• peter shaffer tarafından yazılmış, bugün gidip izlediğim, bayıldığım, müzikleri çok sade ve büyüleyici olan, şinasi sahnesinde oynayan oyun.şiddetle tavsiye edilir.
  • serbestçe çağrıştı:
    (bkz: giorgio armani)
  • an itibariyle ankara devlet tiyatrosu şinasi sahnesi'nde oynanan, peter shaffer'in iki perdelik oyunu. önce kitabi bilgileri girelim:

    yazan: peter shaffer
    çeviren: filiz ofluoğlu
    rejisör: cüneyt çalışkur
    dekor ve giysi tasarımı: ali cem köroğlu
    ışık tasarımı: önder arık
    özgün müzik ve efekt: tamer çıray
    dans düzeni: yasemin erkan
    rejisör asistanı: canan sanan

    oynayanlar:
    edward damson: mehmet atay
    helen damson: tülay günal
    philip: ibrahim selim
    damsinski: alpay izbırak
    jarvis: mustafa şekercioğlu
    katina: rengin samurçay
    jo - beth: öze solak

    sahne amiri: yaprak lale gökdağ
    kondüvit: recep özbek, ömür açıkalın
    ışık kumanda: metin çatma
    suflöz: sibel yolcu
    dekor sorumlusu: ali akdemir
    aksesuarcı: ahmet deryalı
    bay terzi: necati canlı
    perukacı: mehmet gedik

    konu: edward damson, sansasyonel bir oyun yazarıdır ve bir gün, eşi helen ile yaşadığı yunanistan'ın bir adasından kayalıklara düşerek ölüm haber gelir. bunun üzerine, ingiltere'de bir üniversitede öğretim görevlisi olan ancak daha önce babası ile hiç tanışmamış philip, babası hakkında bir otobiyografi yazmak için üvey annesi helen ile temasa geçer ve olaylar gelişir.

    yorum: son söyleyeceğimizi başta söyleyelim: eğer eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek istiyorsanız gidilecek bir oyun değil gorgo'nun armağanı. pek çok bölümü ile klasik yunan trajedyalarına atıfta bulunan, insanı şidddet, öç alma duygusu, hatunların hayatlarını bir adama vakfetmeleri gibi konularda derin düşüncelere iten kasvetli bir oyun. oyun, bu türü sevenler için güzel olmasına güzel ama birer saati geçen iki perdeden oluşması sebebiyle, sonlara doğru ilginin dağılmasına yol açabiliyor.

    dekor çok sade. zaten, rejisör asistanı canan sanan, oyuna ilişkin broşürde ilk yaptıkları şeyin "metnin orjinalinde parantez içleri halinde sunulan sahneleme önerilerini görmezlikten gelmek" olduğunu açıkça ifade ederek, "rejisörin işi bu kardeşim" şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım ile nasıl bir dünya yaratabildiklerinin ipuçlarını ortaya koyuyor. bu noktada aslında akla tuvalet ibrikçisi ile ilgili fıkra geliyor, ama bilenler bilir deyip lafa devam edelim biz. oyunun kimi bölümlerinde, sahnenin çeşitli kısımlarının alçalıp, yükselmesi malesef, "biz de teknolojiyi kullanabiliyoruz" havası yansıtmaktan öteye geçememiş, oyuna herhangi bir katkısı yok, olmasa da olur. ancak oyunun kimi bölümlerinde yer alan ışık ve görüntü projeksiyonlarının hakkını verelim; gayet iyi olmuş, oyuna hareket katıyor.

    giysiler ve aksesuar için de söylenebilecek fazla bir şey yok, bir iki ufak nokta dışında. philip'in elinde taşıdığı çantanın boş olduğu çok rahat anlaşılıyor. keşke içini biraz doldursalarmış. ayrıca yine philip'in, giydiği deri pardesünün de imitasyon ve üçüncü kalite olduğu çok belli. o da yapay duruyor kanımca.

    oyunculara gelince: helen rolünü oynayan tülay günal, mükemmel bir performans gösteriyor. özellikle philip'e olayları anlatırken devamlı flashback yapması gerektiğinden, yaşlı ve hayal kırıklığına uğramış eş ile genç ve hayat dolu sevgiliyi oynadığı bölümlerde çok başarılı. oyuncu hem genç kızın hem de yaşlı eşin duygularını seyircilere başarı ile hissettirebiliyor.

    edward damson rolünü oynayan mehmet atay da rolünün hakkını veriyor, ancak izlediğimiz gün herhalde pek formunda değildi, teklediği kimi yerler oldu.

    oyunun iki numaralı rolünü ise kanımca oğul philip'i canlandıran ibrahim selim oynamakta. özellikle cromwell'i canlandırdığı sahne ile başına yolculuk yastığını taktığı ve ruj süründüğü (yanlış aklımda kalmadı ise) kraliçeyi oynadığı sahnelerde harikalar yaratıyor. yalnız, hemen notumuzu kıralım, acilen kilo vermesi gerekmekte. özellikle ikinci perdede, giydiği siyah kotun kalça kısmı ahmet dayının donu gibi bollaşıp devamlı düşmekte.

    bunun dışında her iki baba da rollerine oturmuşlar. özellikle edward'ın babası rolü mükkemel bir şekilde sahneye konuluyor. aynı şekilde katina ile jo beth rolleri de gayet göz doldurucu.

    sonuç itibariyle: tiyatronun rolünün insanı düşündürmek ve kendisine bakması olduğunu düşünüyor ve buna uygun bir oyun arıyorsanız tam size göre bir oyun. ancak onun dışında, özellikle ufak çocuklarla gidilmemesi gereken bir oyun bu.
  • eserin özgün adı the gift of the gorgon'dur.

    performanslarıyla izleyeni bir hayli etkiledi ve yordu helen* ve edward** karakterleri.tülay günal'ın boyun sağlığı konusunda* ciddi endişelerim vardı oyunu izlerken (bkz: dunyanin en yuzeysel adami). oyuncularda fiziksel yorgunluğa, izleyende de zihinsel bir yorgunluğa sebebiyet verebilen bir oyun olması nedeniyle "hiç belaltı esprisi yok mu, yanlış telaffuz edilen kelime yok mu, iki gülmeye geldiydik tiyatroya yau, bu ne böyle?!" diye isyanlara garkolan bünyeler epey sıkılmıştı -yamulmuyorsam- yaklaşık üç saat süren bu oyundan.

    insanı izlerken yoran ve düşündüğü üzerinde düşünmeye sevk eden eserlerden biriydi. requiem for a dream, amores perros, babel gibi filmlerin benim bünyemde yarattığı cinsten karamsarlık, iç huzursuzluğu gibi yan etkileri olabilir.
  • "devlet tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda bugüne dek izlediğim tüm oyunlar bir yana, bu bir yana" demek benim için. çok düşündüm üzerine, tekrar sahnelenmesini çok istedim. gelin görün ki, dtgm benim paşa gönlüm dışında kriterlere göre belirlemekte sahnelenecek oyunları. böylesi anlaşılması güç ve izleyeni yoran bir oyun da iş yapmayacağı gerekçesiyle sahnelenmez büyük ihtimalle önümüzdeki yüzyılda.

    --- spoiler ---

    izledikten sonra aklımda dolandı durdu oyuna güzelleme niyetine yazdıklarımdan şu cümle: "yıka beni (kendi elimle içine jilet koyduğum sabunlarla), öldür ve kutsa; bir tek böyle arınabilirim kendimden." arınmak için ille ölmek mi gerekiyordu?

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap