• "tarih yazarları, hellenizmi yücelttiler, yunan yayılmacılığına karşı çıkanları (persler, hintliler ve diğer göçebe kavimler) mahkûm ettiler. bir halkın uygarlik düzeyi, onun hellenleşme düzeyiyle ölçülüyordu. oysa hellenizm savaşlara, kölelerin ve serflerin sömürülmesine, soykirimlara, katılanların kendinden geçerek her türlü rezilliği yaptıkları ayinlere hiç de yabancı değildi."
  • batı uygarlığının kökeni, antik yunan kültürü ve roma kültürüdür denebilir ki böyle bir doğurma -doğrusal ilerleme yaklaşımı çok tartışmalı ve bence yanlış bir tarih yaklaşımı- ancak batı uygarlığının kültürel ve entelektüel gelişim sürecinin antik yunan ve roma uygarlıklarına çok şey borçlu olduğu söylenebilir. ancak bu 'heritage' / 'legacy' / 'miras' yeni noktalar çıkarılmıştır. bizans imparatorluğunun antik yunan'dan kalma eserleri korumadaki önemli rolünü, iskender'in de bu eserlere sahip çıktığını, kurduğu kentin (bkz: alexandria) (bkz: iskenderiye) bunlara evsahipliği yaptığını anımsamalı. ancak hellenizm ve hellen kültürü 'hybrid' / 'karma' bir kültürdür. doğudan ve batıdan öğeleri katar karıştırır. onun mirasçısı bizans ve osmanlı olmuştur batıdan ziyade.
  • (bkz: helen)
  • bir üst giriye tamamıyla katılıyorum. türk kültürüne yapılan en büyük darbe manipülasyondur. açıkçası algılarla oynamaktır. 17-18 yaşlarımda, internetin yaygın olmadığı bir dönemde çok ilgimi çekmişti, helen, rum, (doğu roma) kültürü “anlatımı”.
    biz türk leri adeta bir yapışkan, hırsız, yağmacı yerine koyan o büyüüüük uygarlık; okudukça, araştırdıkça kafamdaki dev algıyı küçülttü. bu dev algıyı yaratan, aramızda hala var olan, kendi kültürünün hırsızı cahillerdir.
    şehir adları bile, kendi dilimize uygun hali ile yaşatılıyor, kullanılıyor.
    izmir, bursa, istanbul, trabzon....neredeyse tümü...
    iki imparatorluk, onlarca devleti aynı topraklarda bin yılı aşkın bir süredir yaşatıyoruz, bizden önce yaşayanların mirasını hiçe sayıp yok etmemiş ne osmanlı, ne selçuklu. bir de onlarca sürgün yemiş millete kucak açmışlık var. bugün suriye lilere uzanan yardım elini görünce hiç değişmeyen bir devlet geleneğimiz olduğunu daha iyi anladım. düşünün, hem göçersiniz hem de büyük bir devlet, ordu geleneğiniz var, var olmaya da devam ediyor. çok ilginç doğrusu, ne kadar da yağmacı(!) gözüküyor.
    bugünümüze dönersek hala; onların toprakları burası, onların müzikleri, onların halk dansları...
    bunca savaşı, kurup yıktığımız kendi devletlerimizin ceryanının arasında kalarak çektiğimiz bunca çileyi, ulu helen’i bir gün görmediğimiz kültürüne kavuşturmak için mi verdik.
    okudukça anladım, hele internet çağına girdikten sonra hiç peşini bırakmadım. osmanlı’nın kendi kültürüne yaptığı darbeyi, doğu romaya yada bu topraklarda yaşayan diğer unsurlara yapmadığını gördüm.
    adeta helen koruma kalkanı geliştirdiği halde, ne düğünlerimizde, ne müziklerimizde, ne geleneksel giyim-kuşam, halk dansları... hiç birinde “helen” görmüyorum. dilde etkileşim elbette olacaktır, imparatorluklar bunu gerektirir. ki türk dilinin taşrada yine de çok iyi korunduğunu düşünüyorum, en önemli kanıt, asırları devirmiş türkülerdir.
    orta asya da örneğin kazakistan da bir ay kalmak türkçe anlaşabilmemiz için yeterli bir süredir.
    bir bütün olarak, orta asya kültürü temelde, coğrafi-iklimsel koşullarda kültürel olarak hep gelişmişiz. onca cahilliğe, okuma-yazma oranının düşüklüğüne rağmen bunu yapmışız. türk kişisi de annesinden şu an bulunduğu yaşta çıkmadı. elbet orta asya’dan elimizde getirdiğimiz sazımızı başka ağaçlardan yapmasını öğrenecektik, tellerine başka başka basacaktık, yazgılarımıza yeni öykülerimizi motif motif dokuyacaktık, o ok u elbet farklı şekilde gerecektik, o din bizim üzerimize pek oturmadıysa, tekkelere sığınacaktık, dergahlar kuracaktık, sonra alevilik çıkacaktı ortaya, hacı bektaş’a yunus emre’ye, mevlana’ya gönül verecektik, göç bitti deyip gökyüzümüze semah edecektik. bunu yüce “helen” kültürü mü bize yaptırdı.
    burası “anadolu”
    “ anatolia mı demeliydim bilemedim, belki de o övgülerin en yükseğine yakışan helen kültürü altında eziklenmiş(!) bir türk! olarak öyle demeliydim”
    ne diyordum, burası anadolu, bin yılı geçti artık bizim özyurdumuz...
    helen; kendi kültürünü yok sayıp yakıp yıktıysa, yoluna büyük bir kültürsüzlük boşluğu ile devam ediyorsa...
    benim kültürümün, örfümün anenelerimin içinden; o benim, bu da benim diyerek kırıntı toplamaya çalışıyorsa, çanak tutucuları dahil, avucunu yalar, yalıyor da. binlerce yıllık türk kültürünü oluşturmak, hırsız, yağmacı, barbar diye nitelemek avrupa’nın haddine değildir, hele hele 1930’dan sonra yolunmuş tavuk gibi ortada kalan “helen” kültürünün(!) hiç değil.
    neredeyse tanrı zeus’a zey-bek oynatıp, hera’ya baklava açtırıp, arese horon teptirip herkül’e yoğurt mayalatacaklar. (işin şakası diyeceğim de, inanmazsınız o derece boşlukta olanları var) bize de bi acı kahve ikram ederler artık.
  • üzerinde yaşadığımız toprakların geçmişindeki helen ve özellikle roma-bizans kültürünü dışlamamızın, toplumumuzda büyük kültürel erozyona ve tarihsel bir kopuşa neden olduğu bugün açıkça görülüyor. ancak bu tutumda rumların kibirli ve milliyetçilik ile değişen, gittikçe zehirli bir irine dönüşen kibirli mizacının da etkisi olmuştur herhalde.
    (bkz: #96844436)
  • hayatımızda modern diye niyelendirdiğimiz ne varsa yunanlılara borçluyuz. artık işe yaramayan, demode olmuş her şey ise ortaçağ geleneklerinin ürünüdür.
  • felsefe tarihinin okul veya düşünce geleneğini oluşturan iyonyalı filozoflar, thales (mö. 623/545), anaksimandros (mö. 610/546) ve anaksimenes (mö. 585/525)’dir. milet doğumlu olan bu düşünürler henüz helen anakarasında felsefenin adı bilinmezken, anadolu’nun batı bölümünde bir felsefe geleneği oluşturmayı başarırlar. nasıl olur da anadolu kökenli bu insanlar helen felsefesinin başlangıcı olarak kabul edilirler doğrusu anlamak zordur. her üç düşünür de yazılarını helence yazarlar, çünkü bölgede sesli harflerin yer aldığı tek alfabe helen alfabesidir. felsefe gibi karmaşık bir bilimin kendini ifade etmesi için sesli harflere ihtiyacı vardır. günümüzde olduğu gibi kendini ifade için ingilizceyi kullanan her kişinin ingiliz sayılamayacağı gibi anadolu’nun binlerce yıllık kültür birikimi sonucu ortaya çıkan bu düşünce akımını da helen kültürü içinde değerlendirmek ne derece doğrudur ?

    niçin atina’ya değil

    milet şehrinin hemen karşı sahilinde yer alan samos adasında doğan pythagoras (pisagor), (mö. 580-500) ilk üç düşünürün yaşadığı dönemde yaşamını sürdürür. on sekiz yaşında adayı terk ederek milet’te thales’in yanında eğitim gören pythagoras, daha sonra öğrenimine sidon’da devam eder. fenikeli filozoflardan moskhos’un soyundan gelen din adamları ve kutsal gizemleri yorumlamada usta keşişlerle bir arada bulunur. sidon’dan mısır’a gider, yirmi iki yıl bu ülkede yaşar. solon’a (mö. 639-559) “mısırlılarla karşılaştırınca, onların yanında yunanlar hep çocuk” diye ders veren rahiplerle bir arada olur. astronomi ve geometri üzerine çalışmalarda bulunur. bu sırada mısır’ı işgal eden pers askerleri tarafından esir alınarak babil’e götürülür. babil’de magoslar’dan eğitim alır ve onların sayesinde aritmetik, müzik ve bilimin diğer dallarında henüz helenlerin bilmediği bilgileri edinir. geri dönüşünde, samos’ta sürmekte olan tiranlık yönetiminden kaçarak güney italya’ya, kroton (günümüz crotone) şehrine yerleşir. burada da dikkat edilecek bir nokta, niçin helen anakarasına değil de italya’ya göç eder? eğer o dönemde helen anakarasında felsefe konusunda gelişmiş bir ortam bulunsaydı, muhtemelen italya’ya değil, atina veya ona yakın bir şehre yerleşmeyi düşünürdü.

    https://www.milliyet.com.tr/…as-6584887?sessionid=2
hesabın var mı? giriş yap