• abe kobonun romanı..kafası ve vucudunun ust tarafı kartondan bi kutu içine gomulmus dıs dunyayla kurabildiği tek bagı bakışları sayesinde yakalayan bir adamın hikayesi..
  • "kosmayi surduren,
    ama o ritmi korumayi basaramayan
    kimseler, takip ettikleri amaclar
    tarafindan aldatilirlar.
    gece halinde stadyum...
    orada hala bayrak dalgalarinda,
    ne hakem kalmisti ortada ne de seyirci..."
  • "gunun son yuk treni, bir hayli disa dogru
    meyilli bir halde ve dudugunu calarak,
    ana hatta gecmek uzere gardan ayrildi.
    karanlikta, son vagonun arkasindaki
    kirmizi isigi izleyen demiryollari gorevlisi,
    yola kartondan bir kutunun dustugunu
    gordu. kafasini kaldirdi. kutu yurumeye
    basladi."
  • (bkz: kutu adam)
  • uzakdoğulular hep çok uzak, estetikten, biçimden, üsluptan, diğerlerinden. 'güzellik'e karşı kayıtsızlıklarının ölçüsüzlüğüne şaşırdım. şunlara rastlayınca:

    "sıkılan köpek dizlerimin arasına girmişti. sessizce uzaklaştırmak zordu. ne gürültü yapabilir, ne de havlamasına izin verebilirdim. ama, iyice yaklaşarak burnunu ıslak bir sabun gibi dizlerimin arasına soktu. niyeti açıkça benimle beraber kutuya girmekti. seçeneğim kalmamış bir halde, et konservelerinden birine bir delik açıp suyunu ona koklattıktan sonra atabildiğim kadar uzağa fırlattım. üzücüydü ama zavallı köpeğin ertesi güne kadar o kutuyla didişeceğini biliyordum."

    estetik ölçülerinin de kültürleri ve hayatla ilişkileri gibi saklama ve saklanmayla, eğretilemeyle ne kadar akraba olduğunu görüp bu insanlar aşık olamazlar diye düşündüm; 'köpekten, erekte olmuş bir penis yaratmak': ölçüsüz de olsa bir üslup denmesini rica ediyorum.

    karşı kutuptan bir naiflik, durumu eşitledi; kutu adam çıplak bir kadını, daha doğrusu bir kadının çıplaklığını seyretmekteydi: "hayal edebileceğimin sonsuz katı heyecan verici bir çıplaklık. bu doğaldı: hayal ederek gerçek çıplaklığa nasıl ulaşılabilir ki? bu çıplaklık, yalnızca ben onu seyrederken vardı: dolayısıyla ona bakma arzum hayal edilemez geliyordu. ona bakmayı bırakacağım anda... yok olacaktı... fotoğrafını çekmem gerekiyordu.. ya da bir tuval üzerine geçirmeliydim. bir vücutla çıplak bir vücut farklı şeylerdir. çıplak vücut, etten vücudu malzeme olarak kullanır, göz şeklindeki parmaklarla yapılmış bir sanat eseridir."

    kutu dışarısıdır, dışarının da dışarısıdır, teşhircilikten tek kaçış yolu, her tür kapanma, bittabi yazarın kapanışı, içine ve dış dünyaya: "küçük şeyleri düşününce, yaşamaya devam etmek istediğime inanıyorum. yağmur damlaları... daralan ıslak eldivenler. çok büyük bir şeyi izlerken, ölmek istiyorum... dünya haritası veya parlamento binası."

    blanchot'nun sesine benzer bir nefes alış-verişi duyulduğunda ise: "gitti. ne hiddetli ne de üzgünüm. kapanan kapının sesi derin bir acımayla kaplandı. aramızda ne kin ne de kavga var. sanırım giriş kapısını kullanmadan siluetinin yok olmasını isterdi. o nedenle kapıyı çarpmadan durakladı. on dakika içinde kapıyı çivileyeceğim. belki hemen dönebilir düşüncesiyle değil, sadece çekiç sesini duymayacak kadar uzaklaşmasını istediğim için bekliyorum." gibi kelimeler, sonradan sonsuzca yineleniyor.

    sözlük yazarlarından aforizmalar başlığına yakışan şu cümleyle bitirelim: "aydınlık toplum, bir pantolon-topluma benzer."
  • abe kobo'nun 1973 tarihli, bir kutunun içinde yaşamını sürdüren adamının romanı.

    --- spoiler ---

    bir insan neden kutu adam olur? bunun sebeplerinden ikisi şu olabilir:

    1.) ''bir kutu nedeniyle suçlu olduğum izlenimine hiç kapılmadım. kutumun, bir çıkmazdan çok, bir başka dünyaya açılan bir kapak olduğu duygusunu taşıyorum.''

    diyelim ki dünyaya yabancılaşmışsınız, evrendeki varlığınızla yokluğunuz birbirine eşdeğer. nasıl bu evrende bir yer kaplayabilirsiniz? bir kutu, bunun için çok elverişli olabilir. bedeniniz bu dünyada yer kaplamayabilir, böyle hissedebilirsiniz. ama bir kutu ile evrende birkaç metrekarelik yer kaplarsınız ve evren sizin ağırlığınızı bir nesne aracılığıyla hissedecektir.
    şahsen, kutu adamın sadece dünyadan kaçmak adına bir kutuya sığındığını düşünmüyorum. ''adam'' ismini edinemeyen birey, ''kutu adam'' olarak varolmak ister.

    2.) ''etrafındaki manzarayla ilişki içindeyken, insan yalnızca gereksinme duyduğu kısmını aklında tutma eğiliminde oluyor. örneğin; bir otobüsün durduğu yer hatırlanır da etraftaki söğüt ağaçları hiç hatırlanmaz. istensin ya da istenmesin, yere düşmüş bir yüz yen dikkati çeker, buna karşılık, eğilmiş ve paslı eski bir çivi ya da yol kenarındaki azgın otlar hiç yokmuş gibi farzedilebilir. normal olarak yola çıkınca insan kaybolmamaya özen gösterir. ama kutunun deliği gözlem çerçevesi olarak olarak alındığında, her şey olduğundan farklı gözükür. görülen manzaranın çeşitli detayları homojenleşir ve eşit anlamda iz bırakırlar: sigara izmaritleri, köpeklerin gözlerindeki yapışkan salgılar, iki katlı bir evin geniş perdeli pencereleri, ezik bir davulun kıvrımları, tembel parmaklara gömülmüş yüzükler, uzağa doğru sıralanan tren rayları, nemden sertleşmiş çimento torbaları, tırnak altlarındaki pislikler, tam kapanmamış kapılar..''

    e bu dünyada yaşayabilme yeteneği olmayan biriyseniz, pek fazla gereksinmeleriniz de olmayacak. aklınızda kalanları gereksinmelerinizle sınırlamayacaksınız, kutunuz dışındaki nesnelerin araç olarak kullanılma olasılığı gittikçe düşer. bir izleyici-yorumcu olmak istiyorsanız, kutu adam olmak tam size göredir, kutuda açılmış küçük bir delik işinizi görür. kutuya sığınmış küçük bir ''tanrı''cık olmak için, izlemeniz yeter. ''aynı zamanda hem kaçmak hem de devam etmek'' için kutu adam olmak idealdir.
    --- spoiler ---
  • kitabı 1973 yılında yazmış. yine o dönemde bile problemin farkına varmış gibi. bugün oturup tekrar bu kitabı yazmaya kalksa acaba aynı şeyleri yazar mıydı gibi bir soru işareti. biz şimdilik elimizdekiyle yetiniyoruz.
  • japon yazar kobo abe'nin türkçe adı kutu adam olan romanıdır. daha önce remzi kitabevi tarafından basılan roman sel yayıncılık tarafından haziran 2019'da yeniden yayımlanmış. devrim çetin güven çevirisiyle yayımlanan bu kitabı okudum da iyi mi ettim bilmiyorum.

    toplumdan kaçan ve kendini bir kutunun içine hapseden kahramanın yaşantısını okurken bu antikahramanla özdeşlik de kurabilirsiniz ondan nefret de edebilirsiniz. felsefesi, düşüncesi güzel ama okuması keyifsiz diyebilirim. dilindeki kuruluk, düşle gerçek arasında gidip gelen kopukluk yorucu. okunması oldukça zor bir kitap.

    kitabın arka kapak yazısı:
    çağdaş japon edebiyatının en sıradışı yazarlarından kobo abe'den, toplumdan, insanlardan ve bakışlardan kaçan bir mutlak-yabancıya, görülse de fark edilmeyen kimliksiz ve isimsiz bir anti-kahramana dair eşsiz bir anlatı: kutu adam.

    kutu adam, gerçeği ve düşü, hayali ve hakikati, kurguyu ve nesnelliği kendi deneyimiyle aşar; ama ne deneyimin gerçekliğinden emindir ne kendi varlığından. şehrin sokaklarında, köprü altlarında ve kuytularda dolaşır; sahte kutuadamlardan, topluma karışmaya gönüllü sözde kutuadamlardan nefret eder. görülmekle ve görülme arzusuyla tanımlanan bu dünyada, görünmez olmak isteyen kişinin kaderi varolmamak, varlığı yadsınan bir kutu adam olmaktır.

    küçük şeylere baktığımda, içimde yaşama arzusu uyanıyor, "yaşamayı sürdürsem de olur" diye düşünüyorum.

    yağmur damlaları... ıslanıp küçülmüş deri eldivenler gibi küçük şeylere... aşırı büyük şeyleri seyrettiğimdeyse ölmek istiyorum.

    millet meclisi ve dünya haritası gibi büyük şeyleri...
  • --- spoiler ---
    kitabın içindeki olayların kesin bir şekilde sonuçlanması ya da sonuçlanmaması gibi bir durum da söz konusu değildir. varolan ya da bir zamanlar varolmuş bir vücuttan kurtulmak isteyen bir kişi durumundadır yazar. bunun için medenileşmiş toplumun içinde bir çalı parçasından farksız olmak ister. vücudunun ihtiyaçlarını hiçe sayarak, acı çekerek ( burada din ile aynı fonksiyonda olduğunu düşünmekteyim ) kutu adam ( sahte kutu adamlardan kitapta bolca bahseder ) olur. bir kutu adam çoğu zaman fark edilmez. böylece hem varolan hem de varolmayan bir bedene bürünmüştür. yazar bu varoluş çelişkisi içinde hem varolan hem de varolmayan olayları da anlatır. böylelikle hangi olay için doğru ya da hangi olay için yanlış deme gibi bir geleneği de ( çağdaş edebiyatın sorguladığı şey ) çiğnemiş olur.

    fazla karakter yoktur mesela. o sırada anlatım kime geçmiştir bilinmez. kutu adamı dışarıdan göründüğü bir perspektifle ele alır. bu perspektif bütün kutu adamları aynı bir kişi olarak ya da bir varlık olarak görmek gibi. kendisini ya da başkalarını küçük küçük isimlendirmelerden ibaret görür. bu isimlendirmelerin bile önemi roman ilerledikçe kaybolur. birden başkasının perspektifinden bakarken, ana karakter diye düşündüğüm fotoğrafçının perspektifinden bakarız. ayrıca bakmak ve bakılmak üzerine kurduğu felsefi düşüncesini hem bize fotoğrafçının gözünden, hem de doktorun gözünden gösterir. bununla ilgili de çok güzel bir sözü vardır.

    " "bakmakta" sevgi vardır, "bakılmakta" ise nefret. insan bakılmanın sancısına dayanabilmek için sırıtır. fakat hiç kimse sürekli "bakan" olarak kalamaz. "bakılan" kendisine bakmakta olana dönüp bakarsa, "bakan" "bakılanın" tarafına geçmiş olur."

    japon kültürünün içinde bulunduğu son derece minimalist bireyselleşmenin de bir anlatımı olabilir. japonların kutu şeklinde barındıkları otel odalarının ( uyumak için yapılmış küçük kapsüller ), kutu kadar küçük tek gözlü evlerinin ( modern mimariden bahsediyorum ) ve alan konusunda tasarruflu davranmalarının da bu romanın oluşmasındaki etkilerden birisinin olduğunu düşünmekteyim.

    şu sıralar favori kitabım olmuştur kendileri. yazarın başka kitaplarını da inceleyeceğim. üslupla ilgili sorunların olduğunu düşündüğüm ( kitabın ana dilinde okumadan bilemeyeceğim ) bir kitaptır.
    --- spoiler ---
  • "insanların %90'ının öyle ya da böyle bir kusuru var. zaten insanın elbiseyi kıllarını kaybettikten sonra keşfettiğine inanmıyorum; aksine kılların azalmasını çıplaklığın çirkinliğini fark eden ademoğlunun, bunu elbiselerle örtmeye çalışmasına bağlıyorum. (böyle bir açıklamanın gerçeği yansıtmadığını gayet iyi bilmeme rağmen yine de inanıyorum.) eğer insanlar başkalarının bakışlarından kaçarak yaşamaya devam ederlerse, bunun nedeni insan gözünün yanlışlıklar ve sanrılar yarattığına emin olmalarıdır. benzer elbiseler giyerek saçlarını aynı şekilde yaptırarak, birbirleri tarafından fark edilmemek için hileler arıyorlar. ben karşımdaki insanın yüzüne tam bakamıyorsam, o da bana tam bakmama eğilimine girecek ve eğik bakışlarla dolu bir hayat sürmeye doğru gidilecektir. eskiden "pilori"* diye bilinen bir ceza uygulanırmış ama fazla zalimce bulunduğu için aydınlanmış toplumlar bundan vazgeçmişler. birini dikizlemek genellikle hor görülür, çünkü dikizlenenin tarafında olmak istenmez. kesif bakışların arasında kalırsan ve bundan kaçamayacak durumdaysan, karşılığında para istemen doğaldır. sözgelimi, sinema veya tiyatroda seyredenler para verme, seyredilenler de para alma durumundadırlar. kim olursa olsun görmeyi görülmeye tercih eder."

    bir abe kobo kitabı, kumların kadınını da tavsiye ederim
hesabın var mı? giriş yap