*

  • şu anda beyin damarlarındaki tıkanıklık yüzünden hastanede yatmakta olan islamcı yazar.
  • asil adi omer okcu olan nurcu yazar, dusunur. hekimoglu ismail dedesinin adiymis. yillar boyunca bedi-u zaman'in talebesi imis ve hayatini risaleleri anlamaya vermis. said-i nursi'nin kisiligi hayatinda anormal bir iz birakmis. hatta diyor ki "biz risaledeki o sozlerin ne anlama geldigini ustadin hareketlerinden cikarmaya calisirdik." amerika'da elektrik-elektronik okumus. minyeli abdullah gibi bir sahesere imzasini atmis.helal olsun. bir de erzincanliymis.
  • nuriye akman ile agustos 2003'de bir röportay yapmis olan yazar. hatta ilereleyen asamalarda torun bile giriyor devreye.

    hekimoglu ismail ile sohbet etme fikri, gazetemle tanisikligimi pekistirme istegimden dogdu. ister okuru, isterse çalisani olsun, bana “hos geldin” diyen zamanci’lara “hos bulduk” demenin degisik bir yolu olacagini düsündüm.
    gazetenin fikir emekçilerini tanimaya, yasi ve tecrübesi nedeniyle tabii ki hekimoglu’ndan, asil ismiyle ömer okçu’dan basladim. bir süredir devam eden rahatsizligi nedeniyle gazete çalisanlari ve okurlarinin “sefkat” odagi olmasi, listenin basina onu koymamin bir baska nedeniydi. (maazallah ölür firsat kaçar)

    vücudunun sol tarafi tutmuyor, zihni bazen kapaniyor, gözünden yas hiç eksik olmuyor, konusmamiz sik sik hiçkiriklariyla kesiliyor ama kendini çabuk toparliyor, bir fazdan bir faza kolaylikla geçiyor, aglarken gülüveriyor. onu, içinde bulundugu zor duruma ragmen, diri, atesli ve iddiali buldum. (!) çok zevk aldim sohbetinden.

    psikolojinin yasasi; tevazu ne kadar büyükse, gururu da o kadar büyüyor insanin. “ben dünyanin en büyük romancisiyim. heykelimi dikmeleri lazim” dedikten sonra “gerçi ziyaret etmezdim ben o heykeli” demesi (?) müthis bir samimiyet gösterisiydi. en kisa zamanda sagligina kavusmasini diliyorum.

    efendim büyük geçmis olsun. nasilsiniz simdi?

    sol tarafim komple tutmuyor. sol el, sol ayakta is yok. canan cani dilemis, vermemek olmaz. allah kolumu istemis, buyur rabbim, bas üstüne. canim istemis, peki rabbim bas üstüne. anam olsaydi, basimi gögsüne dayar, aglardim. (agliyor). islamiyet benim için bir ana oldu. basimi dayadim ona, rabbim sana siginiyorum. iste kalp sekteye ugradi. dediler ki, “bir daha tikanma olursa gittin.” yani doktorlar benden ümidi kesti. ümidim kim? allah. her sey bos, mevki bos, makam bos, servet bos. ana bos, baba bos, hepsi bos. varolan yalniz allah. çünkü onlarin hiçbirinin bana faydasi yok. allah beni her seyden geriye çekti, kendisine bagladi. çok sükür.

    yani hastaligin da teselli ikramiyesi oluyor.

    günahlarima kefarettir, bir. ikincisi, manen inkisaf ederim. diyorlar ki, “hastaliginda yazdigin makaleler daha güzel.” estagfurullah. ben kim oluyorum ki, kader öyle yapti. doktor, “bir daha kanama yaparsa beynini tedavi edemeyiz.” dediginde söyle düsündüm: borcum var mi? para borcum yok. mal borcum yok. kimseye kötülük ettim mi? yok. kimsenin hakkini yedim mi? yok. ölebilirim rabbim. necip fazil söyle diyor: tahtadan yapilmis bir uzun kutu/ bas tarafi genis, ayak ucu dar/ çakanlar bilir ki bu bos tabutu/ yarin kendileri dolduracaklar/ her yandan küçülen bir oda gibi/ duvarlar yanasmis, tavan alçalmis/ sanki bir tas bebek kutuda gibi/ hayalim içinde uzanmis kalmis. neydi devami?

    ciliz vücuduma tam görünse de/ içim bu dar yere sigilmaz diyor/ geride kalanlar hep dövünse de/ insan birer birer yine giriyor/ ölenler yeniden dogarmis gerçek/ tabut degildi ki bu, bir tahta kundak/ bu agir hediye kime gidecek/ çakilir çakilmaz üstüne kapak..

    bir yerde de söyle diyor: bu agir vebal kime gidecek?

    evet degistirdi ama bence iyi yapmadi. o yolculuk nasil canlaniyor gözünüzde?
    dünyadan ayrilacagim, ahiret hayatina devam edecegim. inaniyorum ki, allah beni affedecek, peygamberimiz, sahabeler, evliyalar, enbiyalar da bana “hos geldin evladim” diyecekler. o ölüm kötü olur mu? allah’in affeden sifatina siginiyorum. allah affetmezse yandin. korkunç. simdi ben komadan çiktim, birisi dedi ki, “ya abi allah senden razi olsun.” niye? komadayken devamli “allah allah” diyormusum. sonra hatirladim, beni sedyeye koyduklarinda “ben allah allah diyerek öleyim” dedim. megersem, o allah demeyi, allah komada da devam ettirmis. iste ölüm bu.

    hasta yataginizda beklediginiz, görüsmeyi arzu ettiginiz birileri var mi?

    görüsmeyi arzu ettigim ama gelmesini istemedigim biri var. hem gelsin diyorum, hem gelmesin diyorum. (agliyor)

    bu kadar hirpalamayin kendinizi ne olur. meshur bereniz nerede? beresiz hekimoglu ismail mi olur? (bere geliyor) hadi takin. sizi ne kadar yakisikli hale getiriyor biliyor musunuz?

    allah razi olsun. evvela göstereyim içini. nereden aldim bunu, ya italya’dir, ya fransa yani.

    pedrito. italyan evet. bunu imaj olsun diye mi aldiniz?

    asla! yani ben meshur adam olmak istemem.

    olabilir, attila ilhan da kepiyle çikiyor.

    olabilir. o attila ilhan. ben zahiren, batinen, virane bir adamim. ben tankçiydim evvela. 1950’de zirhli birlikler okulu’na girdim. o zaman, bunu takmak mecburiydi. bu bereyi 22 sene tasidim askeriyede. bu bereyle dünyayi dolastim. amerika’da, avrupa’da bere takan çok. bizim buralarda pek yok. ressamlarin yüzde 90’i bere takar.

    sonradan da aliskanlik oldu, çikarmadiniz öyle mi?

    tabii, tabii. ordudan 1972’de emekli oldum. avrupa’yi islamiyet’ten fazla bilirim, allah beni affetsin. yani hayatimi oraya harcadim. avrupa ülkelerini bir bir dolastim. ordu beni dolastirdi, orduya minnettarim.

    astsubayken füze egitimi aldiniz, hikayesini az insan bilir herhalde.

    eskiden beri fizige, kimyaya, elektronige çok düskündüm. altinci tugay’daydik, imtihan açtilar, bütün sorulari bildim. zaten komutanlar benden çok memnundu. beni tuttular, füzeye verdiler. sonra, 1960’ta amerika’ya gönderdiler, 6 ay kaldim. orada basarili olduk. türkiye’de de kurs gösterdiler, onda da basarili olduk. ve dediler, sen füzecisin. ben füzeyi a’dan z’ye kadar yapabilirim. çok atis yaptim füzeyle. amerikan personeli ile çok çalistim.

    nurcu kimliginizi bildikleri halde, orduda nasil muhafaza ettiler sizi?

    efendim, ordunun bir genel kaidesi vardi bizim zamanimizda. çaliskan, becerikli olan herkesi tutuyorlardi, harcamiyorlardi. ben de çok çaliskan ve bilgiliydim. beni defalarca komutana sikayet ettiler, “bu nurcudur, bunun isi gücü dindir.” dediler. hem diyenler de subay, astsubaylar. erler merler degil, mit degil. komutanin verdigi cevap su: “onun bana bilgisi lazim, ne olursa olsun, bana ne.”

    nurculugun çikis noktasi ile bugünkü durumu nasil görüyorsunuz?

    bediüzzaman, “ben nurculugu kuruyorum” diye ortaya çikmadi. bu nurculuk meselesini gençler çikardi, mesela biz “nurcuyuz” diyorduk. yanlis halbuki. su anda bu ilmimle, “nurcuyum” demek, dogru degil diyorum. çünkü insan, “müslüman’im” derse sevap alir, “nurcuyum” derse almaz. “naksiyim” derse sevap yok, “kadiriyim” derse sevap yok.

    su anda kaç grup nurcu var?

    sayilmayacak kadar çok. beni mesela nurcularin lideri kabul ediyor bazilari. estagfurullah, benim hiç öyle bir seyim yok.

    sayilamayacak kadar çok grup olmalari, neyi gösteriyor?

    necip fazil’in sözleri vardir: biçak soksan gövdeme, sicacik kanim damlar/ gir de bir bak ülkeme, bassiz, bassiz adamlar. iste kimi gördükse hemen ona gittik.
    herkes liderlik kavgasina girdigi için, bu kadar çok bölünme oldu yani...
    tabii, tabii efendim. bunun üstadin istedigi seyle hiçbir alakasi yok. nurcular bediüzzaman’i da, fethullah hoca’yi da anlayamadilar.

    hizmetin, benligin öne çikarilmasi kavgasina dönüsmesi nasil oldu?

    ilim arttikça, gurur eksilir. alim olacak ki adam, ise yarasin. hissi gidenler, “ben suyum, buyum” der. kaç adam çikti, “ben mehdiyim!” diye bagirdi. kim bunlar, serseri mi, deli mi? ya türkiye’yi ya dini bilmiyorlar.

    yani zaman içinde erozyona mi ugradi nurculuk hareketi?

    tabii, bütün cereyanlarin kaderidir. hangi cereyan çiktigi gibi kaldi, solda veya sagda? marksizm çiktigi gibi mi? bir karl marx bulamadilar, bitti. biz bir said–i nursi bulamadik, bitti. simdi nurcular ne yapiyor? çay içiyor, risale–i nur okuyorlar, namaz kiliyorlar, tesbihat çekiyorlar. bak ne mübarek adamlar. e güzel devam edin, haramdan kaçiyorsunuz. ama bana göre bu nurculuk olmaz. benim anladigim nurculuk su gibidir, her bitkinin imdadina kosar. nurcu, sucu, bucu olmayacakti. tahkiki imani temin eden insanlar olacakti. ingiliz, fransiz ayirmayacakti. türk, kürt ayirmayacakti. hepsine kosacakti.

    simdi öyle degil ama, degil mi?

    bak hemen söylüyorsun pat diye. efendim falancasinin giyimi söyle, falancasinin böyle. ya sen ne yapacaksin giyimi? anlamamislar meseleyi. niyazi misri söyle diyor: “bir damlaydi, saldik onu denize, damla bizi nice anlasin, umman olan anlar bizi.” niyazi misri sonra kizmis herhalde, “anlamaz hayvan olan, hayran olan anlar bizi” diye bagirmis.

    günümüz nurculari çok kizdirmis sizi.

    nurcu su olacak. ada olmayacak. ben falancayim, ben hekimoglu ismail’im, dersem ben oldum ada. hayir, ben islam okyanusunda bir damla suyum. bir müslüman, ilimde, ahlakta, teknikte ileri gitmiyorsa, onun müslümanligi hiçbir ise yaramaz. birak onu. cahil cühela, beceriksiz, ahlaksiz “müslümanlar”! yok canim, bunlar islam’i yok eder. her seyimizle biz askeriz. bir askerin en büyük silahi, en büyük düsmani yine kendisidir. topun düsmani top, tankin düsmani tanktir.

    28 subat’in müslümanlarin kendilerine çekidüzen vermesine olumlu bir katkisi olmus mudur?

    allah topraktan neler yaratiyor. tabii, hadiselerden de çok iyi seyler yaratir. bana ne 28 subat tesir etti, ne 1960 ihtilali. hiçbiri tesir etmedi. degirmende dogan fare, gök gürültüsünden korkmaz. zaten devamli polis geziyordu, alti adim arkamizda.

    yani “nereye gidiyoruz?” diye, oturup düsünmelerine yol açti mi 28 subat?

    bediüzzaman diyor ki, “bütün inkilaplar, bir nevi manevi yagmur yerine geçiyor.” inkilap, degisiklik demektir. “bütün degisiklikler” diyor ama. iyi, kötü hepsi yani. marx olmasaydi ben olmazdim. her sey ziddiyla gelisir. marx’in hayatina hayran oldum. çok fakirlikte yasadi, bütün dünya ona düsmandi, en tehlikeli durumlarda yürüdü, geri adim atmadi. dava adami böyle olur. müslüman camia, çekingen, korkak. 28 subat’ta korktular, dagildilar. ya hapse girecegim diye insan meydana çikmali. padisah olacagim diye çikmamali.

    28 subat yagmur gibi olmadi mi yani?

    türkiye’nin gelismesinde 1960’in da, 28 subat’in da faydasi oldu. simdi tipta zehir de kullanilir, panzehir de. 28 subat o kadar önemli degil. bizimkiler büyüttü.

    28 subat’ta ordu bir muhtira verdi, erbakan hükümeti devrildi, özgürlüklerin askiya alindigi bir dönem yasandi hatirlarsaniz.

    ne demek devrildi, özgürlükler askiya alindi? ben yasiyorsam, benim davam var, ben ölmüssem benim davam yok. o bakimdan, 28 subat ile hizmetler askiya alindiysa, demek ki ise yaramayan adamlar varmis hizmet namina. allah eledi. allah bizi kalbura koymus böyle eliyor. ise yaramayan gidiyor asagiya.

    sirketlesmeyi tesvik eden bir insansiniz. pek çok “islami” sirketin fikir babasisiniz. düsündügünüz gibi bir sonuç verdi mi çabalariniz?

    islam’in sirketi olmaz. bugün, bizimkilerin kurdugu sirketlere bakin, birbirlerini yiyorlar. bunlara nasil islami sirketler deriz? yok yok; anlamiyor bu müslümanlar islamiyet’i. islamiyet, “allahu ekber” demekle yetmiyor. tabii allah büyük ama, müslüman da küçük. çünkü parada, malda, makamda müslümanca hareket edilmedi. para bozdu, para müslümanlari paraladi, parçaladi hatta.

    pisman misiniz, “sirketlesin” dediginize?

    yok, hayir. bir defa o sirketleri kurmak benim iradem disimdaydi. tesvik ettim. demek kader beni o yolda çalistirmis. insanlari paranin mihengine vuracaksin. parada müslümanca hareket etmiyorsa, birak gitsin! isçinin hakkini yeteri kadar veriyorlar mi? kaliteli mal üretebiliyorlar mi? ihracat yapabiliyorlar mi? fakir–fukaraya sahip çikabiliyorlar mi? bugünün müslüman’i para kazanacak, ama kendi zengin olmayacak. zenginlik felakettir müslüman için. ne kadar arkadasim zengin olduysa, allah hepsini imha etti.

    bu kriterler açisindan kaç puan veriyorsunuz sirketlere?
    100 üzerinden, 30.

    hangi menfaatler girdi isin içine?

    para, makam ve kadin.

    kadin nasil etkiledi müslümanlari?

    kadin avrupa’da cinsiyeti ile etkiler. güzel bir kadindir, sirket müdürüne yakin olur, adam terfi eder. bizde o olmadi. bizde söyle oldu: simdi sirket kurmusuz. bir ortak iyi para kazanmis, öbürü kazanamamis. onun hanimi diyor ki, “falancanin susu busu var, senin niye yok?” o da gidiyor diyor ki, müdürüne, ortagina: “benim parami artirin.” niye? “ben yazlik alacagim, araba alacagim. hanimima sunlari sunlari alacagim.” diyor. o da diyor ki, “kardesim ben bu parayi sana veremem.” “veremiyorsan ayriliyorum.” diyor. bak, kadin parçaladi sirketi.

    müslüman sirketlerde böyle mi oluyor?

    tabii. kadinlarin hirsi sirketlere tesir ediyor. diyelim ki, ben sirketin müdürüyüm. elimde bir miktar para var. bir arsa almayi uygun buluyorum, ticari yönden. çünkü ileride kiymetlenecek. benim hanimim diyor ki, iste “falancanin evi var. bana da alacaksin evi.” ben de aliyorum. gitti benim paralarim, yatirim yapamiyorum.

    kadinlar o sirketlerin üst düzey yönetiminde görev yapsalardi farkli mi olurdu?

    adamina göre degisir. öyle kadin vardir ki, canavar gibidir. öyle erkek vardir ki, o canavar gibidir. ben, sahsen sosyal veya ekonomik hayatta, kadin erkek ayrilmasina pek taraftar degilim. bak bu benim torunum tugba. “çok güzel ingilizce ögren, tercümeler yap. amerikan firmasina git çalis.” dedim. 10 sene evvel olsaydi, onu amerikan kolejine verirdim. o zaman imkanim vardi. türk kolejlerinde okutmaktansa, amerikan kolejlerinde okutmayi tercih ederdim. niye? ben amerikan kolejlerini daha ahlakli buldum. yani adamlar her seyi biliyor. içki içmesini de biliyor, arkadaslik yapmasini da biliyor. biz çökmüs bir milletiz.

    ne demek istediniz, içki içmesini de biliyor, çalismasini da derken?

    simdi amerikali mesela, benimle bir yere gidiyor. diyorum ki, “excuse me i am moslem.” “yes, sir” diyor. ben diyorum ki, “pray for my god– allah’a ibadet edecegim.” “okey sir”, “ben de içki içmeye gidiyordum, içmeyecegim. seninle yemek yiyecegim.” diyor. bizimki ne der bana? bir söver, “ben, kafayi çekecegim. sen de ne yaparsan yap.” der. iste kültür farki budur.
    “risale–i nur’larin ticareti yapiliyor” diye üzüldügünüz oluyor mu?
    tarihi bir seyir var. biz hapse girmek için risale–i nurlari yazdik, simdikiler de para kazaniyor. olur bunlar, normal. ne diyelim?

    ne kadar hapiste yattiniz?

    bir sene hapis verdiler, üç ay yattim. tabii diger ufak tefek, 10 günlük, bes günlük hapislerin sayisini unuttum. hatta hapishanede diyorlardi ki, “abi yatagi birak da git.” ben yatagi birakir giderdim. çünkü, nasil olsa geleceksin tekrar.

    minyeli abdullah’i yazdiginiz zaman, “nurcu agabeyler”, islam’da roman yoktur diye, karsi çikmislar dogru mu?

    “ya sen ne yapiyorsun, roman gavur isidir.” dediler bana bazi nurcular. “sen müslüman adamsin ya, ne kadar bozuldun.” dediler ya. “peki” dedim, “tamam, yazmiyorum hadi.” allah affetsin yalan söyledim. gittim, gizliden gizliden minyeli abdullah’i yazdim. kitap çikti. bayram abi, “ne güzel yazmissin kardes. aferin devam et.” dedi. hatta, minyeli abdullah’in gelirini bayram abiye biraktim. hizmete ver dedim. simdi ben dünyayi görmüsüm. bir çin’e gitmedim. grönland adasi’na bile gittim. sicak sular fiskiriyor, buzlarin arasindan. avrupa’yi avrupa yapan, romanlardir. müslümanlarin romanlari olsaydi, bu kötü hallere düsmezlerdi. çünkü, romanda her seyi söylersin, diger kitaplarda söyleyemezsin.

    neden sizin gibi popüler bir romanci çikmadi bu camiada?

    kim kuru ekmek yer, kim kuru masa üstünde yatar? kim yirtik ayakkabiyla gezer? hem adam yetistirmek çok zordu. sögüt degil ki, yetissin hemen. adam yetisecek.

    minyeli abdullah’in edebi degeri var mi, yoksa sadece ideolojik anlamda mi önemli?

    edebi degeri iki kaynak tespit eder. biri edebiyat dünyasi. ikincisi okuyucu. avrupa’da öyle kitaplar vardir ki, edebi yönü hiç zikredilmez. ama çok satilir. alexandre dumas’nin kitaplari, monte kristo falan, kiyamet gibi satiliyor. ben roman yazmadim, ben dertlerimi yazdim, ister begensinler, ister begenmesinler.
    halet–i ruhiyemi anlatiyorum ben. biz müslüman’iz, kendimizi ona buna begendirmeyiz, biz kendimizi allah’a begendirmeye çalisiriz.

    edebiyatçi olacaksaniz, kendinizi kula begendireceksiniz ama.

    edebiyat dünyasinda isim yapmis insanlar beni çagirdilar. dediler ki, “edebiyata deger versene.” dedim “ne istiyorsunuz? tesbih mi istiyorsunuz? yapmisim. istihale mi istiyorsunuz? yapmisim. düzgün cümleler mi istiyorsunuz? yapmisim. siir var, masal var, kissa var. bütün türleri kullanmisim kitaplarimda.” “dogru” dediler. asçi asçiyi sevmez, romanci da romanciyi sevmez. onun için öyle benim aleyhimde bulunuyorlar. yoksa ben dünyanin en büyük romancilarindan biriyim. benim heykelimi dikmelilerdi. gidip ziyaret de etmem ya.

    saka mi yapiyorsunuz?

    hayir.

    ciddi olarak mi söylüyorsunuz?

    ben dünyayi bilen bir adamim. ben dünyanin en büyük romancilarindan biriyim. kitlelere tesir etmisim. insanlari sürüklemisim pesimden. insanlari aglatmis, güldürmüsüm. bir nesli ayaga kaldirmisim. minyeli abdullah bir lokomotiftir. minyeli abdullah’tan sonra, yüzlerce roman yazildi. ama tutturamadilar tabii. neden tutturamadilar? geldim, gittim demekle roman olmaz. ben roman yazarken, oturup agliyorum. agliyorum hüngür hüngür. gözyaslarim kagida dökülüyor.

    minyeli’den sonra, baska romanlar da yazdiniz, “bir deliyle evlendim”, “maznun” gibi. bu camianin en popüler yazarisiniz. edebi degerlerini tartismak istemiyorum sizinle. popülerligi nasil algiladiginizi merak ediyorum.

    bana göre popüler olmak yanlis. insani mesgul ediyor. mektuplar, telgraflar, ziyaretler, davetler. bizim isimiz bu degil ki. benim isim kitap yazmak. ama iste kader, bu hastalikla beni böyle vurdu yere. yoksa ben yeni bir roman yazacaktim: “cumhuriyet çocugu”. hayalimde tamam, fakat yazmasi az. dedemden basliyorum. mektebe giden, eskimez yaziyla tahsil yapan dedem, onun torunu ben. o günkü çarsafli hanimlarin manto giyip gezdiklerini biliyorum. manto da çok kapali görüldü, simdi mayo giydirmeye çalisiyorlar. iste mayodan mantoya diye bir roman. ana tema cemiyetin degismesi.

    muhafazakar kesimde ne gibi degisiklikler oldu?

    pastalar, çaylar, fincanlar, tabaklar, efendim, ayri ayri sahane yemekler. bizim muhafazakar kesimde, gardirop inkilabi oldu, gerçek inkilap olmadi. ruhta inkilap yok, ilimde yok, sanatta yok. gardiropta inkilap var.

    o cemiyetin fikir mimarlarindan birisi sizsiniz, 40 yildir. attiginiz tohumlar mi “kötüydü”, onlar mi sürmesini bilemediler?

    ben sunu söyledim, hâlâ söylüyorum. avrupali, türk yok. hiristiyan, müslüman yok. din sahibi insan var. o kadar. amerika’da adama diyorum ki, ben namaz kilacagim. o diyor ki “sen inanan bir adamsin”. adam demiyor ki, “sen müslümansin”. inanan inanmayan var. kur’an da öyle diyor. bediüzzaman da öyle diyor. yok hiristiyanmis, yok aleviymis, yok suymus, yok buymus. bunlar yanlis. inanan–inanmayan var.

    yani, çok büyük çöküs içinde mi muhafazakar kesim?

    çok, çok. yanlis gidiyorlar. liderler, onlari yanlis yönlendirdi, onlar da liderleri anlamadilar. nerede bediüzzaman, nerede nurcular, nerede fethullah hoca, nerede biz? nefsimizin istegi, dinimizin isteginden agir basiyor. o zaman canimizin istedigini yapiyoruz. o zaman da din min gitti!

    üniversitelerdeki türban meselesine ne diyorsunuz?

    adam kizin basindaki örtüye bakiyor, beynine bakmiyor. bu millet ayaga kalkar mi ya. kizim, kiz sanat okulu’na gitti. ögretmeni, “basini açacaksin, yoksa diploma yok.” demis. kizima dedim, “kizim bu islamiyet’e çoklari, can verdi, mal verdi, sen diplomani vermez misin?” “verdim baba” dedi. kizimin diplomasi hâlâ yok.

    su anda düsündügünüzde dogru buluyor musunuz bu karari?

    islam’a hizmet etmenin fizibilitesi yoktur. bizimle kerbela vadisi’ne hemdert olan gelsin, sinansin, aksayi ferzanelerde fert olan gelsin.

    kiz çocuklarini meslek sahibi olmaktan alikoymak iyi bir sey mi yani?

    iyi bir sey diyemem, kötü bir sey de diyemem, aksine.

    yani, “kizlar, asla taviz vermesinler örtülerinden. ziyani yok, doktor olmasinlar, mühendis olmasinlar” mi diyorsunuz?

    kanunlar yolumu kesti, her seyi söyleyemeyecegim. bu millet, fert fert ilme, ahlaka, teknige önem verirse kurtulur. baska türlü kurtulamaz.

    bir çeliski olmadi mi simdi? fert fert ilim gerekiyor; ama kadini meslek sahibi olmaktan alikoyuyor seçiminiz.

    efendim, mesele su: su anda kizlar tahsil mi yapiyor, gezip tozuyorlar mi? tahsil yapsalar, zanaat ögrenseler hay hay, buyur. fakat günahlar serbest birakilmis, sevaplar zincire vurulmus.

    neden erkekler için “acaba gezip tozuyorlar mi, okuyorlar mi?” diye sormuyorsunuz da...

    ayni ayni erkekler de ...

    ama o zaman kizlarin günahi ne? örtülmesi “gereken” saçlari var diye.

    dogru. tamam. çok dogru. sizin söylediginize tamamen katiliyorum. ama allah’in dedikleri de var.

    kizlar, kocalarina mi bagli kalsin, yoksa ayaklari üstünde duracak bir meslekleri mi olsun, hangisi daha iyi?

    hanimlar ekonomik yönden bagimsiz duruma gelmeli.

    o zaman mutlaka okumasi gerekiyor.

    okumasi gerekiyor. iste dedim torunuma, “ingilizce ögren” diye. okuyan genç hanim, her sart içinde okur. zaten o okuyacaksa, olumsuz dünyadan uzaklasmis olur. mesela kafeye gidemez, sokakta gezemez. çünkü okuyacak, tahsil yapacak. benim etrafimda hanimlardan çok müdür var, gazeteci var, sanatkâr var. hepsine hürmet ederim.

    peki, o zaman niye açik açik söylemiyorsunuz? kizlara söyleyin bunu, “her hal ve sartta okuyun” deyin.

    yani bütün diyanet’i karsima mi alayim? ben o yükü çekemem. beni duman ederler. desem ki “hemen açsinlar baslarini”, hekimoglu ismail biter. halkin hükmü vardir. “hanimlar basini açsin” diye ben fetva veremem. bu karari kisiler kendileri verecekler. basini açanlari da, öz kizim gibi öpmek isterim. çünkü, onlarin hepsi islamiyet’e hizmet ediyor.

    hekimoglu ismail bile bir konuda görüsünü açikça söyleyemiyor, “beni bitirirler” diyor.

    maalesef “dinsiz herif” derler, “din düsmani” derler.

    mesela hemsireniz hülya hanim o fedakârligi yapmis, florence nightingale mezunu. o da okurken basini açmis, simdi basi kapali ve size güzel güzel hizmet ediyor. kötü mü yapmis yani?

    iyi yapmis. allah razi olsun.

    hülya hanim, hastanizi sizden dinleyelim bir de.

    hülya özkan: biz ömer amca ile hastadan ziyade, arkadas gibi günlerimizi geçiriyoruz. o bana birikimlerini anlatiyor. ben ona diger hastalarla diyaloglarimi anlatiyorum. bu hastaligi en kisa sürede nasil geçirebiliz, beraberce onu atlatmaya çalisiyoruz.

    nasil buldunuz, birbirinizi?

    tesadüfler. ömer amcanin disçisinin çalistigi klinikte sorumlu hemsirelik yapiyordum. oradan ayrilinca ömer amcaya bakmaya basladim. ben yogun bakim hemsiresiyim ayni zamanda. alti yillik hemsireyim. her gün buradayim. yaklasik bes aydir ömer amca rahatsiz, üç buçuk dört aydir da ben bakiyorum.

    tugba, sen biraz anlat dedeni. her gün mü not aliyorsun dedenin sözlerini?

    her gün yaziyorum, bir seyler. daha dogrusu dedem kasete okuyor. ben onu dinleyip temize geçiriyorum. hastaliktan evvel de her gün dedem ile görüsürdük. fikir alisverisi yapardik kendisiyle. dedemin çok sefkatli bir kalbi oldugunu biliyorduk; fakat dedem daha otoriterdi. hastaligindan sonra, çok daha duygusal bir insan oldugunu ögrendik. dedem eskiden düsündügü seyleri içinde tutardi. simdi düsündügü her seyi söyledigi için daha iyi anliyoruz.
  • 1932 yılında erzincan'da doğmuştur. babası, istiklal savaşı sırasında kazım karabekir paşa'nın emrinde 4 yıl askerlik yaptıktan sonra, memleketine dönüp istiklal madalyası'nı satıp, viran olan şehrini yaptırmış bir adamdır.
    ömer okçu olan asıl adının yerine de dedesinin ismi olan hekimoğlu ismail imzasıyla yazılarını yazıp böyle tanınmıştır. minyeli abdullah ile yıldızı parlamış o zamandan sonra çeşitli gazetelerde yazılar yazıp yurt içi ve yurt dışında çeşitli konferanslar vermiştir.
    minyeli abdullah (roman), maznun (roman), menan cinleri(hikâyeler), bir millet uyanıyor gibi mühim eserlere imza atan hekimoğlu ismail bir çok insanın hayatında belki mihenk taşı olabilecek kıymetli bir muharrir olmayı başarabilmiştir.

    yıllardır felç illeti ile günlerini geçiren hekimoğlu kısa zaman önce bu hastalıktan kurtulup yürüyebilmeyi başarmıştır. kaldığı hastaneden de " bin teşekkürler, dualarımla.." diye bıraktığı notla ayrılmıştır. bin teşekkür onun aziz hâtırası ve yazdığı kitapları için bizden olsun. unutulmaması gereken ender yazarlandan. ömrü bereketli olsun!
  • dinlerde zamana göre degişiklikler yapılabileceğini hatta yapılması gerektiğini iddia edenlere cevaben

    "dinde deform olmaz ki reform olsun"

    gibi kapak tadı*nda bir cevap vererek beni benden almış dede:)

    eğer hakkaten din ise o şey neden reforma ihtiyaç duysun ki?
    e yok değilse, o zaman zaten kime ne lazım ki o şey?.. hayır yok bi de uğraşıp reforme edicez öyle mi? (bkz: ben almayayım)
  • bir deliyle evlendim ve minyeli abdullah gibi kitaplarıyla tanıdığım zaman gazetesi yazarı
  • sahte demokrat, takiyyeci ve şeriatçı zaman gazetesi yazarı. turan dursun'un fikirlerinden dolayı katledilmesinin ardından şu satırları kaleme almıştı:

    “…bu şahıs müftülük gibi vazifelerde bulunmuş, sonra sola kaymış, oradan dinsiz olmuş ve islam’a olan iftiralarını itim adı altında işlemiş…sola kayınca din düşmanı olmasının altını çizmek gerek. turan dursun, ilmi, inkârına alet ettiği için insanlık adına suç işlemişti. nasıl ki, gübreden bağlar ve bahçeler neş vü nema oluyorsa.” 7 eylül 1990 / zaman
  • melekler tatil yapmıyor yazısıyla koparan zaman yazarı.

    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1307982

    her dediğinin kendi çapında mantıklı bir açıklaması vardır, saygı duyarım da şu paragrafı anlamadım:

    --- spoiler ---

    hem tatil deyince aklımıza niye lüks oteller geliyor? mesela bu tatilde imkânı olan kudüs'e gidebilir. keşke hasta olmasam da ben de gidebilsem o mübarek yerlere. üç gün, beş gün, bir hafta kalıp gezebilsem. mescid-i aksa'yı ziyaret edebilsem

    --- spoiler ---

    adam resmen israil turizmine katkıda bulunuyor!
hesabın var mı? giriş yap