• (bkz: brek)
  • hem brek ile hem de cava grande ile çalışan müzisyen. sanırım izlanda'ya göçüyor.
  • kendisine verilen cömert kredileri müsrifçe harcadı. tolga tüzün'ün torpillisi olarak ulaşamayacağı müzisyen/sahne/medya yok gibi. cumhuriyet gazetesi'nin pazar ekine bile çıkarttılar. üstelik iki koca sayfa. bu şans ne cem esen'e, ne füsun köksal'a, ne evrim demirel'e ne celil refik kaya'ya verildi. niçin? hep erkeklerden bahsediyoruz arada bir de kadınlardan bahsedelim diye verdiler bu şansı desem, değil. füsun köksal da "kadın cinsiyetli birey". tırnak içine aldım çünkü laf hazal'a ait (onun yaşındaki her kadıköylü/cihangirli feminizim goygoyuna kapılacaktır. onu bu yüzden eleştirecek değilim. tuluğ'un yaşına gelip hala aynı goygoya devam ederse o zaman bakarız). niçin füsun köksal'a "müziğimizin altın kızları" başlığı altında tek satır reva görülüyor?
    enstrümanına hakim, icracılığı şahane diye vermiş olabilirler mi bu şansı hazal'a?sanmam. icracılığı vasat altı. kusura bakmasın ama bu kıza panama filarmoni orkestrasında bile iş vermezler. hadi diyelim ki şahane. e cem esen neden yok? uluslararası ödüllere de layık görüldü. hadi o tıfıl diyelim celil refik kaya niçin yok? evin hanım köşesinde bir kere bahsini açmıştır o kadar. yahu adamın albümleri naxos'tan çıkıyor. herif hakiki bir virtüöz. hatta rahatlıkla diyebilirim ki türkiye'nin dünya çapındaki tek klasik gitar virtüözü.
    hazal bestecilik okumuş, beste falan yapıyormuş. herhalde ondan bu ilgi desem yine yok. evrim demirel de besteci üstelik görece tanınmış da bir besteci. kimse onunla böyle bir röportaj yapıp da koymamış. daha evvel yazmıştım; burak özdemir (bkz: #98003200). hah. bir de o züppeyi afiş yapmıştı cumhuriyet. neyse o başka konu. hazal'a dönelim. cumhuriyet niçin burak'ı, hazal'ı falan afiş ediyor? bu kadın hangi başarısına istinaden bu sayfayı işgal ediyor? soundcloud'una giriniz hanımefendinin ve eserlerini dinleyiniz. sizi temin ederim tolga tüzün bile baştan sona dinlememiştir. bana inanın. fakat ben dinledim hem de 2 kez ve başka hiçbir işle uğraşmadan (geçen günlerde sinanılmaz hakkında yazmıştım da prodüktörü taner yücel beni önyargılı olmakla, mahlas arkasına sığınmakla, ezbere konuşmakla itham etmişti. ama eklemiş: "en azından dinlemiş". taner prodüktörü olduğu o boktan şarkıyı, şarkı çıktıktan 3 gün sonra dinledi dostlarım) hazal'ın eserlerini dinleyince neyle karşı karşıya olduğunuzu daha iyi anlayacaksınız. bunun adı adam sikmektir. anlaşılması zor, derin ve çağdaş bir sanat eseriymiş gibi duruyor biliyorum ama değil. böyle böyle sikiyorlar insanları. istanbul bienali'ne davet edildiydi. hangi sıfatla, nasıl bir bağlantıyla oraya girebildi hayret. bunun torpili nereden diye düşünmeden edemiyor insan. orada unutulmaz bir performans sergilemiş: biomüzik performansı. bilgisayar kullanmayı bilen herkesin (apple olmasa da olur) yarım günde öğrenebileceği bir hokkabazlıktır bu. yarın bunun workshop'unu da yapar, ertesi günü sanatatak'ta haberini okuruz.

    keşke bunca bağlantıyı, imkanı, çevreyi ve zamanı üçüncü sınıf demode müzik gruplarında (evet brek'i kast ediyorum) ve kimsenin dinlemediği/izlemediği performanslarda harcamasaydı. bu mikrocemiyetin performans tutkusunu anlamlandırabilen var mı? neden konser, icra bilmem ne değil de ille de performans? bunların performans dediği şey "yapmayı göstermek"tir. dertleri yapmak değildir. gösteremedikten sonra yapmanın ne kıymet var?
  • varlığından sözlük'te yazılmış bir entry ile haberim olduğu, kim diye aradığımda ise içinde bulunduğumuz günlerde yani 2020 nisan ayında kulağında ipod kulaklığı ile macbook önünde mazzy star söyleyen, fiona apple'ın depresif ergen hareketlerini taklit eden bir genç karşıma çıktı. ben de benzer hareketleri 15 yaşındayken pj harvey dinleyip yapıyordum da yani artık 30'una gelmiş, hem de çok çok okumuş, çok çok önemli yerlerde bulunmuş bir müzisyende oldukça sıradan duruyor, ilginç gelmiyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=4idhtvgrdce

    önceki entry'de hakkında uzun uzun yazılmış, ben o kadar tanımıyorum açıkcası bilmek de istemiyorum. ne var ki şunu çok iyi biliyorum ki bazı insanlar vasat da olsa bir şekilde bir yerlere gelebilirler, bir şekilde ortalıklarda varlık sergileyebilirler. o dokunuş vardır onların kumaşında ve onu da çok iyi kullanırlar. kendisi de biraz o tarz gözüküyor, almış bilgi'nin gazını arkasına gittikçe gidiyor.
    üşenmedim diğer yaptıklarını da dinledim ve "iyi ki elektronik müzik dinlemeyi drum n' bass'te, house 'ta bırakmışım" dedim. bu kulaklar zamanında diamanda galas bile dinledi ama büyümek güzel şey; iyi, kötüyü, samimiyi ve sahteyi hemen ayırt ediyorsun. o yüzden eğer kendisi beğeniliyorsa, pseudo individualisationdir o (t.w. adorno diye yazayım da tam olsun). sahte bireyselleşme, kültür endüstrisi falan filan. yetenek veya deha değil.

    not: bugün yani entry'in yazıldığı gün prince 'in öldüğü günmüş. müzisyen, prince, deha , efsane, derken bizde de müzisyen bu. al sana coğrafya.
  • kim lan bu tatar ramazan.
  • facebook'taki duvarından bana cevap vermiş. özeti şu: iyi araştırma yapmamış, ön yargıyla hareket ediyor, emeğe saygı duymuyor vs.

    "yazıdan anladığım kadarıyla neler yaptığımdan pek emin olamamış" [...] "10 saniyelik bir google aramasıyla bulabilirdi"

    hazal benim ağzıma geleni içimden geldiği gibi söylediğimi sanıyor. aslında öyle olmadığını biliyor da bunun arkasına sığınmak kolay geliyor. neyse google'a "hazal döleneken" yazıp arayalım bakalım: instagram sayfası, ders ilanı, sanatatak'ta heterotopya sergisindeki işle ilgili bir yazı (başlığı foucault’dan yola çıkıp uzak öze gidiş. bunun üzerine ne yazabilirim ki zaten), linkedin sayfası, soundcloud sayfası, yeşil gazete'nin biomüzik performansı haberi vs. e ben zaten tüm bunlardan bahsetmiştim. yani yazdıklarımı okuyan biri hazal ile ilgili yeterince malumatım olduğunu ve bu malumatın kaynağının da google araştırmasından fazlası olduğunu anlayabilir. bunu hazal da anlıyor ve biliyor. fakat alıştığı atalet elini kolunu bağlıyor. tekerlek izinden gidiyor ve kolay olanı seçiyor: "beni okumamış, araştırmamış, dinlememiş, anlamamış". hayır efendim sizi pekala okudum, dinledim, araştırdım, tanıdım ve emin olun hempalarınızdan daha fazla gayret ettim anlamak için.

    "şimdiye kadarki sergilerden, yurtdışında çalınan bestelerden, sonar ve contemporary istanbul ve benzeri işlerimden haberi olduğumu sanmıyorum"

    sonar'daki boktan işten ve lümpen müziğinden (aynısını suma beach'te ögem yılmaz'dan veya markus tavern'de kerem'den dinlemeyi tercih ederim. hiç olmazsa bir sürü woke saçmalığa maruz kalmam), nardis'teki kulak yakan 'performans'tan (o günden sonra oğuz büyükberber dinlemeyi de bıraktım), take the aid train konserlerinden, bilgi yeni müzik festivalinden -elektroakustik kesişmeler-, isviçre'nin lokal bir radyosunda çalınan requiem for pluto'dan (yurt dışında (!) çalınan beste dediğin bu muydu? kasaba konservatuarının organizasyonunda (salerno) da çalmışlardı hani? evvelki entry'mde bu müzikten bahsetmiştim oysa), contemporary'deki biomüzik saçmalığından elbette ve ne yazık ki haberim var. bu yüzden sana verilen krediyi müsrifçe harcadığını düşünüyorum zaten.

    "...yaptıklarını internete koymaya üşenmiş biri olarak..."

    ay yok artık. pes. direk dansından japonya gezine; performans reklamlarından selfielere kadar her anını, fikrini paylaşan biri mi söylüyor bunu? ne vardı da dökümante etmedin kuzum?

    "kendisine gizli bir hayranlık beslediğimi itiraf etmeliyim ama beni hayal kırıklığına uğrattı."

    kadıköy-cihangir entelijansiyasının refleksidir bu. aydın, eşitlikçi, demokrat falandırlar ama kendilerine dokunana kadar. entelektüel şafak sezer (bkz: vedat özdemiroğlu) beni çarmıha germeye kalktığında yanımda olduğunuzu yazan destek mesajları geliyordu. bu desteğin teraziye sizi oturtana kadar süreceğini tabii ki biliyordum. tayyip sizin yanınızda zemzemle yıkanmış kalır.

    "arkasındaki güç kim? tanıdıkları mı, erkekler mi (?), kadın olduğu için mi böyle, hocası mı arkasında? işte böyle. naparsanız yapın arkadaki gücü arıyorlar"

    sondan başa gidelim; argümanım zaten penise (eril dil olmasın diye sik de yazamıyorum) sürülür hiçbir iş yapmamış olman hazal. hiçbir iş yapmayan birini o gazeteye çıkaracak tek şey bağlantılarıdır. bunu sen de ben de tolga da deniz de facebook'ta sana destek mesajı yazan sırtlanlar da biliyorlar. araya "erkekler mi?" diye de sıkıştırmış. yazımda böyle bir ima yok. zaten öyle bir ima olsa bu sefer de "cinsel yönelimi mi nereden biliyorsun? tabii ben kadınım ya illa erkeklerden hoşlanırım di mi? falan filan yazarsın. bu bir algoritmadır dostlarım. karşınızda bir bot var gibi hissedersiniz böyleleriyle konuşurken. siri'yi bile daha renkli bulurum çoğu zaman.

    "...müzikal eleştiri ile gelebilse..."

    eh peki. "pluto’nun gezegenlikten çıkarılmasına bir tepki olarak oluşmuş; zamanın döngüselliğinin, yatay ve dikeyliğinin başka yerçekimlerindeki değişkenliğinden bahseden görsel-işitsel performans"ı müzikal olarak eleştirmeye çalışayım.

    açılış teması yatay bir melodiden çok dikey melodiye dayanıyor. yürüyüşü oluşturan melodi değil armoni. sürekli tırmanan bir tema. basit fakat ardındakini saklayan bir tema. iyi bir başlangıç sayarım. temanın ikinci tekrarında yaylılardan biri tırmanıştan ayrılmaya başlıyor. pluto'nun gezegen olmaktan çıktığı nokta bu olsa gerek. anlatım yeteneği yüksek bir gelişim. düğüm bu denli sıkı olunca hep gerilmişimdir. çözmek gerçekten zordur. eline yüzüne bulaşır. burada olan da o. temanın üçüncü tekrarı ve çözümü felaket. bu düğümü hakkıyla çözebilmek için schnittke olmak gerekir. meraklısına iki numaralı yaylı çalgılar dörtlüsünün ikinci bölümünü (agitato) tetkik etmesini öneririm. hem yatay hem de dikey ilerleyen yüksek tansiyonlu bir gelişimin nasıl ilmek ilmek çözüldüğünü dinleyin. hazal ise düğümü çözememiş ve boşlukları doldurmuş. başıboş bırakmak istemediği için de bu laf kalabalığının çerçevesini çellonun ritmik motifiyle çizmiş. fakat tüm bu hazırlığa rağmen finale bir köprü kuramamış. final serimdeki temin bir çevrimi. klasik bir aaba formu. ya da belki aa'ba. öğrenci işi olduğunu dikkate alırsak geçer not verirdim yine de becerisinin sınırlarını gösteren daha incelikli bir iş kovalamasını önerirdim. fakat bu çalışmayı basit bir öğrenci taslağı olarak görürdüm. o kadar.

    hazal'a kıyak geçip uranisian'ı yazdım. dilerse la loba hakkında da ayrıntılı yazarım. fakat samimi görüşüm, la loba'nın kuru gürültü olduğudur. hatta bundan da fazlası. gürültüden de sanat çıkabilir fakat la loba bir tuzak. anlaşılması güç, derin ve zor bir şeyin ifadesi, sancısı, bilmemnesi gibi. fakat değil. sadece gürültü.
  • gözlerimizden ve kulaklarımızdan azalarak uzaklaşmasını diliyorum. kim pohpohluyor bunları yahu?
  • sempatik sanatçı, başarılı müzisyen. ayrıca çok da güzel.
hesabın var mı? giriş yap