• tum kalbiyle "tashiim mi abi?" diye sorabilen insanlar
    bashka kimse bu kadar candan soramaz bu soruyu
  • yuk tasiyan meslek erbabi
  • bugun ev tasima islemi sirasinda basvurdugum cozum ortagi. esek olusu gibi agir olan kitap kolilerini 5. kata kadar nefes nefese cikardi gariplerim. benim evden sonra iki tasima isi daha varmis.
    bunu hic bilmiyordum. meslegi, kendileri agirligindaki yukleri tasimak olan zayif, hasta, fakir insanlar oldugunu biliyordum ama unutuyordum, surekli...
    icim ezildi, tasima isi bittiginde parayi verirken utandim. insanligimdan...
  • hamallik yapan kişilere denir. iş hanlarında en az bir tane bulunur. semerleri, arabalari ve şapkaları vardir. bilinenin aksine çok iyi para kazanırlar, alışveriş yaparlar, ekonomiye katkıda bulunurlar.
  • bir oryantalistin gozuyle tarifi icin buyrun:

    "... hamal, istanbul’a özgü, bambaşka bir yaratıktır. hamal iki ayaklı, hörgüçsüz bir devedir. salatalık ve su ile beslenir. geçilmez derecede arızalı sokaklarda, korkunç yükler taşır. öldürücü sıcaklarda, dik yokuşlar tırmanır."

    t. gautier, istanbul, çeviren. n. berk, s. 203-204.
  • hamal, yükü elle, sırıkla veya sırtta taşır,
    taşıma aracı olarak da ip, semer, kolan, ve küfe gib, nesnelerden yararlanır. hamalların bir kısmı serbest, bir kısmı da belirli kuruluşlara bağlı olarak görev yaparlar. herşeyden önce sıhhat ve kuvvete ihtiyaç duyan bu ağır meslek , genellikle açık havada sıcağa, soğuğa, yağmura kara aldırmadan çalışmayı gerektirir.
  • mevsimlerden yaz, günlerden yazın en sıcak salısı, istanbul buram buram rutubet, saatlerden iş çıkışı, yerlerden pazar yeri. çanakkale domatesler, kokulu şeftaliler, boncuk ayşeler, tezgaha yeni çıkmış incirler ve pazarcıların sesleri arasında bir elinde arabasının anahtarı, bir elinde cüzdanı dolaşıp alışveriş yapan bir kız, üstünde askılı elbisesi, gözünde güneş gözlüğü, hafif bronz teni, aklında pazardan sonra yapacakları, biraz o an orada olmak zorunda olmanın memnuniyetsizliği.

    sonra, sırtında küfesiyle bir adam. onlarca küfenin altındaki onlarca adamdan biri sadece.

    kız tezgahlardan birinin başında en düzgün görünen dolmalık biberleri seçmeye çalışıyor. elinde bir-iki poşet. adam yaklaşıyor "abla, taşıyalım mı?" "yok, sağol" diyor kız oldu olası hoşlanmamış başkasına iş gördürmekten, hizmet ettirmekten. adam ısrar ediyor "abla, iş yok. ne verirsen." kız iyice diken üstünde adamı reddetmekten rahatsız. cüzdanını karıştırıyor bozukluklardan bir iki parça adama vermeye çalışıyor. adam bir adım geri çekiliyor, sanki kız ona zarar verecekmişçesine "yok abla" diyor, arkasını dönüyor. kız daha da tedirgin, biraz pişman, kendini kötü hissediyor. biberleri de alıp listedeki bir sonraki maddeyi aramak için yoluna devam ediyor, bir kaç tezgah ötede aynı adam. " kusura bakma abla" diyor "biz öyle almıyoruz, ama taşıyayım istersen. ne verirsen." iki dakika önce önerdiği sadakanın altında eziliyor kız. yüzünde biraz teslim olmuş, biraz başkasına iş gördürmekten rahatsız bir gülümseme "eh, peki o zaman" diyor, "sen de kusura bakma ben çok şükür elim kolum tutarken başkasına taşıtmaktan rahatsız oluyorum da". adam yüzünde bir tebessüm "alışırsın be abla diyor" *
    bir süre kız önde adam ardında pazarın içinde bir o yana bir bu yana dolanıp listeyi tamamlıyorlar. kız diken üstünde, adamın yüzüne bakamıyor, hatta pazarcıların da yüzüne bakamıyor. ne zaman pazardan çıkıp arabaya doğru yürümeye başlıyorlar kız o zaman dönüp "her gün pazarlara mı gidiyorsunuz?" diye soruyor.
    adam 35 belki daha fazla, orta boylu, hafif kavruk teni, sakallı yüzü. "evet" diyor adam "salı buraya, çarşamba yeşilköy'e vs. vs."
    "ne kadar zamandır istanbuldasınız" diyor kız. "1 sene" diyor adam "bağcılar'da akraba evinde kalıyorum, 4 ay sonra inşallah askere gideceğim." kafası karışıyor kızın dönüp tekrar bakıyor küfeli adama "sen kaç yaşındasın ki?" diye bir hayret cümlesi dökülüyor ağzından. " '86lıyım ben" diyor adam. "kardeşimden daha küçük" diye geçiriyor içinden ne "adam"ı diyor kendi kendine "çocuk"! ünlemler düşüyor zihninden kalbine. çocuk-adam "yaşlı gösteriyorum di mi?" diyor. "erkekler çabuk yaşlanıyor, zor iş yapan hızlı yaşlanır". "yok canım" diyor kız öyle olmadığına çocuğun uzun süre aynı görüneceğine dair birşeyler geveliyor. derken arabaya varıyorlar. küfe yere, torbalar bagaja. kız adama ücretini veriyor. hayırlı işler diliyor. çocuk-adam giderken "abla" diyor "gelirsen ben buralardayım."
    kızın içinde dinmeyen soru işareleri sağanak halinde yağıyorlar. ortaokul mezunu bu adam köyünden kalkıp istanbul'a gelmiş. istanbul'un ona verecek bir işi yok. bazen ona verecek bir sadakası bile yok. ve bu adam-çocuk askere gidecek, dönecek iş bakacak, kuvvetle muhtemel bulamayacak, bulduğu ile belki de geçinemeyecek bu adam-çocuktan kaç tane, kaç yüz, kaç bin, kaç milyon tane var ? ne olacak onlara?
  • (bkz: taşıyıcı)
  • elia kazan'ın istanbul notlarından:
    ...galata köprüsü'nü geçip toptancı pazarına vardığımızda o insan kılıklı yük hayvanını, hamalı gördük. yükleri hafifse iki metre yüksekliği bulabiliyordu. kimilerinin sırtındaki yük öyle ağırdı ki boşaltmak için başkalarının yardımı gerekiyordu. hamallar çabuk, kısa adımlarla ilerliyorlardı; aynen onlar gibi yüklü, onlarla aynı işi gören eşekler de öyle. hamallar karşılaştıklarına haşin bir ses, donuk bir yüzle sesleniyorlardı. gözleri ölmüştü. bu yaratıklar çevreye ne dost ne düşmandılar; evet eşeklerden bir farkları yoktu. bağırışları insan sesine hiç benzemiyordu. bu toplumun, insanlığın en alt katındaydılar.
    (bkz: insan olarak elia kazan)
hesabın var mı? giriş yap