "tek fiyat"ın kişiliksizleştirdiği alış-veriş olgusuna "ilişki" boyutunu ve hissiyatı katmak için,
    - mal ve hizmetlere mümkün olan en çok sayıda kişinin ulaşmasını sağlamak için,
    - mal veya hizmeti alan kişi ödemeyi kalbinden koparak yapacağı için iyi duyguların oluşacağı, "eyvah, benden eksildi" hissiyatının oluşmayacağı, dengede kalmayı sağlayacağı için,
    - bizleri kendine yeterlilik ilüzyonundan birbirine ihtiyaç duyan, dayanışan topluluklar oluşturmaya götürdüğü için

    kim?
    isteyen her kişi, firma, armağan ekonomisiyle ilişkilenebilir ve bunu uygulayabilir. büyük firmalar için bunu uygulamanın daha zor ve kullanışsız olabileceği varsayılabilir, zira her müşteriyle "ilişki" kurmak o kadar kolay olmayacaktır. ancak yine de müşteriye samimiyetini aktardığı, onunla birebir ilişki kurmayı başardığı takdirde, onlar için bile mümkün olabilir.

    ancak bireyler arasında ve küçük firmalarla olan alışverişlerde bunun uygulanması şüphesiz ki daha kolay ve olasıdır.

    -----------------------------------------
    eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com
  • 5,5 yaşındaki insan yavrusunun sınıf ortamında kendine göre uyarladığı sistem.

    ara sıra arkadaşlarına hediye etsin diye oyuncak ya da yüzük gibi küçük aksesuarlar alıyorum, zaman zaman da onlar bir şeyler hediye ediyorlar. bazen küçük oyuncaklar, kalemler, onlar için oldukça kıymetli olan etkinlikte topladıkları boncuk parçaları, bileklik veya yüzükler… en son okula yüzük götürdü hediye olarak. eve gelirken de küçük bir pony getirmiş, arkadaşım y hediye etti dedi. a ne güzel dedim çünkü bir kız annesi olarak biliyorum ki asla yeterince pony'n yoktur, ekstra bir pony her zaman çok kıymetlidir. yeni pony'siyle oynarken gerçeği öğrendim. sen de bana bir şey hediye etsene demiş ve pony'yi öyle almış. birini kendine bir şey hediye etmeye zorlamaması gerektiğini, hediyenin içten gelerek verildiğini söyledim ama beni duymamak için başka bir şey anlattı.

    toplumun küçük bireylerinin doğrudan duymadıkları ve aile içinde çok da dillendirilmeyen konularda kendi sistemlerini kurup bunun toplumun geri kalanına bu kadar uygun olması beni şaşırtıyor. demek ki böyle böyle oluştu bu kurallar. birinin hediye vermesiyle, hediye beklentisine girmesi ve sonunda bunun bir düzen haline gelmesi. yaşça küçük insan gruplarını düzenli aralıklarla izlerseniz toplumun sosyolojik oluşumuna temel düzeyde ayna tutabilir.
hesabın var mı? giriş yap