4511 entry daha
  • babam kemoterapi görüyor. ismini anmak istemediğim taştan ve soğuk bir hastanede. insan hastanelerden nefret eder mi? ediyor işte! nasıl oluyor, ne ara gelişiyor bu kin, bilmiyorum. sadece nefret ediyorum.

    ***

    iki ay kadar önce...

    sabahın sekizinde hastaneye gidiyoruz. babam yorgun, annem bitkin, ben duygusuz. neyse işte, babamı kemoterapi alacağı salona bırakıp ilaçlarını almaya gidiyorum hastanenin eczanesine. döndüğümde babamın yan koltuğunda (evet sedye değil, koltukta oturarak alıyorlar kemoterapiyi) ergenliğe yeni girmiş bir genç. kafasında annesinin tülbenti, çiçekli miçekli, allı güllü böyle. yüzünde tarifsiz bir gülümseme bakınıyor. salondaki insanlar, televizyonlar, koltuklar, askılar, cihazlar hepsini merakla inceliyor. ben babamın ilaçlarını hemşireye verip bankodan bir battaniye alıyorum. tam babamın üstüne örtecekken babam kaş göz işareti yapıyor, anlamıyorum, eliyle genci gösteriyor. bakıyorum çocuğa, parmak uçlarını nefesiyle ısıtmaya çalışıyor. üşüyor belli, hatta çok üşüyor. yanında da kimse yok, muhtemelen yakını ilacını almaya gitmiş. aptallığıma kızıp çocuğun üzerine battaniyeyi örtüyorum. teşekkür ediyor çocuk, sonra gidip babama bir battaniye getiriyorum. çocuk daha bir neşeli bakıyor, daha bir merakla. babamla çocuğun arasına bir sandalye çekip oturuyorum.

    aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. salon her geçen dakika doluyor, tüm suratlar asık, tüm suratlar yerde. bir tek bu genç gülüyor gibi, bir tek onun umudu var sanki. biraz sonra benden en fazla üç yaş büyük bir adam geliyor. elinde ilaçlar, telaşlı, ne yapacağını bilemez gibi. bankoya gidiyor, ilaçları veriyor. dönüyor, bakınıyor, telaşla bir daha bakınıyor, bir daha, bir daha... tüm gözler ona dönmüş, yanımdaki çocuk nasıl kıkırdıyor. adamın sonunda aklına seslenmek geliyor ki "cem?" diye bağırıyor. yanımdaki genç; "baba burdayım, gel!" diyor, ama nasıl gülüyor. adam çocuğunu tanıyamamaktan mı, bağırdığından mı, çocuğunun gülmesinden mi artık nedense mahcup, kafası önünde geliyor. oğluna soruyor;

    "battaniyeyi nereden buldun oğlum?"
    cem yüzündeki gülümsemeyle beni gösteriyor,
    "bu abi getirdi baba, biraz üşüdüm de"
    "teşekkür ettin mi abine peki?"
    "etmez olur muyum baba?" diyor cem.

    ben hafifçe başımı eğerek adama selam veriyor, cem'e gülümsüyorum. konuşmak istemiyorum o gün nedense. insanların öyküsünü dinlemek, onlarla umut bulmak, onlara umut vermek gelmiyor içimden. sadece serumun bitmesini, bir an önce bu iç karartan yapıdan kurtulmayı düşlüyorum. hemşire geliyor adama bir şeyler diyor, adam bana dönüyor.

    "bilader bi ilacı almamışım sanırım, eczaneye gidip gelene kadar cem'e bakar olur musun?" diyor, "olur!" diyorum sadece, adam teşekkür ediyor, tekrar teşekkür ediyor, oğlunu öpüp gidiyor. ben dalmışım yine, bir ses duyuyorum, "bakar mısınız" diyor biri, babam beni dürtüyor, bakıyorum konuşan hemşire.

    "çocuğun kolunu açmama yardım eder misiniz? " diyor, kafamla onaylayıp cem'e yaklaşıyorum. battaniyesini göğsüne kadar indirip kazağının içinden ince kolunu çıkartıyorum. mosmor cem'in kolu, delik deşik. gülüyor ama hala hemşire serumu takarken. battaniyesini düzeltiyorum, serumu akışına bakıyorum.

    "iyi misin cem?" diyorum, sanki benim ona bir şey sormamı bekliyormuş gibi "iyiyim abi de sana bir şey sorabilir miyim?" diyor. kafamla onaylıyorum;

    "ankara hep soğuk mu böyle?" diyor. düşünüyorum, ankara olmasa da burası hep soğuk!
    "hayır, aslında kışın daha soğuk olur." diyorum, nereden geldiğini sormuyorum, biliyorum ki dünyanın en soğuk yeri burası, her yer buradan daha sıcak,

    "bu ilaçlar beni ısıtır mı abi?" diye soruyor bu sefer, aklım duruyor, nefes alışım duruyor, kemoterapi insanı ısıtır mı bilmiyorum, ne diyeceğim bilmiyorum,
    "sana daha önce kemoterapi vermediler mi?" diye cevap veriyorum soruya;
    "verdiler ama o zaman yazdı, zaten üşümüyordum." diyor. gidiyorum, bankodan bir battaniye daha getirip üstüne örtüyorum. ince parmaklarımı avuçlarıma alıyorum, ısıtmaya çalışıyorum...

    "nasıl ısındın mı biraz olsun cem?" diyorum, "yok abi, ankara'ya geldik geleli üşüyorum." diyor. "babam ben iyileşince beni tekrar yakacık'a götürecek, bizim köyümüz hep sıcak biliyor musun?" diye ekliyor. yakacık, acaba nerenin köyü diye düşünüyorum. her köy buradan sıcaktır diyorum kendi kendime...

    cem'in babası geliyor o ara, teşekkür ediyor bana, ben ona teşekkür ediyorum. saçmalıyorum böyle anlık bir şekilde. ikimizde gülüyoruz. babama bakıyorum, uyumuş çoktan. annemi çağırıyorum salona, ben çıkıyorum, ankara'nın sokaklarına karışıyorum bir kaç saatliğine... döndüğümde cem gitmiş oluyor, babam "ne akıllı çocuk, yazık" diyor. sormuyorum yine durumunu, taksiye biniyoruz eve doğru yola çıkıyoruz.

    "baba" diyorum bir zaman sonra,
    "şu benim kitap için hani çinçin'deki anılarını anlatacaktın!",
    "yorgunum oğlum, sonra anlatayım" diyor,
    "ama baba sen diyordun ya hani, biri demiş, anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır." gülüyor ince ince,
    "sen diyordun la o lafı, neydi adamın adı?"
    "andre gide."
    "anca gider, doğru. ben de sana gele gide anlatacam demiştim değil mi?"
    "evet baba!" diyorum, hafif somurtarak. esprinin kötü olduğunu anlamasını istiyorum.
    "tamam oğlum evde anlatayım." diyor. fazla üstelemiyorum, o yola dalıyor ben elimdeki dergiye...

    ***

    biraz önce babam aradı.

    "ne yapıyorsun la işe yaramaz!" dedi. hep öyle der zaten, üstünde durmadım. yedinci kürünü alacaktı bugün kemoterapinin, sesini kötü duymaktan da korkuyordum açıkçası, iyi oldu.
    "iyiyim baba, sen nasılsın." dedim, "bi kanser hastası ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim." dedi, hafif gülerek. "sana bir şey soracağım" diye de ekledi.
    "buyur baba." dedim.
    "sen bi adamın sözünü söylüyordun ya bana, kitap için mi ne demiştin?"
    "hangi adamın baba, bin değişik şey söylemişimdir sana."
    "la bu gide gele miydi, gele gide miydi, neydi?"
    "andre gide!"
    "hah o adam. ne diyordu o?"
    "anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır."
    "tamam işte, senden bir şey istiyorum."
    "buyur baba!" diyorum merakla,
    "cem'i yaz oğlum, ankara'nın cem'i nasıl üşüttüğünü yaz." diyor,
    nefesim kesiliyor, ne cevap vereceğimi bilemiyorum. sonra zorlukla;
    "olur baba." diyorum. "yazarım!"
    babam telefonu kapatıyor, ben yazmaya başlıyorum...

    edit: çok insan mesaj attı, geçmiş olsun dedi, dua etti, sabır diledi. herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. babam ve cem'in durumları şimdilik iyi, bizler inanıyoruz her ikisi de bu rahatsızlığı yenip ölümün elinden bir şeyler kurtaracaklar.

    edit 2: babam iyi, çok iyi, mezarını aldığım insanın hala nefes alıp vermesi ise anlatılamaz. kendisinin ağzından söylemek gerekirse; "sigara içmeyin, bol bol rakı için!" babam yaşamayı başardı, cem şu günlerde yirmisine varmış, askere almamışlar, onu çok dert ediyor. soranlara babamın, cem'in çok selamı var.

    not: bu entry bir yerlerde çok dönüyor ki bana sıklıkla babamı ve cem'i soran mesajlar geliyor, o yüzden bir açıklama yapayım dedim. babam batıkent ilkyerleşim mahallesi'nde, cem ise mersin'in yakacak köyünde yaşamaya devam ediyor. bu entryi kurgu diyen kalitesiz insan ürünlerine duyurulur.
6597 entry daha
hesabın var mı? giriş yap