• interpersonal theory adindaki teoriyi gelistiren sahsiyet
  • hule, ki$iliğin varsayımsal bir kavram olduğunu ve ki$iler arası ili$kilerden ayrı olarak incelenemeyeceğini söyler. inceleme birimi insan değil ili$ki durumudur. ki$iliğin yapısal örgütü, içsel algılardan çok insanlar arası ili$kilerin ürünüdür.
  • herbert (harry) stack sullivan, amerika'da doğup fransa'da vefat etmiş bir neo-freudian psikiyatrist ve psikoanalist.

    kendimizi temelde üç şekilde görürüz diyor: the good-me, the bad-me, and the not-me.
    türkçe'ye genellikle iyi-ben, kötü-ben ve ben-değil veya ben-olmayan şeklinde çevrilmiş.

    iyi-ben kendimizle ilgili sevdiğimiz ve başkalarıyla paylaştığımız her şey, kötü-ben negatif bulduğumuz, sevmediğimiz, başkalarıyla paylaşmadığımız, belki kendimizden bile sakladığımız şeyler ve ben-olmayan da kendimizle bağdaştıramayacak kadar anksiyete yaratan, bu anksiyeteden kurtulmak için bilinçaltına ittiğimiz, bir parçamız olarak kabul etmediğimiz şeyler oluyor.
  • insana olan umut ve inancıyla etkileyen kişilik.
    on ergenliği 8,5 yaş olarak kabul eder.
  • ona göre kişiliğin varolabilmesi için ikinci bir insan zorunluluktur.
    yani bir çocuğun kişiliğinin gelişmesi için diğer insan olmazsa olmaz. su ve oksijen gibi.
    e ama eğer o çocuk genel olarak yalnızsa?
    7/24 insanlarla vakit geciremiyoruz sonuçta.
    işte o zaman da yaratılan hayali bir kişilik ile birlikte yani gerçekte var olmayan kişilerle etkileşimlerimiz sonucu kişiliğimiz oluşur.

    bana sizofreniyi anımsattı. elbet benim bilemediğim bir nokta vardır.

    psikolog.
  • fakir bir ailenin yaşama tutunabilen tek çocuğu. kendisinden önce doğan kardeşleri bir yaşını bile dolduramadan hayata veda etmişler. ailesi tarafından fazlasıyla el bebek gül bebek yetiştirilmiş hal böyle olunca.

    ilerde psikiyatrist olan harry sullivan'ın kuramı kolay anlatılır bir kuram değil elbette bu yüzden kişiliğin gelişimi ile alakalı kısımlardan bahsedeceğim.

    sullivan bizlerin yedi gelişim evresinden geçtiğimizi söyler. bunlar bebeklik, ilk çocukluk, ikinci çocukluk, önergenlik, erken ergenlik, geç ergenlik ve yetişkinliktir.

    bebekliğin doğumla başlayıp 18-24 aya kadar devam ettiğini söyler. annenin şefkati ve kaygısı bu dönemin vurgusudur. bu dönemde oral girişler önemlidir dere ama freud gibi erotojenik bir özellik atfetmez bunlara yalnızca solunum, doyurulma, ağlama gibi hayati işlevler üzerinde durur.

    bu dönemde bebeğin iyi doyurucu meme ve kötü meme algısından bahseder. bebeğe göre iyi meme duyarlı sevecen anne tarafından çocuk açken sağlanan memedir. kötü meme ise kaygılı annenin memesidir ve o kadar hoş olmayan özellikler taşır ki bebek açken dahi bu memeyi reddetmektedir.

    bu dönemde bebekler sıklıkla ağlarlar. bu ağlama onlar için kaygıyı azaltıcı ve gereksinimlerini doyurucu etkide önemli bir yöntemdir. bebeğin ağlaması kaygı nedeniyle ortaya çıktığında ve anneler bu ağlamayı açlık ağlaması olarak değerlendirip bebeğine zorla meme vermeye çalıştığında çocuğun kaygısı azalmayıp artacaktır. bu kaygının artmasına annenin, bebeğinin memeyi kabul etmemesi durumunda artan ve empati yoluyla bebeğine geçen kaygısı da etki etmektedir.

    eğer gereksinimi giderilmez ve çok geciktirilirse gerilim daha da uçlara tırmanır. bebek soluk almada güçlük çeker hatta soluğu kesilebilir. bu durumda doğuştan getirilen duyumsamazlık ve uyuklama tepkisi açığa çıkar ve gerilimi azaltmak için bebekler uykuya dalarlar.

    ilk çocukluk sintaksik dilin ortaya çıkmasıyla başlar ve oyun arkadaşlarına duyulan ihtiyacın ortaya çıkmasına kadar devam eder. yani yaklaşık bir buçuk yaşından beş altı yaşlarına kadar olan dönemi ifade eder. bebeklikte olan iki farklı anne kişileştirmesi bu dönemde teke dönüştürülür. bu yüzden de bebeğin/çocuğun anne algılaması daha gerçekçidir. bununla beraber yine parataksik düzeyde iyi anne ve kötü anne kişileştirmeleri varlığını sürdürür.

    baba bu dönemde göz önüne alınması gereken bir diğer otorite figürü olarak varlığını sürdürür, bu da çocuğun baba kişileştirmesinin şekillenmesine yol açar.

    cinsiyet kavramı da gelişmeye başlar çocuk aynı cins ebeveyni gibi olmak ister ama sullivan bu özdeşimde freud gibi ödipal bir kompleks olduğundan bahsetmez. ona göre bu özdeşimlerin ortaya çıkma sebebi çoğu ebeveynin kendi cinslerinden olan çocukla daha rahat olmaları ve o cinse ait davranışları onaylama ve yakınlık göstermeyle daha çok ödüllendirilmeleridir.

    bu dönemde potansiyel bir diğer sorun olan yalnızlığa dikkat çeker ve çocuğun her isteğine boyun eğilmemesi gerektiği kadar çocuklara aşırı derecede baskı kurulmamasının da altını çizer.

    daha sonraki gelişim basamağı ikinci çocukluk yani okul çağı 5-6 yaştan 8.5 yaşına kadar olan kısımı ifade eder. bu dönem bir oyun arkadaşı ihtiyacının ortaya çıkmasıyla başlıyor ve aynı cinsten yakın bir arkadaşlık kurulana dek devam ediyor.

    bu dönemde kendilik sistemi gelişiminin esnek olduğunu ve değişime açık olduğunu söyler bu nedenle kişilikte olumlu değişimler yapmak mümkündür. bu dönemde kazanılması gerekenler çocuğun rekabet etmeyi, uzlaşmayı ve işbirliği yapmayı öğrenmesidir. kişiler arası ilişkilerde başarısızlık ve deneyimsizlik bu dönemin tipik özelliğidir ve bu özellik diğer insanların kişisel değer duygularına karşı duyarsızlıkla kendini gösterir.

    ön ergenlik dönemi 8.5 yaşından ergenliğe kadar devam eder. aynı cinsten bir kişiyle yakın arkadaşlık kurma zamanıdır. önceki tüm evrelerde kişi ben merkezcil ve yalnızca kendi çıkarları üzerine kurulu arkadaşlıklara sahiptir. bu dönemde çocuk ilk kez diğer karşı kişiye içten bir ilgi göstermektedir.

    bu dönemin en önemli gereksinimin aynı cinsten biriyle yakın ilişkiler kurabilme; en önemli özelliğinin ise sevme kapasitesinin başlaması olduğunu söyler. sevgi kapasitesinin ortaya çıkışı genellikle ilk olarak kişinin kendi cinsinden birine karşıdır.

    sullivan'a göre önergenlik dönemi yaşamın en sorunsuz ve kaygısız dönemidir. bu dönemde çocuklar şehvetle karışmamış bencil olmayan aşk yaşayabilirler. eğer çocuk bu dönemde içtenliği öğrenemezse sonraki kişilik gelişimi de muhtemelen ciddi ölçüde güdük kalacaktır der. öte yandan bu dönemde geçmiş olumsuz etkiler içten bir ilişkinin olumlu etkileriyle azaltılabilir diye de belirtir.

    sullivan'a göre gelişimin ilk aşamalarında yapılan hatalar önergenlikte düzeltilebilmekte zira önergenlikte yapılan hataların sonraki aşamalarda düzeltilmesi zordur.

    erken ergenlik dönemi puberte ile güçlü bir şehvetin açığa çıkmasıyla başlar. bir kişiye karşı cinsel ihtiyacın ortaya çıkması ile son bulur. güvenlik keya kaygıdan uzak olma ihtiyacı da devam etmektedir. bu nedenşe içtenlik, şehvet, ve güvenlik üç koldan ergene stres ve çatışma yaratır.

    bu dönemde içten arkadaşlıkla ilgili hiç deneyimi olmayan bir erkek çocuğu kızlara gerçek bir ilgi göstermeksizin/ duymaksızın kızları bir seks nesnesi olarak görebilir. ya da erken ergenlik dönemindeki bir kız erkek çocukları tahrik edebilir ama onlarla ilişki kurma yeteneğinden yoksun olabilir.

    geç ergenlik döneminin kazanımı ise aynı kişiye karşı hem şehvet hem de içtenlik hissedebilmektir. sürekli bir aşk ilişkisi kurulduğu vakit olan yetişkinlikte bu dönem son bulur. bu dönem lise yıllarını kapsar. 15 yaş ile 18 yaş arası olan dönemi.

    yetişkinlik dönemi geç ergenlikten sonraki son basamaktır. sullivan bu döneme pek fazla şey atfetmemiştir. belirgin özellikleri arasında kişiler arası davranışlarda oldunluk ve gerçek sevgi için uygun kapasiteye sahip olmak vardır. freud'un genital dönemi ve fromm'un üretken kişiliği ile hemen hemen aynı dönemi kapsar. ancak sullivan insanların bu özellikleri kazanması ile alakalı pek karamsardır ona göre bizler ancak ön ergenlik dönemine kadar gelebilen varlıklarız bu noktadan sonra yaşamın stresiydi şusuydu busuydu derken salıyoruz her şeyi ve kimse birer yetişkin olamıyor.
  • “insanları diğer insanlar hasta ettiğinden, onları yine diğer insanlar iyi edebilir.” demiş ve insan ilişkilerini özetlemiş, şizofrenlerle çalışmış kişilik kuramcısıdır.
  • personification denilen olayın sürekli ve değişmez olduğunu savunan kişi.
    ilginçtir, insan ilişkilerini dinamizme bu kadar bağlayan birinin kaygı tutumunu geri dönüşsüz bir algı olarak tanımlaması ama psikanaliz deyince de sensin tabi harry abi, öyle diyorsan öyledir.
  • kişinin sağlıklı ilişkiler kurmasının bireyin iyi oluşunu etkilediğini düşünen psikolog.

    sullivan'a göre birey tek başına incelenmesi gereken bir birim değildir. bu nedenle kişiyi çevresinden ayırmadan inceler. ona göre kişilik ya da kendilik, bireyin içinde oturan bir şey değil de diğer insanlarla etkileşimlerden ortaya çıkan bir şeydir. kişiliğin sadece kişilerarası durumlarda görünür hale geldiğini söyler.

    freud'tan farklı olarak nesneyi bağlamadan koparmadan ele alır. kişilerarası bakış açısına göre bireye geçmiş ve güncel ilişkileri dikkate almadan odaklanmak, bireyi anlaşılabilir kılan bağlamdan kopartır. bunu da bir hayvanı doğal çevresinde değil de bir kafeste gözleyerek hayvan davranışını incelemeye benzetir. kafesin içinde yaşayan canlılar olmadığımızdan kişiliğimiz ele alınırken sosyal çevremiz de kişiliğimizle birlikte ele alınmalıdır.

    psikoanalistler bastırılmış arzuları ve fantezilerin arayışında iken sullivan gözden kaçmış kişilerarası etkileşimleri önemser. klasik bir analist saklı arzuların sansürlenmemiş biçimde görünmelerini bekler ve sonrasında onları yorumlar. sullivan ise ayrıntıların peşinden koşar. hastayı tanımaya önem verir.
hesabın var mı? giriş yap