• manevi gelişim için en gereklilerden.
  • şehirde dolaşırken, oturduğum yerin beş-on adım ilerisinde hamdun adında bir marangoza rastlamıştım. otuz kırk yaşlarında, sıhhatli görünen birisiydi. her zaman neşeli olan bu adama oradan geçerken hep selâm verirdim. birgün, ona selâm verdikten sonra, dükkânın bir köşesinde bulunan bir sandalyeye oturdum. memnuniyetle karşıladı beni. çırağını kahve getirmesi için gönderdi. hamdun ağa, bir yandan tahtayı zımparalıyor, diğer yandan da benimle sohbet ediyordu.
    -baba! bir marangoz boş durarak ve çene çalarak vaktini zayi etmemelidir. kusura bakma! yanımda çalışan bu üç kalfa ve çırak benim oğullarımdır. benim boş durup gevezelik etmem onlara kötü örnek olur. bu yüzden bir taraftan çalışıp, diğer taraftan seninle konuşmak durumundayım. kusura bakma!
    o sırada, pazulari pehlivan pazularina benzeyen, biri yirmi, diğeri onbeş-onaltı yaşlarında iki genç diğer tezgahlarda birşeylerle uğraşıyorlardı. bana kahve getirmeye giden sekiz on yaşlarındaki tombul çocuk da talaş ve yongaları birbirinden ayırıp çuvallara dolduruyordu.
    ben bir taraftan kahvemi içiyor, diğer taraftan da:
    -maşallah! allah bağışlasın! bunlar senin oğulların öyle mi? diyordum.
    hamdun ağa, onlarla iftahar edermişcesine:
    -evet. üçü de oğlum. en büyükleri yirmi yaşında. şehrin çok mahir ve çalışkan marangozlarından biri. benim bilmediğim süsleme, kabartma ve oymacılığı da bilir. kendi kendine öğrendi. yakında bu işte yahudilerden daha ileri bir konuma gelecek. ona gündelik olarak, bir mecidiye veriyorum, dedi.
    -ya! öyle mi? peki, gündeliğini kimden alıyor?
    -kimden alacak, benden. oğlum olmasaydı dükkânda bir usta çalıştırmayacak mıydım? işi bilen bir ustaya günde bir mecidiye vermeyecek miydim? dışarıdan adam alacağıma kendi oğullarımı çalıştırıyorum.
    ben hayretle:
    -bir baba oğluna yevmiye verir mi?
    -elbette verir. bir çocuk çalışması karşılığında babasından gündelik almazsa ne işi öğrenir, ne de iş çıkarır. yaptığı işi baştan savma yapar. çünkü, babasının kendisini çalıştığı için beslediği gibi bir düşünceye kapılır ve ahlâksız olur. hâlbuki emeğinin karşılığını aldığı takdirde para kazanmanın ne demek olduğunu ve paranın değerini öğrenir, işte bu yüzden onlara yevmiye veriyorum. ortanca oğlum on kuruş alıyor. ancak üç gün sonra, cumartesi günü haftalığını onbeş kuruşa çıkaracağım. zira artık mahir bir usta oldu. küçük oğlum, benim rahmetli ustamdan aldığım yevmiye kadar, yani yirmi para alıyor. çalışkan ve girişimci bir çocuk. bu gidişle ağabeylerine üstünlük sağlayacak gibi görünüyor. aslında hakkı bir kuruş. fakat acele ve dikkatsizlikten, iki defadır elini kesiyor. bu yüzden yevmiyesini artırmıyorum. eğer bir daha aynı hatayı yapmazsa ona bir kuruş vereceğim. ben dikkatsiz insanları sevmem.
    -öyleyse ev giderlerini ortak karşılıyorsunuz?
    -aa! hiç öyle şey olur mu? oğlumun olmadığını farzet. o zaman ev giderlerine kalfa ve çıraklarım ortak mı olacak. yahut şöyle düşün. birçok ailede olduğu gibi, evlâtlarım para kazanamayacak durumda olsaydı, ev giderlerine nasıl ortak olacaklardı. onlar kazandıklarını biriktiriyorlar. büyük oğlumun kendine ait bir sermayesi var. biraz daha para biriktirirse, benim sermayem kadar sermayesi olacak. ona dükkân açacağım. ya da işe ortak edeceğim. sonra da evlendireceğim. torun sahibi olacağım ve evimiz şenlenecek. sonra da sira diğerlerine gelecek.
    -ağam! öyleyse sen hayli zengin bir adamsın. hamdun ağa çocuklarına dönerek;
    -kollarınızı kaldırın, dedi.
    bunun üzerine onlar kollarını havaya kaldırdılar. bana şöyle dedi:
    -aynalı baba! bu sekiz kol, en büyük zenginlik değil mi? (sonra çocuklarına dönerek) haydi evlâtlarım! işinize bakın. (tekrar bana dönerek) büyük oğlum için gerekli hazırlıkları yapalı çok oldu. ortancanınkini de tamamlamak üzereyim. baba! biliyor musun ben yirmi yaşında evlendim. o zamanlar yedi kuruş yevmiye alıyordum. bir sene sonra büyük oğlum dünyaya geldi. bunun üzerine, rahmetli ustam hacı murtaza günlüğümü onbeş kuruşa çıkardı. bana her konuda yardımcı oldu. o günden itibaren birbuçuk kuruş oğlum için, üçkuruş hasta olup çalışamayacağım zamanlar için, on para bayramlarda fakirlere vermek için, on para sadaka vermek için, üç kuruş sermaye biriktirmek için, iki kuruş ev kirası ve diğer harcamalar için para ayırmaya başladım. kalan beş kuruş da bize bol bol yetiyordu. bu düzenli hayat karşısında şaşırmıştım:
    -demek ki, ustan murtaza iyi bir adammış. marangozun gözlerinden yaş geldi:
    -allah rahmet eylesin! herşeyimi ona borçluyum.
    -allah saadetini artırsın! allah karına ve çocuklarına sıhhat ve uzun ömür ihsan eylesin!
    hayır duam marangozu çok memnun etti. başta küçük çocuk olmak üzere, bütün oğulları elimi öptü. bu mutlu aile beni o kadar memnun etti ki, sevinçten gözlerimden yaş geldi. marangoza:
    -bana nasıl hayat sürdüğünüzü anlatır mısınız? dedim.
    -hergün sabah erkenden kalkarız. yüzümüzü soğuk su ile yıkar, birer kahve içeriz. biraz sohbet ederiz. sonra, karimin erkenden ateşe koymuş olduğu çorbamızı içeriz. kalkar dükkâna geliriz. içimizden biri evin ihtiyaçlarını alıp, eve götürür. herkese o gün yapması gereken işi söylerim. onlar da çalışmaya başlarlar. öğleye doğru karnımız acıkınca küçük oğlum eve gidip, yemeğimizi getirir. bir güzel karnımızı doyururuz. sonra yanımızdaki kahveden bir kahve isterim ve oradaki gazeteyi alırım. büyük oğlum gazeteye bir göz gezdirir ve önemli şeyleri bana söyler.
    -vay! evlâtlarının okuması da var ha?
    -evet, okuma yazma bilirler.
    -demek onları mektebe de gönderdin?
    -hayır! mahalle mektebine giden çocuk hem bir sürü zaman kaybediyor, hem ahlâksız oluyor, hem de hiçbir şey öğrenmiyor. bu yüzden ben fakir bir hoca buldum. bu hoca her sabah dükkâna gelir, bir iki metelik karşılığında onlara yarım saat ders verirdi. böylece çocuklarım bir sene içerisinde kuran ve gazete okumayı öğrendi. yazmayı da yeter derecede öğrendiler. daha sonra hocanın tavsiye ettiği kitapları aldım. çocuklarım öğle tatillerinde ve geceleri bu kitapları okudular. gelelim nasıl yaşadığımıza. öğle tatili birbuçuk saat. bu sürede gazete okumak zorunlu değil, isteyen bir saat uyuyabilir. akşamleyin alaturka saate göre onbuçukta dükkânı kapatıyoruz. gördüğün gibi ben kahve tiryakisiyim. hepimiz günde beşer fincan kahve içeriz. akşamları şehrin uygun yerlerinde küçük bir gezinti yaparız. kış gecelerinde komşular bize gelir. ha! bizim hanımı komşu kadınlar çok sever. çünkü o dedikodu etmez. her cuma, karım ve çocuklarımla kıra gider, eğleniriz. günler böylece geçip gider. allah'a şükürler olsun ki, bizim eve hastalık girmez. şimdiye dek ben iki, karım da üç defa hasta oldu. çünkü düzenli bir hayatımız var. yeme ve yatma vakitlerine önem veririz. abur cubur yemeyiz. kısacası; allah'a bin kere hamd olsun, hepimiz çok mutluyuz.
    ---

    (amak-i hayal'den)
  • ibn kudame şöyle demiştir:

    geçmiş salihlerin zevceleri öylelerdi ki, onların kocaları evden çıkarken şöyle diyorlardı:

    "haram kazançtan uzak dur. şüphesiz ki, biz açlığa güç yetirebiliriz ama cehennem ateşine asla!"

    (muhtasar minhacul-kasidin)
hesabın var mı? giriş yap