• harry harlow adindaki serefsiz bir bilim adami ve asistanlari tarafindan yapilan deneyin yaygin ismi: harlow's monkeys.

    bu deneyde annelerinden ayrilarak yalnizliga mahkum edilen maymunlara iki kukla anne sunulur. biri yumusak bir maddeden yapilmis cuddly bir anne, digeri telden yapilmis ama sut veren bir anne. maymunlar gunun 20 kusur saatini hangi anneyle gecirirler dersiniz?

    http://www.youtube.com/watch?v=hsa5sec6dai
  • cem keçe, celladına aşık olmak başlıklı makalesinde şöyle anlatır:

    "bazen insan da harlow’un maymunlarına benzer şekilde hareket eder, en azından deneyim düzeyinde acılarının kaynağına tekrar tekrar geri döner, “cellâdına âşık olur”. çünkü insan özünde muhafazakâr bir canlıdır. kendisine acı ve elem verse de, rahatsız olsa da eski ve tanıdık olanı “güvenli” bulur. onu iyileştirecek olanı yeni ve“tehlikeli” bulur, değişimden korkar. çünkü insanlarda “ödüllendirilen davranış” devam eder. “devamlılık arz eden davranış” da ödüllendirilir, devamlılık arz eden bir davranışın sonuçları başlangıçta öyle görünmese bile “güvenli” bir ödül olarak yaşanır. belki de acı çekme, uzak kalma veya aşağılanma, gibi davranışlar insanın eninde sonunda sığınacağı, farkında bile olmadan tekrar edeceği “güvenli ama elem veren duyguları”, bir başkasıyla ilişki kurmasına yardımcı olan duygusal lisanı ve bağlanma sitili olabilir."

    http://cemkece.com.tr/m-celladina-asik-olmak.html
  • deney 1970'lerde yapılmış. esinlenmiş midir bilmiyorum, nazi almanyası'nda yeni doğan 50 bebek sadece beslenilmiş, altı temizlenilmiş, fiziksel ihtiyaçları karşılanmış ancak konuşma, dokunma, sarılma vb sosyal ihtiyaçları karşılanmamış. sonuç: bebeklerin hepsi ölmüş.

    harlow'un deneyi etik açıdan sıkıntılı olsa da sonucu açısından çok kıymetli. ister hayvan ister insan yavrusu olsun bebeği büyüten sadece anne sütü değil. annenin teması, şefkati, seni seviyorum/isteniyorsun/iyi ki varsın vb mesajı önemli. anne, sadece besleyen, bakımveren kişi değil. anne ile sağlıklı ve güvenli ilişki kuramayan bebeğin aldığı mesaj istenmiyorsun oluyor.

    devamını şuradan alıntılayacağım:

    "sanki çocuk, ben isteniyor muyum, sorusuna cevap aldıktan sonra yaşamaya karar veriyor. beyinde duygusal yaşamın merkezi olan yörede hipokampus dediğimiz yerde çocuğun ilk duygusal belleği işlemeye başlıyor. bu dil öncesi bellek. çocuk doğumundan altı saat sonra örtük bellek dediğimiz dil öncesi belleğe kayıtlar yapmaya başlıyor. onunla konuşup konuşmadığımız, konuştuksa nasıl konuştuğumuz boşa gitmiyor; bebek hepsini kaydediyor.
    o ağlasa da, bağırsa da, gülse de ona hiç ilgi göstermediğimiz zaman, ben istenmiyorum, mesajını alıyor. hipokampus “istenmiyorum” mesajını güçlü bir şekilde kaydettiği zaman bebeğin beyni onun yaşamı için gerekli olan salgılamaları durduruyor. yavaş yavaş beyni ölen bir bebeğin bedeni de her türlü hastalığa dirençsiz hale geliyor.
    bebek kendisiyle nasıl konuşulduğunun da farkında. bebek varoluşun zekâsıyla donanmış durumda. onu besleyecek türden sesleri, okşayışları, toksik dokunuş, seslerden ayırt ediyor. daniel siegel, “the developing mind” (gelişen zihin) adlı kitabının alt başlığını “toward a neurobiology of ınterpersonal experience” koymuş, türkçe’ye, “kişilerarası deneyimin nörobiyojisine doğru” çevirebiliriz. çocuğun zihinsel gelişimindeki en önemli etkenin aile içindeki etkileşim olduğu sonucuna varıyor."

    şimdi bir de deneye geri dönüp kendimce bağlayacağım konuyu.
    biraz da şuradan alıntı:
    "peluş anneyle odada yalnız kalan maymunlar, ilk etapta korkup vekil annenin yanından ayrılmasalar da daha sonradan etrafı keşfe çıkıyolardı, odada tek başına bırakılan bebek maymunlar ise parmaklarını emiyor, yere kapanıyor ve saldırgan davranışlar göstererek ağlıyorlardı.

    deneylere maruz kalan bebek maymunlar ergenliğe girdiklerinde diğer maymunlarla çiftleşmeyi reddetti ve anti-sosyal davranışlar sergilemeye başladı. nadiren ve zorla da olsa çiftleşip doğum yapan anneler ise ya bebeklerini öldürdü ya da düzgün bir şekilde bakım sağlayamadıkları için bebekler kendiliğinden öldü. "

    çocuğunuz anne/baba bak deyip çekiştiriyor, ilginizi çekmeye çalışıyorsa ve siz her seferinde şimdi değil diyorsanız metal vekil anne/babadan farkınız olmuyor. anne/baba fiziksel olarak var ancak duygusal olarak yok.

    kedim bile her sabah ve işten geldiğimde sev beni diye yatıp orasını, burasını açıyor. elimde özellikle telefon varsa kucağıma atlayıp kendini sevdirmeye çalışıyor. telefonu tutan elimi burnuyla itip ona o elim de dokunmamı istiyor. insan yavrusu bir süre sonra pes edip kabulleniyor. ben istenmiyorum/ben buna değmem.. sonra da bu kalıba uygun davranan partnerler peşinde koşuyor. kick me.. hep kıymetsiz, sevilmeyen insan gibi hissettiren partnerler seçiyorsanız, annesi aslında metal bir manken olan maymun olabilirsiniz.
  • her izlediğimde gözlerim dolu dolu olan deney.

    sevginin, tensel temasın ne kadar önemli olduğunun kanıtı. yeni anne olmuş tüm kadınların kesinlikle izlemesi gerekiyor.
  • yapılışları etik olarak problemli olmakla beraber, kognisyonun gelişimine ve evrime dair önemli ipuçları vermiş olan deneylerdir.

    harlow'un en ünlü maymun deneyini kısaca açıklamak gerekirse:

    harry harlow, yavru maymunları; daha spesifik olarak ifade edersek rhesus makakları annelerinden çok küçük yaşta ayırıyor. yavruların bulundukları yere iki farklı sahte anne figürü yerleştiriyor.

    sahte anneler

    resimde görüldüğü gibi, bu annelerden biri telden oluşurken, diğeri kumaşla kaplı. anne ve yavru ilişkisinde neyin etkili olduğunu anlamak için harlow, biberonu bazen telden olan, bazen de kumaşla kaplı olan annenin üzerine yerleştiriyor. bunun sonucunda gözlemliyor ki, biberon hangi annede olursa olsun; makaklar kumaştan olan anneyi tercih ediyorlar. buna ek olarak, deneylerde bebeklik döneminde normal makaklar gibi sosyal kontağı olmadan yetişenlerin büyüdüklerinde münzevi, agresif bir karaktere büründükleri de gözlemleniyor.

    bu deneyler, insan beyninin çalışma prensipleri ile ilgilenen herkesin hakkında bilgi sahibi olması gereken, önemli deneylerdir ve evrimin işleyişine dair mantıksal yanılgılarınızı baltalayabilecek olan bulguları vardır.

    sosyal yetilerin sağlıklı gelişimi için hızlı gelişim gösteren bebek beyninin yeterli iletişim kurmasının zaruri olduğu ve suni iletişim yöntemlerinin bunu sağlamadığı zaten bugün bilinen bir şey.

    en basit örnek: bir bebeğin büyüdüğü ortamda yabancı bir dildeki bir tv kanalını sürekli açık tutsanız dahi bebek o yabancı dili öğrenemiyor. hatta daha fazla televizyon izleyen bebeklerin konuşmaları gecikiyor. yani bebek beyninin grameri çözümlemesine olanak tanıyan örüntüleri salt algoritmik örüntüler olarak hayal etmek oldukça yanlış.

    ikinci bir önemli nokta, cesur yeni dünya stili bir sistemin öyle kolay kolay kurulamayacak olması. kognitif gelişimi nütrisyona indirgemenin sonucu agresyon, korku ve anti-sosyal özellikler gösteren bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum olur.

    ve son olarak, benim can alıcı bulduğum detay; evrimsel temeli olan çeşitli davranış örüntülerinin antroposantrik bir faydacı bakış açısı ile kolay kolay çözümlenemeyeceği. bugün yoldan geçen rastgele bir insana, "anne ve bebek arasındaki bağın evrimsel temeli nedir?" sorusunu sorsanız büyük olasılıkla cevabın emzirme olduğunu düşünecektir. bu her ne kadar teoride mantıklı gibi görünse de, pratikte işlemeyen bir fikirdir. evrimsel anlamda faydalı olabilecek motivatörler, ilk bakışta mânâ yükleyemeyeceğimiz innate mekanizmalar olarak kendilerini gösterebiliyorlar ve bu aslında çok doğal. evren insan gibi düşünmüyor, sadece insan, evrenin kendi algıladığı sınırda işlemesini bekliyor.

    sözü bitirmeden hatırlatalım ki bu deneyler yeni değil. günümüzde çoğunluk bu deneylerin etik olmadığı hususunda hemfikir. ilginç ki bu deneylerin uyandırdığı aksülamelleri fare deneyleri uyandırmıyor. homo sapiens, kendisine benzeyen türlere karşı daha duyarlı gibi görünüyor.
  • bana göre çok fazla eksik parçası bulunan deney.

    konu hakkında çıkarımlar yapılmasına rağmen bu çıkarımlar benim kafamda biraz istenilen sonuca yontma varmış gibi. mesela deneyde gözüme takılan en kritik sorun, hayvanlara konforlu bir nötr alan sunulmamış olması. yani eve bir kuş alınca onun kafesten çıkıp tüneyeceği yer muhtemelen kapı üzeri gibi yatay ve ince bir yer olur. sebebi de basit. hayvan doğası gereği tutunacak bir dal arıyor. ayağının kayacağı plastik, metal veya ahşap düz zemin yerine yatay ve ince olup kavrayabileceği bir yeri tercih ediyor. kedi veya köpek ise içine kıvrılıp gömülebileceği ve yine nispeten yumuşak bir yer buluyor. deneye bakıyoruz ve hayvanların bomboş bir kafeste olduklarını görüyoruz. doktorun açıklaması ise bunun sadece konforla açıklanamayacağı yönünde. neden? hayvanlara başka konfor alanı sunulmamış ki.

    ikinci eksik parça yine ilkiyle alakalı. korku anında hayvanın nereye yöneldiğine bakılmış ve peluşa yönelimin olduğu görülmüş. bunu da tamamen varsayım üzerinden giderek anne sevgisi olarak adlandırmışlar. ben ise konfor alanı olarak daha çok vakit geçirip sahiplendiği bölgeye gitmek olarak görüyorum. yükseğe tırmanmaya çalışmasından bile annelik çıkarımı yapmışlar ama bu hayvanların yırtıcılardan kaçma içgüdüsü yükseğe tırmanmak şeklinde. o kafese önceki maddede bahsettiğim nötr bölgeye ek bir tane nispeten daha yüksek bölme eklenip anne figürlerinin de arkasına saklanılabilecek boşluklar bırakılsaydı buradan da sağlıklı sonuç alınırdı.

    üçüncü paragraf ise artık tamamen manipüle edilen beynimizle alakalı. beynimize hayvanın peluşu anne olarak gördüğünü kodladılar. şimdi de hayvanı geniş, nispeten konforlu bir odaya koyuyorlar. yeni keşfettiği odada yöneldiği yer neresi oluyor peki? konfor. ardından hayvanın daha önce peluşu nötr alanı olarak belirlediği için beslenme haricinde vakit geçirmediği ve yüzü bile olmayan teli koyup "bakın hayvan ona gitmedi" diyorlar. yetişkin bir insan olarak düşününce bile kimse sünger yatak varken soğuk (soğuk demişken, tel ısıtılınca hayvanların tele eğilimli oldukları da görülmüş) çivili yatakta yatmaz zaten. sonra ne oluyor peki? birden bizim önceki güvenli bölgemiz odaya getiriliyor. bir de bakıyoruz hayvan direkt oraya gidip rahatlamasının ardından etrafı keşfe çıkıyor. bir de hikayeyi "sevgisiz kalan tüm hayvanlar beslenmelerine rağmen öldüler" diye bağlamışlar. sonunda da mükemmel bir "bebeklerinizi sevip okşayın" mesajı kalmış.

    deneyin etikliğini tartışmıyorum. söz konusu kobay faresi gibi insana benzemeyen canlılar olunca etikten bahsedilmiyor da birkaç maymun niye böyle yankı yaratıyor anlamış değilim. o tartışmalara girmeden devam edeyim. deneyde kontrol grubunun bile olmaması sorunu var. sevgisiz büyüyenler öldü. peki deneyde annesiyle birlikte olan ve sevgiyle büyüyen maymun var mıydı? annesinin yanında olup sadece biberonla beslenen maymun var mıydı? ölenler belki verilen sütten, ortam sıcaklığının ayarlanamamasından veya salgın hastalıktan öldüler.
  • bence harlow’un yaptıgı deneylerden çıkan önemli sonuçlardan biri de dokunmanın kısıtlı olduğu yavrularda bağışıklık sisteminin zayıflaması. erken dönemde kendisine dokunulan yavrularda patojenlere karşı antikor üretme başarısı daha yüksek olmuş. babalar ile ilgili test yapılmamış olsa da aynı durumun babalar için de geçerli olduğu düşünülmektedir.
  • (bkz: #116657180)
  • ustune cok sey soylenebilecek, goruntulerini omrumun sonuna kadar unutamayacagim bir deney. istediginiz filmi cekin, milyon dolarlar harcayin; korku ve acizlik duygularini deneydeki maymunlardan daha iyi yansitacak bir sey yapamazsiniz zira bunlar saf ve gercek.
  • gecenin köründe beni psikolojiye giriş vizesine çalışırken kahrımdan öldürecek hayvancıklar. yarım saattir ağlıyorum. kahroldum. biraz da kendi metal annem yüzünden sanırım.
hesabın var mı? giriş yap