• güftesi rıza tevfik bölükbaşı'na ait bir lemi atlı bestesi. bir de bu eserin son kısmındaki "o güzel ismini son nefesimde, anıp da bahtiyar ölmek isterim" şiirin orjinalinde "o nazlı ismini son nefesimde anıp da bahtiyar ölmek isterim" şeklinde imiş. tabi zamanla hanendeler olayı genelleştirerek "o güzel ismini" diye okumaya başlamışlar.
  • gramofonda, müzeyyen senar'ın gençlik sesiyle dinlenilmesi gereken hicaz eser:

    hastayım, yalnızım, seni yanımda
    sanıp da bahtiyar ölmek isterim
    mahmûr-ı hülyâyım, câm-ı lebinden
    kanıp da bahtiyar ölmek isterim

    bir olmaz emelin düşdüm peşine
    vuruldum hüsnünün şen güneşine
    güzel gözlerinin aşk ateşine
    yanıp da bahtiyar ölmek isterim

    taliin kahrı var her hevesimde
    boğulmuş figanlar titrer sesimde
    o güzel ismini son nefesimde
    anıp da bahtiyar ölmek isterim
  • tutanamayanlarda bir arka sokak meyhanesinin palimpsest tahta masasında içilen mey e en lezizinden ve latifinden meze olur. "hastayım yalnızım" diye iki kelime ve tırnak içinde kullanılır...
    şarkı, terkisinde bir figan, gözlerinde belli belirsiz bir mal-i hülya, melul ve biraz malul , biraz kırkikindi kırığı bir güfte ile ona eşlik edinmeyi bir görev addederek dikine gitmek isteyen bir çift incesaz uçarılıkla bütün şehri bir uçtan bir uca dolaşır; pek çok sahne görür, pek çok kişiye yoldaş ve sırdaş olur, diline konduğu herkesin ortak dili olur.
    buyrun:
    " sarhoşların şarkısı yavaş yavaş salona yayıldı. sıcakla birlikte merdivenlere tırmandı, günah odalarınının içine , kapı altlarından sızdı, kapağı açık kömür sobalarına girdi, kurum dolu bacadan gecenin ortasına süzüldü. gecenin sıcağında buharlaştı, eridi; yoldan geçenlerin elbiselerine, ruhlarına sindi. otomobillerin açık pencerelerinden girdi, şöförlerin derilerinin altına işledi. şoförler ellerini radyolarının düğmelerine uzattılar, hafif müziği kapayıp arap istasyonlarını aramaya başladılar. şoför emrullah, derisinin altında şarkının girdiği yeri, ortaparmağının direksiyon sallamaktan sertleşmiş eklemini, hafifçe kaşıdı. hafif bir zehirlenme. aynı parmakla gözünü kaşıdı; aynı parmakla başını kaşıdı. sarhoşların şarkısı, kelebek camından dışarı uçtu. içerlemişti: beni arap müzüğiyle karıştırıyorlar, diye söylendi. yayalar için yanan yeşil ışıktan yararlanarak karşıya geçti. yükseldi hastayım yalnızım... oldu ve kapanmakta olan bir meyhanede, istatistik umum müdürlüğü kaleminden emekli niyazi beyle, tombalacı akif'in fasılındaki peltek güfteye karıştı. kapanan kepengin paslı aralığından sıyrılarak asfalta çıktı. eline çanta-radyo taşıyan bir işçinin omzuna kondu; yorulmuştu. şehrin fakir mahallerinden birine giden çamurlu bir otobüse bindiler. eski otobüsün homurtuları arasında bir süre sesi duyulmadı. ışıklı yolları geride bıraktılar; sarsıla sarsıla tozlu yollarda ilerlemeye başladılar. sesini biraz yükseltti..."
  • "bir hasta sabahı beklerken leyla’ya giden yolda uçan kuşlar mı birer kays; yoksa kays’lar mı birer kuştur?!.. her kuş bir türkü tutturmuş hasretini içine çekerken hangi kays’tır kum tanelerince ayrı maceralarda sınanan, ve hangi kuştur kays’lığa yükselen?!.. her nefesinde başka dünyalar bulunan leyla’ların mavera takılı dudaklarında can mı çığlıktır, çığlık mı can olur kays’a doğru?!..

    bir hasta sabahı bekliyor... çark–ı felek nakşında desenlerin en hüzünlü rengiyle... acıların yüzünde beliren tebessümleriyle... yarın bir kervan yola çıkacak; bir halay saltanat tahtına erecek... oyası ateşle işlenen gergeflerin çırpındığı delicesine zamanların hastaları, acı tekilliklerin şelalesine rahmet serpiyor çevre çevre; peçesi yırtılan gecelerin yalnızlık dostlarını arıyor oda oda... gözbebekleri eskimiş harfler gibi masal acılarını anlatıyor koridorlarda ve yunup yıkanan bir paklık tarih olmaya hazırlanıyor beyaz yatakta.

    bir hasta sabahı bekliyor... her nefeste bir tabut çıkıyor kapıdan; her saniyede bir mezar kazılıyor. iyodoform kokularında ülkeler batıyor; seherlerde tefe’üller okunuyor, ve her şey hayra yoruluyor. melekler ağlıyor yukarılarda şefkat şefkat; yazılar tükenmez hayallerle yazıyor son cümlelerini. eyyûb’a bağışlananın kendinden esirgendiğini sanıyor bir gelincik, ve bir bebek süt için ağlıyor sabah kuşlarına bakarak.

    bir hasta sabahı bekliyor... yatakları kimin ölçüsüne göre yapıldığı belli olmayan hastahanelerde kutsal metinlerin şerh düştüğü hastalar yatıyor yan yana; ve akıldan sıyrılmış tevatürlerce çoğalıyor inlemeleri. bir başka takvimdir duvarında asılı duran odanın ve saati bir başka saat. çocuk koğuşunda acılar numara diye yazılmıştır neşe kokan yataklara.

    bir hasta sabahı bekliyor... toprağın zehirini arıtarak nasıl gelişirse bir zakkum, öyle büyüyerek geliyor kokusu ıstırabın ve hastalıklar hiç ihanet etmiyorlar hastalarına. hekimler yalnızca kendi hüzünlerini aldatıyorlar balmumu kesilmiş benizlerin şeffaf örtülerini kaldırırken. tasından iksir yerine humma içiliyor gecelerin ve şiirin son mürekkebi son redifi bitiremeden bitiyor...

    bir hasta sabahı bekliyor... perhizini kaldırmışlar hekimler, ve içinden sûr’u besteliyor tesbih tesbih bir ninecik. dudaklarından döküp gözlerinde topladığı güller donmak üzere bir nazeninin. son yaradan sonra çıldıran ayrılığını merhem diye sarıyor bir yiğit yüreğine. “ben artık iyiyim!” diye yazıyor mektubunun son satırına bir anne. virüsünü kendi bataklığında titizlikle üreten bir baba ödem yeşili kıyametler devşiriyor...

    bir hasta sabahını bekliyor, neden sabah olmak istemiyorsunuz bir hastaya?!.. “gözyaşı” birleşik bir kelimeyse eğer, neden yaşınızı gözünüzden esirgemektesiniz?!.. mutluluklarınıza alacalar üşüşmeden, elinize bir güğüm süt alıp ve bir demet de gül, neden bir hastahaneye götürmüyorsunuz deste deste gülümsemelerinizi bugün?!.. elden ayaktan düşmeden, bozlaklarınızı, hoyratlarınızı şeker diye eritip bir bardak suda, neden sunmuyorsunuz bir hastaya?.. sizin de orada bir hastanızın olmasını mı bekliyorsunuz acep?!.. bize hiç dokunmamış ellerinden tanımak için bir hastayı, yolların ihanetine mi uğramaktasınız?!.. paylaşılmayan lokmaların ve yalnız yenilen gamların kıskacında ne vakte değin mahpusluklarda kalacaksınız?!.. başka hastaları ziyaret etmeyen kendi hastasını da ziyaret edemeyebilir, hiç düşündünüz mü?!..

    umudunu yitirmeden bir eyyûb... ve çın seherde matem dolu sabahlar olmadan... hangi hastanın yüzünü aydınlatırsan aydınlat; selam sana!.. "

    iskender pala
    31.01.2002
  • hiçbir şey yokken dinlendiğinde efkar yapan eser. günün ortasında 35lik açıp demlenesi, olmadı 70lik açıp birkaç kişi daha bulup muhabbetin dibine vurlası geliyor. ama efkara devam etmek şart.
    dinlenilesi, eşlik edilesi tsm şarkıları listesinde ilk 10 içerisinde.
  • bilgisayarımda müzeyyen senar'ın gençlik sesinden (kalplerden dudaklara özel albümünden) ve selma sağbaş'ın (büyük besteler büyük ustalar albümünden) iki ayrı yorumu bulunan hicaz yürük semai.
  • yetmişli yıllara ait gönül akkor yorumu da nefistir. bu yorumun yer aldığı albüm: (bkz: deli gibi sevdim)
  • (bkz: mekister)
  • (bkz: vah vah)
    (bkz: kıyamam)
hesabın var mı? giriş yap