• yolcu tiyatro'nun tek perde ve yaklaşık 85 dakikalık yüreğe dokunan oyunu. ahmet sami özbudak'ın yazıp yönettiği oyun, gomidas vartabed'in kütahya'da başlayıp, sürgünlerle zehir edilip, paris'te sona eren hüzünlü hayatını ele alıyor.

    iğneyle kuyu kazarcasına anadolu'dan ilmek ilmek derlediği halk şarkılarıyla büyük bir müzik arşivi oluşturan gomidas (sogomon gevorki sogomonyan), gerek bıraktığı kültür hazinesiyle gerekse kendi eserleriyle çok değerli bir müzik insanıymış. o içinden taşan notaların peşinden koşarken, onu "duy(a)mayan" herkese "neden" diye sormak istiyorsunuz izlerken.

    bu noktada fehmi karaarslan'a ayrıca değinmek gerek. sahnede öyle bir gomidas var ki canlandırmamış gomidas olmuş adeta. son zamanların en etkileyici tek kişilik performansına imza atıyor. beden dili, sahne hakimiyeti, akıcılığı ve sesi muazzam.

    keza lusavoriç korosu'nun muhteşem eşliği de kulaklardan kalbe iniyor. buna bir de surp vortvots vorodman kilisesi'nin atmosferi de eklenince dört dörtlük bir iş çıkıyor ortaya.

    oyun hem türkçe hem fransızca olarak sahneleniyor. gomidas'ı bilmeyen bizlere de bildirdikleri için, bu değere sahip çıktıkları için tüm ekibe teşekkürler. her birinin emeğine yüreğine sağlık.
    "her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı"
  • surp vortvots vorodman kilisesinde seyrettiğim oyun. bütün seyirciler soğuktan donarken fehmi karaarslan bundan hiç etkilenmeyerek nasıl gomidas'a dönüştüğünü görebilirsiniz.

    böyle bir oyuncu ile birlikte lusavoriç korosu'nun etkisi ile kilise atmosferi sizi unutmayacağınız bir deneyim yaşatabilir.
  • nerden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum ama oyun tazeliğini yitirmeden deneyeceğim.

    öncelikle çok etkileyici bir oyundu, emeği geçen herkesi tebrik ederim.

    oyunda dediği üzere gomidas'ın değil de soğomon'un hayatını görmek, çektiği acılara tanıklık etmek çok üzücüydü. küçük yaşta yetim kalmış, kim elinden tuttuysa oraya gitmek, orada hayatını yeniden kurmak, yeni bir lisan öğrenmek, yeni insanlar sevmek, canı ciğeri şarkılarını tekrar tekrar tanıtmak zorunda kalmış biri soğomon. hem çok sevilen, başarılarıyla takdir edilen, zamanının şöhreti diyebileceğimiz biri hem de kendisinden beklenen kriterlere uymadığında gözden çıkarılan, yalnızlaştırılan, insanoğlunun karanlıkta saklamayı tercih ettiği yanlarını pek de saklama zahmetinde bulunmadığı biri. bütün bu tezatlıklar ve zorlu yaşamı sonucu ruh sağlığını yitirmesi oyunda tarafsızca çok güzel sergilenmiş.

    "var olma" çabasını görmek ilham verici ve üzücüydü. yetim kalınca akrabasına yük, yeminli bir din adamı iken aşk şarkıları söyleyince cemaatine ters, ülkesinde ermeni olunca sürgüne gönderilen biri. bütün dünyaya karşı elindeki tek şey var; ona bahşedilen yeteneği. oyunda sahnede sadece toprak var ve oyun sonunda koca dünyaya sığamayan bir karış toprağı, malı mülkü, ailesi olmayan soğomon'un "benim evim neresi? benim evim neresi?" diye sormalarını hala en içimde bir yerde hissedebiliyorum. senin evin sevgili soğomon'cuğum, sınırlarla kalbini sevgiye, güzelliğe, sanata kapatmamış kalplerin en güzel köşesi.

    lusavoriç korosunun şarkılarına, gomidas'ın beklenmemiş, ansızın ortaya çıkan sanki kendisinin yarattığı değil de; kendisinden köpürüp çağıldayıp taşan karşı konulmaz bir kriz gibi tepki vermesi sanat eseri yaratma ve sanatçı üzerine çok ince düşünülmüş bir detay çok hoşuma gitti.

    oyunun yazarı ahmet sami özbudakı ödüllü diğer oyunlarıyla değerlendirince, ileride türk tiyatrosunda klasik eserlerin yazarı olarak yerini alacağını umuyorum. bol bol üretsin, kalbimize dokunmaya devam etsin, biz de zevkle izleyelim.

    gomidas'ı canlandıran fehmi karaarslanı da tek kişilik muhteşem performansı, iki dilde oynayabilecek kadar yetenekli olması, böyle ağır bir oyunun yükünü her sahnelemede tekrar kaldırabildiği için tebrik ederim.

    soğomon'un da bir dönemler görev aldığı surp vortvots vorodman kilisesinde oyunu izlemek çok büyüleyiciydi. ben dahil eminim pek çok kişi ilk defa bir kilisede bu kadar uzun zaman geçirdi, kilisede zarar vermeyeceği ve saygı duyacağı bilinen bir dost olarak kabul gördü. bir zamanlar şehrin en güzel yerinde bütün ihtişamıyla var olan kilise, şehrin değişen yapısıyla izbe sokaklarda dikkat edilmese görülmeyecek çifte kapılar ardında kalmış. dış kapısında meryem ana ermeni kilisesi yazıyor. biletini surp vortvots vorodman kilisesine almış, konumdan bakarak gelmiş, kapıda meryem ana ermeni kilisesi yazısını görünce afallayan bizler için, kapıda şaşkın, burası mı acaba diye bakan birine ne aradığını sormadan burası burası, gerçi nereyi aradığınızı bilmiyorum ama diyip gülüşmek oyuna dair güzel bir detaydı. komşularımızı, kardeşlerimizi böyle güzel olaylar neticesinde bir parça da olsa tanımak güzel, böyle böyle mahalle arasındaki kiliselerin sinagogların kapısı neden hep kilitli, neden yüksek duvarlar arkasında diye sormaya ve zamanla güvenle açılmasını sağlamaya başlayacağımızı umuyorum.

    yazdığım yorumlarda genelde oyunun konusundan, kendi duygularımdan çok bahsetmem; tiyatroya ve oyuna dair nispeten daha somut teknik detaylardan bahsetmeyi daha çok severim. ancak bu oyunun, atmosferin, şarkıların böyle bir etkisi oldu. sanat eserinin insana tezahürü ne güzel şey!

    oyunun konusunu anlayamayanlar olmuş, okuyup, şarkıları dinleyip gitmek daha anlaşılır kılabilir. oyun gomidas'ın son günlerinden başlıyor, psikiyatri kliniğinde ölen arkadaşı pierre'in onu anılarında gezdiren koyununun arkasına takılıyor solomon; ordan itibaren hayatı kronolojik sıra halinde veriliyor. acı verici travmaları hatırlattığı için arada koyunla kavga ediyorlar.

    oyuna giderseniz izlerken koronun da üzerinde bir koyun simgesi göreceksiniz. artık pierre'in koyunu sizin de peşinize düştü demektir, kendinizin ve ülke tarihinin yakın geçmişinin tozlu sayfalarında sizi de gezintilere çıkaracaktır.

    mutlaka gidin görün derim.
    iyi seyirler
  • oyunculuk, atmosfer, koro, her şeyiyle mükemmel bir tiyatro oyunu.
  • bir insanın ailesi olmadan nasıl hissedeceğini , kendini ait hissetmeden nasıl yaşayamayacağını sonunda mutsuzluktan delireceğini hissettirdi.

    “anne , sen bu kadar erken gitmeseydin belki benim de evim olurdu…”

    “tanrım…benim evim neresi! benim evim neresi! “

    nasıl yaşar insan kendini ait hissetmeden bir yere, bir aileye, bir eve, bir köke;
    yaşayamaz çünkü herkes sevildiğine, korunduğuna, sayıldığına inanmak ve ait olmak ister, hayatı boyunca bu şansı bulamadıysa delirir , aynı gomidas gibi …

    mezar taşında yazan söz ise sonu söyler:
    “insan'ın iki hayatı vardır, birincisinde yaşar, ikincisinde anlatır!”

    görsel
    görsel
    görsel

    edit:görsel
  • bugün izlediğim oyun.
    ermeni zulmünden acı çeken türkleri anlatan bir oyunu ermenistan’da oynatmak isteseniz başınıza neler gelir kim bilir. geçenlerde foncu bir belgeselde istanbul’da yaşayan ermenilerin iki isim kullanıp dışlanmaktan ve tepki çekmekten kaçındıklarını izlemiştim. bugün ermenistan’da türkler ile böyle bir belgesel çekemezsiniz, çünkü numunelik bir türk bile bulamazsınız. ya sürülmüşler ya da öldürülmüşlerdir.
    tiyatro yenikapı’da bir ermeni kilisesinde idi. insanlar da coşkulu bir şekilde alkışladı sonunda.
    benim canım karım da oyunculuğu ve koroyu beğendiğini söyledi.(anamıza sövse çok güzel sövdü diyecek.) kin ve nefreti aşıladıktan sonra oyunculukmuş, koroymuş, tarihi kilise imiş; insan coğrafyasının kültüründen nasipleneyim derken kendini cimere şikayet edeyim diye düşünürken bulabiliyor.
  • dün izlediğim oyun. ermeni olduğu için binlerce yıldır yaşadığı topraklarda zulüm gören insanlar içinde, benzersiz bir müzisyenin çektiği çileyi anlatan çarpıcı, etkileyici oyun.

    oyun metni güzel yazılmış, müzik ile iştigal eyleyen birinin yaşamı, koronun benzersiz vurguları ile çarpıcı şekilde dile getirilmiş, 2 saatlik oyunculuk performansı ile göz dolduran bir sanatçı var sahnede. çıt çıkarmadan, nefes almadan, çoğu yerde göz yaşları içinde izledim. sadece ben değil, kumkapı surp vortvots vorodman ermeni kilisesi'ndeki izleyicilerin çoğu bu şekilde izledi oyunu.

    tiyatro eleştirmenleri birliği de benzer şekilde düşünmüş bu yıl ödülü yolcu tiyatronun gomidas isimli oyununa vermiş. dün bizler oyunu izledikten sonra, birliğin bir temsilcisi alkışlar arasında ödülü takdim etti.

    böyle bir oyunu izleyip de "kin ve nefret aşıladı" diyebilenler unutmasın, 2005'de hrant dink şöyle demişti: "evet, biz ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. var, çünkü kökümüz burada. ama merak etmeyin. bu toprakları alıp gitmek için değil. bu toprakların gelip dibine gömülmek için."

    "kin ve nefret aşılıyor" diyenler hrant'ı bu topraklara gömdüler. gomidas'a bu topraklarda ölmeyi bile çok gördüler...
  • ne yazık ki abartıldığı kadar beğenmediğim oyun. öncelikle metin iyi buna diyecek bir şey yok. oyuncu da elinden gelen çabayı sarf ediyor ve fakat oyun çok kopuk, bir odak noktası yok. gomidas'ın deliliğine gereksiz derecede fazla vurgu var. ilk andan itibaren deli bir adamı seyrediyoruz. dolayısıyla da karakterin dönüşümüne dair hiçbir şey göremiyoruz. 90 dakika sürekli tekrarlanan bir sahne matematiğini seyretmek ise bir süre sonra sıkıcı oluyor. oyuncunun ses kullanımını da zaman zaman problemli buldum. neden sesini bu kadar ince bir tondan kullanmayı tercih etti bilmiyorum. söylediklerinin anlaşılmasını zorlaştırıyor. metinde çocukluk dönemi gereğinden fazla uzun tutulmuşken, en önemli olayların yaşandığı yetişkinlik dönemi neredeyse geçiştirilerek anlatılmış. tam tersi olması çok daha etkili olurdu diye düşünüyorum. salonda da iki farklı tepki vardı. kimisi ayağa kalkıp alkışladı bir grup da 30. dakikadan itibaren uyumaya başladı. ne uyunacak kadar kötü ne ayakta alkışlanacak kadar iyiydi bence oyun.
  • (bkz: gomidas vartabed)’in yaşam öyküsünün, bir zaman yolculuğu ile oldukça etkileyici şekilde aktarıldığı tek kişilik, tek perdelik oyun.

    etkilendim, çünkü fehmi karaarslan, gomidas’ı oynamıyor, yaşıyor.
    gomidas’ın duyguları, gerçekliği, isimler vererek ‘zamanı yavaşlattığı’ ağaçları, ezgileri ve çocukluğundan itibaren tekrar eden döngüleri, onun dinamik performansında bir kez daha somutlaşıyor. büyük bir oyunculuk ve bir o kadar güçlü bir ses… oyunu izlerken -entry sonunda paylaştığım- o türkünün tamamını keşke ayrıca söyleyip kaydetse diye düşünmeden edemiyorum.

    metin oldukça güçlü, bazı cümleler gece boyu tavanda asılı kalıyor ve benimle eve geliyor (“ölüm kalanları büyütür ki dünya yaşanılası bir yer olsun”). bunlar dışında oyunu izlemek için oturduğumuz surp vortvots vorodman kilisesi’nin koltukları arasında bir zamanlar gomidas’ın da dolaştığını bilmek, ortamın akustiği ve atmosferi dışında, ayrıca etkileyici bir detay olarak kalıyor.

    sabah uyandığımda dün gecenin hissettirdikleri hala taze. belki oyunu izlediğim şu günlerde benim de (pier’in koyununu görmüşçesine) kendi zaman makinemi kurcalamam, biraz daha içe çekilmem ve kişisel döngülerimi fark etmem bunda etkili. öyküsü çok başka olsa da, gomidas’ın hislerini anlamakta zorlanmıyorum; kendi deyimiyle ‘ölümle yaşamı bir araya getiren’ şarkılarla iyileşmenin yolunu tutmasına duygulanıyorum ve sonrasında mırıldandığı şu ezgiyi bulmak eve gelince ilk işim oluyor:
    “bir gelsinler şu bülbüller
    gül dalında bir yatsınlar.”

    o gül dalının ismidir artık: soğomon.
hesabın var mı? giriş yap