• ışıkçılar tarikatının lideri. tsk'dan albay rütbesi ile emekli.
    saadeti ebediye kitabında kadın sesi dinlemenin, televizyon seyretmenin dahi günah olduğunu yazarken, muhterem damadı enver ören'in, hacı teyzelerin hacı amcaların hac paralarını yatırdığı ihlas finans ile sedalara (sayan), gülbenlere (ergen) para akıttığı tgrt'nin sahibi olması ilginç bir paradokstur.
  • ne var ki hüseyin hilmi ışık'ın seadet-i ebediyye kitabında kolonya keywordünü http://www.hakikatkitabevi.com/ sitesinden check ettiğimde, bu zâtın kolonyaya haram demediğini, bilakis kolonyanın içerisinde alkol ihtiva etmesi sebebiyle namaza mani olacağını, bu sebeple kolonya süründükten sonra namaza durmadan önce kolonyalı bölgelerin yıkanması gerektiğini yazdığını gördüm. yiğidi öldür hakkını yeme! kitabı oldukça dolu ve sistematik geldi bana. sanırım bu şahıs gerçekten kaliteli bir din adamıydı.
  • lise ikinci sınıfta bizim kimya hocamızdı.
  • seadet i ebediye'nin önsözünde kendisinden şu halde bahis eder:

    "...ilk tahsîlimi, baba yerim olan istanbulda, eyyûb sultânda, reşâdiyye nümûne mektebinde yapdım. evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. halıcıoğlu askerî lisesi orta ve lise kısmında okurken, mekteblerden kur'ân-ı kerîm ve din dersleri kaldırıldı. allahü teâlânın, sevgili peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. onları yüksek, olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. fekat, mukaddesâtıma saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradım. îmân ile küfr arasında bocaladım. küçük aklımla düşünerek, müslimânlık olarak öğrendiğim bütün bilgilerimi inceliyordum. hepsinin fâideli, iyi, kıymetli olduğunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum. altı sene, bu iki te'sîr altında sarsıldım. birkaç sene önce, berâber oruc tutduğumuz, nemâz kıldığımız arkadaşlarım, öğretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. acabâ haksızmıyım, yanlış yoldamıyım diyordum.

    (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz yaşında idim. kadr gecesi, mektebde yatmışdık. uyuyamadım. şaşkın olarak, yatağımdan fırladım. düşüncelerimde, îmânda yalnız kalmışdım. sıkılıyordum, bunalıyordum. bağçeye çıkdım. gökyüzü yıldızlarla dolu idi. eyyûb sultânın, ya'nî hâlid bin zeydin türbesine karşı, halîcin ışıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın diyorlardı. hıçkırarak ağladım. (yâ rabbî! sana inanıyorum. seni ve peygamberlerini seviyorum. islâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. beni, din düşmanlarına aldanmakdan koru!) diye yalvardım. allahü teâlâ, bu ma'sûm ve hâlis düâmı kabûl buyurdu. kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâsı abdülhakîm efendi, önce rü'yâda, sonra câmi'de karşıma çıkdı. beni, cezb etdi. eczâcı mektebinde talebe iken, bâyezîd câmi'i şerîfinde va'zlarına, sonra evine gitdim. bana acıdı. sarf, nahv, mantık, fıkh öğretdi. çok kitâb okutdu. fransızca maten gazetesine de abone etdirdi. arabî ve fârisî öğretdi. (emâlî kasîdesi)ni, (hâlid-i bağdâdî dîvânı)nın bir kısmını ezberletdi. sohbetleri o kadara tatlı, o kadar fâideli idi ki, çok def'a, sahâhdan gece yarısına kadar yanından ayrılmazdım. şimdi, o sohbetleri hâtırladığım ânlar, hayâtımın en zevkli dakîkaları olmakdadır.

    (m. 1936)ya kadar askerî tıbbiyye mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek hühendisliğine devâm etdim, hem de o islâm âliminin va'zlarından, sohbetinden ilm ve zevk topladım. kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. islâmiyyetin dünyâ ve âhıret se'âdeti için, biricik kaynak olduğunu anladım. önceleri, büyük sandığım kimseleri, islâm âlimlerinin büyüklükleri yanında, çocuk gibi gördüm. onların ilm diye söyledikleri ba'zı şeylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüş plânlar, iftirâlar olduğunu anladım.

    (m. 1936) dan sonra, ankarada, mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca öğrenmemi ve imâm-ı rabbânînin "kuddise sirruh" (mektûbât)ını devâmlı okumamı söyledi. her fırsatda istanbula gelip, ma'rifetler deryâsından inci, mercân topladım. o ilm güneşinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, üsküdar, sonra kadıköyü müftîsi, fazîletli seyyid ahmed mekkî efendinin halka-i tedrîsine kabûl buyuruldum. büyük bir şefkat ve mehâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma'kûl ve menkûl, üsûl ve fürû' ilmlerini ta'lîm buyurup beni, 27 ramezân-ı mubârek 1373 [m. 1953] pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me'zûn eyledi."
  • 103. elementi bulan kişidir. fakat bazı kanı bozuklar bunu kabul etmeyecek biliyorum.
  • silsile-i aliyye 'nin son halkasıdır.
  • tam ilmihal kitabında hoperlorle ezan okumanın caiz olmadığından bahseder. hoperlorden çıkan ses insan sesi sayılmazmış. elektrik akımlarının mıktatısi etkisinden çıkan sesmiş. ezanında insan sesi olması gerekiyormuş.

    hatta şöyle birşey de yazıyordu sanırsam. papağan'ın okuduğu ezanda caiz değildir. bu örneği vererek ezanın çıplak mikrofonsuz insan sesi olması lazım mış.

    bu düşünceyle hareket edilirse, bildiğiniz tüm ibadetlerin neredeyse tamamı caiz olmaz. tvlerden kuran dinlemek vs de dahil.
  • lise yıllarımda namaza ilk başladığım zamanlarda dinde reformcular isimli bir kitabını bizim köyün camiinin mütevazı kitaplığında bulup okumuştum. kendisini çok iyi tanımıyor olsam da bu kitabı dinimi yeni tanımaya başladığım bir dönemde okumuş olmamın benim için değerini bugünlerde çok çok iyi anlıyorum.

    içeriği tamamen doğruydu ya da büsbütün yanlıştı konusundan bağımsız olarak o kitabı okumamla birbirlerine ihtilaflı gruplara sorgulayarak yaklaşmama vesile olmuştur. gerçi bu, herhangi bir gruba ya da cemaate mensup olamama; kendimi teslim edememe gibi bir durum doğurmuştur ama bunu da cehalete vermek lazım. yani benim dînî bilgim tastamam doğru olsaydı, bilgimden emin olsaydım, kendimi yanlış düşünceli adamlar arasında da koruyabileceğime dair güvenim olurdu. ya da yanlış düşünceli olmayan adamların etrafına toplanan zayıf karakterli insanların hal ve tavırlarının mensup oldukları kişilerin isteği ya da emriyle olmadığını daha rahat tahlil edebilme imkânım bulunurdu.
hesabın var mı? giriş yap